Önder GÜZELARSLAN

Önder GÜZELARSLAN

[email protected]

MANKURTLAŞTIRILAN İNSANLIK

25 Aralık 2020 - 17:15

MANKURTLAŞTIRILAN İNSANLIK

Mankurt, "köle" anlamında kullanılan Türk Dil Kurumuna göre milli kimlikten uzaklaştırılan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan anlamında bir kelimedir.  Mankurt, Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz kölelere verilen isimdir. Mankurt bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir.

Eski Türk, Kazak ve Kırgız destanlarından ve Orta Asya efsanelerinden edinilen bilgilere göre "mankurt" dönemin Orta Asya halkları arasında çok yaygın bir işkence ve zihin kontrol yöntemidir. Anlatılan destanlara göre Juan-Juanlar’ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikayedir. Kısaca bu hikayeyi hatırlayarak günümüzde nasıl mankurtlaştırıldığımıza bakalım.

Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış; çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar’ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esirlere yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esrin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna “Deri geçirme işkencesi” derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir “Mankurt” yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bir devenin boynundan beş-altı kişinin başını saracak deri çıkarmış. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıba bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye de uzak, ıssız bir yere götürülür, elleri ayakları bağlanır, aç, susuz bir şekilde yakıcı güneşin altında öylece birkaç gün bırakılrrmış. Bu tutsaklar birer mankurt olmadan yakınları bir baskın düzenleyip onları kurtarmasın diye de, yanlarına gözcüler koyulurmuş. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü için gizlice gelip baskın yapmak kolay olmazmış. Juan-Juanlar'ın bir tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile gerek zorla, gerek fidye vererek kurtarmak istemezlermiş. Çünkü bir mankurt, eski vücuduna saman doldurulmuş bir korkuluktan farksız bir hale gelmiş olurmuş onlar için.

Sarı-Özek’in kızgın güneşine ‘mankurt’ olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bir yandan deve derisi büzülüyor, bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp başına batıyormuş. Asyalılar’ın saçları fırça gibi sert olur zaten. Kıllar üste doğru çıkamayınca içeri doğru uzar ve diken gibi batarmış. Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür ya da aklını, hafızasını yitirirmiş. Juan-Juanlar’ın işkencenin beşinci günü ’sağ kalan var mı?’ diye gelip bakarlarmış. Bir teki bile sağ kalmışsa, amaçlarına ulaşmış sayarlarmış kendilerini. Hafızasını yitirmiş tutsağı alır, boynundaki kalıbı çıkarır, ona yiyecek verirlermiş. Köle zamanla kendine gelir, yeyip içerek gücünü toplarmış. Ama artık o bir mankurt olmuştur. Mankurt köle, pazarlarda, güçlü-kuvvetli on tutsak değerinde sayılırmış. Hatta Juan-Juanlar’ın arasında bir gelenek varmış ki buna göre, aralarında çıkan bir kavgada bir mankurt öldürülürse, bunun için ödenecek bedel, hür bir insanın ölümü için ödenecek bedelden üç kat fazla olurmuş. Bir mankurt kim olduğunun, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş. Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıdır. Ama mankurt isyanı, itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen bir yaratık. En güç işleri, büyük bir sabır isteyen çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış. Sarı-Özek’in ıssız, engin, kavurucu çöllerine ancak bir mankurt dayanabileceği için, buralarda deve sürülerini gütme işi onlara verilirmiş. Böyle yitik yerlerde, bir mankurt birkaç kişiye bedelmiş. yanına yiyeceğini, içeceğini verince, kış demeden, yaz demeden, o ilkel hayata dönüşten dolayı sızlanmayı düşünmeden kalabilirmiş bozkırda. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş. Açlıktan ölmemesi için yiyecek, donmaması için eski püskü giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemezmiş.

Makurt efsanesi böyle, bugüne geldiğimizde de başka bir yöntem ile insanlar mankurtlaştırılmaya çalışılıyor. Özellikle televizyon aracılığıyla, televizyonlarda oynatılan diziler, filmler, çizgi filmler ile geçmiş ile bağımız koparılmaya çalışılıyor. Bugün televizyonlara ilave internet var. İnternet aracılığıyla sosyal medya, youtube kanalları vs. hızla toplumu ifsat etmeye, geçmiş ile bağı kopartılmaya çalışmaktadır. Sessiz kaldığımız sürece de günün birinde artık kendimizi bile ifade edemez konuma geleceğiz. Tarihimize baktığımızda kültürel alanda, siyasi alanda, sanat alanında, edebiyatta inanılmaz güzel işlere imza atmışız. Tarihin derin kökleri bizim için çok önemlidir. Tarihimize sıkı sıkıya bağlı olmamız gere­kir. Geleceğimize ışık tutan tarih köklerimizden kopar gidersek aynı Orta Asya’daki mankurtlar gibi bizi kendilerine benzetmeye çalışan batı dünyasının, egemen güç haline gelen siyonizmin kölesi haline geliriz. Güçlü olmak zorundayız. Siyaseten, ekonomik olarak ve kültürel zenginliklerimize sahip çıkarak kültürel alanlarda ve en önemlisi bilim alanında, fen ve teknoloji alanında kendi yolumuzu kendimiz çizmeliyiz. Ama her şeyden önce kendi kültürümüzü asla unutmamalıyız. Geçmişimizin ışığını söndürmemeliyiz. Geleceğimize yön verebilmek içinde köklü, zeki, akıllı ve toplumu doğru yönde yönlendirecek insanlar yetiştirmeliyiz. Bunun için Eğitim Sistemini kökünden, A’dan Z’ye yenilemeyiz. Kültürel değerlerimizden uzak yetişen insanlar bizlerin mankurtlaşmasına kürek çekmektedirler.

Unutmayalım mankurtizm hala beyinlere hükmetmeye devam ediyor.
ÖNDER GÜZELARSLAN

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum