ŞEHİRLERDEKİ TARİH VE MEDENİYET
Şehir, kent veya kasaba gibi anlamlara gelir. Arapça asıllı bir kelimedir. Ancak Arapça'da şehrin karşılığı Madina'dır. En büyük yerleşim birimi anlamına gelmektedir.
Şehir, insanların iklim şartlarından ve her türlü saldırılardan korunabilmesi, medeni ihtiyaçlarının karşılanması maksadıyla bir araya gelmelerinden ortaya çıkan geniş, kalabalık yerleşim bölgeleridir. İlk kurulan şehirlerde insanlar düşmana karşı korunmayı birinci planda tutmuşlar. Bu nedenle şehirler yükseklere, özellikle kale görünümündeki kayalıklar üzerine kurulmuştur. İnsanlık gelişim gösterdikçe ihtiyaçlarda artmaya başlamış, bu nedenle şehirlerin yapısı da, su, yol, kanalizasyon ve enerji kaynaklarının temin ediliş, dağıtım ve kullanımı dikkate alınarak bir takım değişikliklere uğramıştır.
Bu nedenle şehir planlamaları, medeniyet tarihi kadar eskidir. Şehir planlamalarında ilk dikkat çeken husus ise suyolları olmuştur. Dolayısıyla şehirler genellikle, deniz kıyılarına veya nehir kıyılarına yakın noktalara kurulmaya çalışılmıştır. Dünyadaki büyük yerleşim yerlerine bakılacak olursa bunu daha iyi anlarız. Ayrıca yerleşim yerlerinin oluşmasında ve büyümesinde dinlerin çok önemli katkıları olmuştur. Yeryüzünde baktığımızda Kudüs, Mekke, Medine, Roma ve İstanbul dini merkezler olduğundan buralarda şehirleşme çok hızlı ivme kazanmıştır. Doğal olarak şehirde yaşayan insanlar kendi medeniyetleri doğrultusunda şehirleri imar etmektedirler. İnsanların kültürel anlayışları da şehirlere yansımaktadır.
Şehirlerin yaşadığı değişim ve dönüşümü zaman zaman yapılan kazılarda ortaya çıkan kalıntılardan da anlayabiliyoruz. Yapılan incelemelerde şehircilik anlamında en büyük adımlar Romalılar döneminde atılmıştır. Zaman içerisinde İslam dininin yayılması ile İslam medeniyeti ortaya çıkmış. Müslüman topluluklar oluşturduğu İslam Devletleri ile İslam medeniyetinin hakim olduğu şehirler imar etmeye başladılar. Bu anlamdaki şehirlerin ilki kabul edilebilecek olanı ise, Hz. Peygamber Efendimizin Medine’ye hicreti ile birlikte kurmuş olduğu Medine şehridir. Hicretle birlikte İslam’ın sembolü olan bir Mescid orada inşa edilmiştir. Daha sonra gelen İslam toplulukları içinde Endülüs Emevi Devleti şehircilik ve İslam medeniyeti anlamında tarihe ciddi bir damga vurmuştur.
Müslümanlar İspanya'yı fethettikten sonra Endülüs Emevi Devleti'nin merkezi Kurtuba, Avrupa'nın en zengin kültür merkezi oldu ve 400 bin el yazma eser içeren kütüphanesiyle birçok öğrenci ve bilginin uğrak yeri haline geldi. İspanya'da Müslümanların hakimiyeti 781 yıl devam etti. Bu süre içerisinde Emevi hükümdarlarının kurdukları yönetim altında Yahudiler ve Hıristiyanlar barış içinde yaşadılar ve dinleriyle adetlerini rahatlıkla icra edebildiler.
Türkler de İslam ile tanıştıktan sonra fethettikleri bütün şehirleri imar etmişler, gittikleri her yere Türk İslam kültürünün damgasını işlemişlerdir. Gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar fethettikleri şehirlerde ve özellikle başkent olarak yerleştikleri şehirleri yeni baştan imar etmişlerdir. Selçukluların Başkenti olan Konya’da bugün hale Selçuklu izlerine rastlamak ve o havayı koklayabilmek mümkündür. Selçuklu eseri olan Alaaddin Camii bütün görkemiyle hala ayaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentleri olan Bursa, Edirne ve İstanbul’da şehrin her noktasında bu Osmanlı Devleti’nin izlerine rastlamak mümkün. Bugün bizler ise bu eserlere yetirince sahip çıkamamaktayız. Özellikle Osmanlı topraklarında hayrat olarak hemen hemen her köşede bir çeşmeye rastlamaktayız. Halkın içme suyunu karşılamak için yaptırılan bu çeşmelerin bugün birçoğu yıkılmaya yüz tutmaktadır. Hâlbuki önemli bir medeniyeti temsil etmekte bu tarihi çeşmeler yapıldığı dönemlerinin izlerini üzerlerinde taşımaktadırlar. Bir dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi Alman Çeşmesi olarak bilinen Sultanahmet Meydanı’nın kuzey ucunda bulunan ve çevresindeki diğer tarihi eserlere göre oldukça yeni ve farklı bir stile sahip olan ve Alman İmparatoru Kayser II. Wilhelm’in 19 Kasım 1898 tarihindeki İstanbul’u ikinci ziyaretinin hatırası olarak Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’e hediye edilmiş olan çeşmeden halka şerbet ikramında bulunarak tarihi günleri vatandaşlara yaşatmaya çalışmıştır.
Bugün modern dünyada şehir planlamaları yapılırken tarihteki anlayış hakim değil. Sanki şehirler inşa edilirken sadece maddi manada binalar dikilmekte, yapılmamış olmaması adına küçük küçük parklar yapılmakta ve çok katlı binalar ile şehirler boğucu hale getirilmektedir. Yeşil alanlar her geçen gün azalmakta. Kentlerde inşa edilen binalarda da hiç bir estetik söz konusu değil. Şehirlerin görünmeyen yüzü olan ruhlarına gem vurulmakta. Bu nedenle bugün düne olan özlem daha da artmaktadır.
Binlerce yıl ayakta kalan şehirlerdeki medeniyeti yansıtan eserleri, bugün devam ettiremiyor olmamız en büyük kaybımız. Bunun için de öncelikle şehre değer katacak eserleri yapabilecek Mimar Sinanları yetiştirmemiz gerekmektedir.