BİR ANADOLU GÜNEŞİ: ŞEMSEDDİN SİVÂSÎ
Sivas, İç Anadolu Bölgesi’nde Mezopotamya’dan gelen kervanların geçtiği tarihi İpek Yolu üzerinde yer alması nedeniyle tarihte önemli bir yeri olan ve ünlü Kral Yolu’nun da geçtiği tarihi eski bir şehirdir. Sivas ayrıca bünyesinde Konya’dan sonra en çok Selçuklu eserleri bulunduran bir ilimizdir. Buraya birkaç kez gelmek nasip oldu. Hemen hemen merkezi ve diğer pekçok ilçesini de gezip görme imkanım oldu. Hem Sivas’ı hem de Anadolu’yu aydınlatan İslam tarihinde üç şemsten birisi olarak bilinen ve gerçek adı Şemseddin Ahmed Arvasi olan Kara Şems olarak da bilinen Şems-i Sivâsî'inin kabri Sivas’ın merkezinde bulunmaktadır. Her gelişimde bu mübarek zatın kabrini ziyaret ederim. İnsan onun kabri başında büyük bir huzur duyuyor. Kendisini tanıdıkça ve hayatı hakkında bilgiler edinince Anadolu’daki Türk tasavvuf tarihinde yer bulan Şemseddin Sivâsî, Şems-i Tebrizî ve Ak Şemseddin ile birlikte anılan üç Şems’ten biri boşuna denmediğini anlıyorsunuz. Yaşadığı süre içerinde büyük izler bırakmış olan Şemseddin Sivâsî hakkında yaptığım araştırmalardan yola çıkarak bu mübarek insanı sizlere kısaca tanıtmaya çalışacağım.
Şemseddin Sivâsî, hicri 926 miladi olarak 1520 yılında Tokat'ın Zile ilçesinde dünyaya gelmiştir. 1519 yılında doğdu. 7 yaşında doğduğu yer olan Zile’de ilk tahsiline başlayarak İslami ilimleri öğrenmeye başlamıştır. Bir müddet sonra Tokat’a gönderilir ve orada devrin büyük alimlerinden olarak bilinen Arakiyecizâde Mevlanâ Şemseddin Efendi’nin derslerinde devam ederek çok kısa sürede naklî ve aklî ilimlerde büyük başarılar elde eder. 20'li yaşlara geldiğinde eğitimini devam ettirmek için İstanbul'a gelir. İstanbul’da Fatih Cami yanındaki meşhur sekiz medresenin birinde tahsiline devam eden Kara Şems burada müderrislik vazifesi alamaya hak kazanarak müderrislik yapmaya başlar. Müderrislik yaptığı dönemde bir gün kazaskeri ziyarete gider. Kazaskerin huzurunda mevki ve makam talep eden bazı müderris ve kadıların isteklerini dile getirirken nasıl küçüldüklerini görünce müderrislik vazifesinden tiksinmiş ve görevi bırakmıştır. Daha sonra hac vazifesini yerine getirmek üzere İstanbul’dan ayrılan Şemseddin Sivâsî hac dönüşünde Zile’ye dönmüş burada halkı irşad etmeye ve öğrenci okutmaya başlamıştır. 1564 yılına kadar Tokat ve çevresinde vazife yapmaya çalışan Şemseddin Sivâsî’nin şöhreti bölgede gittikçe yayılır. Bu esnada Sivas valisi Hasan Paşa 1564 yılında bir cami yaptırır, günümüzde Meydan Camisi diye bilinen bu camide halkı irşad edecek, vaaz verecek ehil birini aramaktadır. Yaptığı araştırmalar sonucunda Şemseddin Sivâsî’yi bu iş için ehil olarak görüp onu Sivas’a davet eder. Bu davete icabet etmek için ailesi ile birlikte, bir kısım talebelerini yanına alarak Sivas’a göç etmiştir. Kendisi için yaptırılan dergâha yerleşerek orada zahiri ve batınî ilimleri öğretmek suretiyle pek çok talebe yetiştirmiştir. Meydan Camii’nde verdiği vaazlarla halkı aydınlatmıştır.
Şemseddin Sivâsî Sivas’ta yaşamasına ve burada birçok eserler vermesine rağmen şöhreti İstanbul’a kadar yayılmıştır. Sivas’ta uzun yıllar irşad faaliyetini sürdüren Şemseddin Sivâsî ömrünün sonlarına doğru Sultan III. Mehmed’in daveti üzerine 1596 yılında Eğri seferine katılmıştır. Bu olayda Şemsi Sivasi’nin ileri görüşlülüğünü Halvetî-Şemsî şeyhlerinden Mehmed Nazmi Efendi’nin, Şemseddin Sivâsî’nin menâkıbnâmesini yazan yeğeni Receb Efendi ile Abdülmecid Sivâsî ve bazı çağdaşlarının naklettiklerinden öğreniyoruz; Şemseddin Sivâsî, henüz padişahtan davet almadan düşmanla cihad etmek gerektiğini söyleyip sefer hazırlıklarına başlamış, İstanbul’a gitmek için halkla vedalaştığı sırada padişahın cihada davet mektubu kendisine ulaşmıştır.
İstanbul’da başta padişah olmak üzere, devlet adamları, ulemâ ve özellikle Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri tarafından karşılanmıştır. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri kendisine çok büyük saygı göstererek elini öpmüş ve üç gün boyunca Hüdâyî Tekkesi’nde kendisini misafir etmiştir. Bu sırada İstanbul’un ileri gelenleri tarafından ziyaret edildiği, Sultan III.Mehmed’in kendisi için Sinan Paşa Köşkü’nde ziyafet verdiği, ziyafette bulunanların ve Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin hürmetine mazhar olduğu belirtilmektedir.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, kendisine yaşlı haliyle sefere katılmasının sebebini sorduğunda şimdiye kadar cihâd-ı ekber yaparak Peygamber’in sünnetine uyduğunu, fakat cihâd-ı asgara katılamadığını, bu yolda da onun sünnetine uymak arzusunda olduğunu söylemiştir. Eğri seferi dönüşünde rahatsızlanıp bir süre İstanbul’da dinlenmiş, Sivas’a dönmek için izin talep ettiğinde Sultan III. Mehmed kalmasını istemiş, ailesinin yanında ölmeyi arzu ettiğini söyleyince dönmesine müsaade etmiştir. Osmanlı tarihlerinde Şemseddin Sivâsî’nin bu sefere katılması hususuna pek yer verilmemektedir. Ancak Peçuylu İbrâhim padişahtan naklen şöyle bir ifade yer almaktadır. “Akşemseddin, İstanbul fethinde Sultan Mehmed-i Sânî ile bulunmuşlar. Kara Şemseddin, Sultan Mehmed-i Sâlis ile Egre’de bulunsalar aceb midir?” (Târih, II, 290 vd.).
Şemseddin Sivâsî, Sivas’a döndükten kısa bir süre sonra Rebîülevvel ayı içinde hicri 1006’da, miladi Ekim 1597 yılında vefat etmiş ve Meydan Camii hazîresinde bulunan türbeye defnedilmiştir.
Şemseddin Sivâsî, çoğu dini, tasavvufi alanda olmak üzere manzum ve mensur yirmi dört eser geride bırakmıştır.
Bugün Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiş olan Şemseddin Sivâsî’nin türbesi başta Sivaslılar olmak üzere Sivas’ı görmeye gelenler tarafından ziyaretçi akınına uğramaktadır. Yolu Sivas’a düşenler mutlaka Şemseddin Sivâsî’nin kabrini ziyaret edip hayır dua da bulunsunlar. Ayrıca türbenin hemen karşısında bulunan Lezzetçi Çorbacım da bol kepçeli, derin kaselerde sunulan, lezzetine doyum olmayan işkembe çorbasından içmeden Sivas’tan ayrılmayın.
Sivas, İç Anadolu Bölgesi’nde Mezopotamya’dan gelen kervanların geçtiği tarihi İpek Yolu üzerinde yer alması nedeniyle tarihte önemli bir yeri olan ve ünlü Kral Yolu’nun da geçtiği tarihi eski bir şehirdir. Sivas ayrıca bünyesinde Konya’dan sonra en çok Selçuklu eserleri bulunduran bir ilimizdir. Buraya birkaç kez gelmek nasip oldu. Hemen hemen merkezi ve diğer pekçok ilçesini de gezip görme imkanım oldu. Hem Sivas’ı hem de Anadolu’yu aydınlatan İslam tarihinde üç şemsten birisi olarak bilinen ve gerçek adı Şemseddin Ahmed Arvasi olan Kara Şems olarak da bilinen Şems-i Sivâsî'inin kabri Sivas’ın merkezinde bulunmaktadır. Her gelişimde bu mübarek zatın kabrini ziyaret ederim. İnsan onun kabri başında büyük bir huzur duyuyor. Kendisini tanıdıkça ve hayatı hakkında bilgiler edinince Anadolu’daki Türk tasavvuf tarihinde yer bulan Şemseddin Sivâsî, Şems-i Tebrizî ve Ak Şemseddin ile birlikte anılan üç Şems’ten biri boşuna denmediğini anlıyorsunuz. Yaşadığı süre içerinde büyük izler bırakmış olan Şemseddin Sivâsî hakkında yaptığım araştırmalardan yola çıkarak bu mübarek insanı sizlere kısaca tanıtmaya çalışacağım.
Şemseddin Sivâsî, hicri 926 miladi olarak 1520 yılında Tokat'ın Zile ilçesinde dünyaya gelmiştir. 1519 yılında doğdu. 7 yaşında doğduğu yer olan Zile’de ilk tahsiline başlayarak İslami ilimleri öğrenmeye başlamıştır. Bir müddet sonra Tokat’a gönderilir ve orada devrin büyük alimlerinden olarak bilinen Arakiyecizâde Mevlanâ Şemseddin Efendi’nin derslerinde devam ederek çok kısa sürede naklî ve aklî ilimlerde büyük başarılar elde eder. 20'li yaşlara geldiğinde eğitimini devam ettirmek için İstanbul'a gelir. İstanbul’da Fatih Cami yanındaki meşhur sekiz medresenin birinde tahsiline devam eden Kara Şems burada müderrislik vazifesi alamaya hak kazanarak müderrislik yapmaya başlar. Müderrislik yaptığı dönemde bir gün kazaskeri ziyarete gider. Kazaskerin huzurunda mevki ve makam talep eden bazı müderris ve kadıların isteklerini dile getirirken nasıl küçüldüklerini görünce müderrislik vazifesinden tiksinmiş ve görevi bırakmıştır. Daha sonra hac vazifesini yerine getirmek üzere İstanbul’dan ayrılan Şemseddin Sivâsî hac dönüşünde Zile’ye dönmüş burada halkı irşad etmeye ve öğrenci okutmaya başlamıştır. 1564 yılına kadar Tokat ve çevresinde vazife yapmaya çalışan Şemseddin Sivâsî’nin şöhreti bölgede gittikçe yayılır. Bu esnada Sivas valisi Hasan Paşa 1564 yılında bir cami yaptırır, günümüzde Meydan Camisi diye bilinen bu camide halkı irşad edecek, vaaz verecek ehil birini aramaktadır. Yaptığı araştırmalar sonucunda Şemseddin Sivâsî’yi bu iş için ehil olarak görüp onu Sivas’a davet eder. Bu davete icabet etmek için ailesi ile birlikte, bir kısım talebelerini yanına alarak Sivas’a göç etmiştir. Kendisi için yaptırılan dergâha yerleşerek orada zahiri ve batınî ilimleri öğretmek suretiyle pek çok talebe yetiştirmiştir. Meydan Camii’nde verdiği vaazlarla halkı aydınlatmıştır.
Şemseddin Sivâsî Sivas’ta yaşamasına ve burada birçok eserler vermesine rağmen şöhreti İstanbul’a kadar yayılmıştır. Sivas’ta uzun yıllar irşad faaliyetini sürdüren Şemseddin Sivâsî ömrünün sonlarına doğru Sultan III. Mehmed’in daveti üzerine 1596 yılında Eğri seferine katılmıştır. Bu olayda Şemsi Sivasi’nin ileri görüşlülüğünü Halvetî-Şemsî şeyhlerinden Mehmed Nazmi Efendi’nin, Şemseddin Sivâsî’nin menâkıbnâmesini yazan yeğeni Receb Efendi ile Abdülmecid Sivâsî ve bazı çağdaşlarının naklettiklerinden öğreniyoruz; Şemseddin Sivâsî, henüz padişahtan davet almadan düşmanla cihad etmek gerektiğini söyleyip sefer hazırlıklarına başlamış, İstanbul’a gitmek için halkla vedalaştığı sırada padişahın cihada davet mektubu kendisine ulaşmıştır.
İstanbul’da başta padişah olmak üzere, devlet adamları, ulemâ ve özellikle Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri tarafından karşılanmıştır. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri kendisine çok büyük saygı göstererek elini öpmüş ve üç gün boyunca Hüdâyî Tekkesi’nde kendisini misafir etmiştir. Bu sırada İstanbul’un ileri gelenleri tarafından ziyaret edildiği, Sultan III.Mehmed’in kendisi için Sinan Paşa Köşkü’nde ziyafet verdiği, ziyafette bulunanların ve Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin hürmetine mazhar olduğu belirtilmektedir.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, kendisine yaşlı haliyle sefere katılmasının sebebini sorduğunda şimdiye kadar cihâd-ı ekber yaparak Peygamber’in sünnetine uyduğunu, fakat cihâd-ı asgara katılamadığını, bu yolda da onun sünnetine uymak arzusunda olduğunu söylemiştir. Eğri seferi dönüşünde rahatsızlanıp bir süre İstanbul’da dinlenmiş, Sivas’a dönmek için izin talep ettiğinde Sultan III. Mehmed kalmasını istemiş, ailesinin yanında ölmeyi arzu ettiğini söyleyince dönmesine müsaade etmiştir. Osmanlı tarihlerinde Şemseddin Sivâsî’nin bu sefere katılması hususuna pek yer verilmemektedir. Ancak Peçuylu İbrâhim padişahtan naklen şöyle bir ifade yer almaktadır. “Akşemseddin, İstanbul fethinde Sultan Mehmed-i Sânî ile bulunmuşlar. Kara Şemseddin, Sultan Mehmed-i Sâlis ile Egre’de bulunsalar aceb midir?” (Târih, II, 290 vd.).
Şemseddin Sivâsî, Sivas’a döndükten kısa bir süre sonra Rebîülevvel ayı içinde hicri 1006’da, miladi Ekim 1597 yılında vefat etmiş ve Meydan Camii hazîresinde bulunan türbeye defnedilmiştir.
Şemseddin Sivâsî, çoğu dini, tasavvufi alanda olmak üzere manzum ve mensur yirmi dört eser geride bırakmıştır.
Bugün Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiş olan Şemseddin Sivâsî’nin türbesi başta Sivaslılar olmak üzere Sivas’ı görmeye gelenler tarafından ziyaretçi akınına uğramaktadır. Yolu Sivas’a düşenler mutlaka Şemseddin Sivâsî’nin kabrini ziyaret edip hayır dua da bulunsunlar. Ayrıca türbenin hemen karşısında bulunan Lezzetçi Çorbacım da bol kepçeli, derin kaselerde sunulan, lezzetine doyum olmayan işkembe çorbasından içmeden Sivas’tan ayrılmayın.
FACEBOOK YORUMLAR