YAZMAK
Önder Gürcan
Bir yazı neden yazılır?
Yazı, yazarın bir ihtiyacı, bir mutluluğu, bir işlevi, bir sorumluluğudur. Maddi bir karşılık beklemez.
Yazı; bir görüş açısı, bir karşı görüş, bir görüş ayrılığı ama sonuçta bir görüş birliğidir.
*
Dünya görüşü önemlidir. Her yazıda bir dünya görüşü yatar. Bu görüş; gerçeklik, bilgi, deneyim, inanç, hayal, rüya, ilham gibi kaynaklardan beslenir.
Görüşlerin yazıya dönüşüm sürecinde etkili olan, tarih, matematik, fizik, kimya, biyoloji, psikoloji ve felsefedir.
*
Yazı konuları sonsuzdur. İnsan henüz gözünü tam manasıyla açabilmiş değildir. Bu nedenle konular arasında bir mücadeleden söz edilebilir. Bu mücadele karmaşaya da yol açabilir. Konuların içeriğinde, kozmos’da binlerce ışık yılı uzaklıktaki galaksilerde yaşanan hayatların sesleri de duyulabilir.
Konular, zaman misali akıp gider. Bu akışta, gizli kalmış bir gerçeklik kalmaz.
*
Yazmak eylemi; anı, fıkra, makale, deneme, şiir, öykü, roman vb. adlar altında tanımlanabilir.
Bir yazı; gözlem, veri, kanıt, bilgi ve deneyimlerin birleştiği noktada bir üretim sürecidir.
Yazı, aynı zamanda, bir gül dalında, sabah serinliğinde taze açmış masum ve sevgi dolu bir tomurcuktur.
*
Yazı, gıdasını hayattan alır: Hayatın zorlu sarmalında ve labirentinde kendisine mutlaka çıkış yolu arar ve bulur. Bu çıkış yolu insancıl ve evrensel bir duruştur. Bilimsel ve şiirsel bir katkıdır. Bir pencerenin aralığından umutlu bir bakıştır. Bir gülümsemedir. Olumlu bir yaklaşımdır. Neden-sonuç ilişkisinden doğan bir olgudur.
*
Yazı, kimi zaman, etrafında fırtınalar kol gezse bile kimsesiz, yapayalnız ve özeldir: Arada bir hayal kırıklıkları yaşar. O zaman sanki bir okyanusta gidilecek bir liman arar, bulduğu güvenli bir yere demir atar ve orada kendisini keşfeder.
*
Her şey karşılıklıdır: Konular, olaylar, eylemler, duygu ve düşünceler gibi yazılar da...Etki tepkiye eşittir.
*
Yazı, yeryüzü coğrafyası üzerinde yapılan gizemli sohbete benzer. Bu sohbette herkes söz sahibidir. Sohbet, yazar ve okuyucuyu bir masada bir araya getirir.
Yazı bencil değildir. Ama ilgi, eleştiri ve katkı bekler.
Sohbette, okuyucu yazıya dahil edilir. Okuyucu, yazara her zaman bir şeyler fısıldar; onun da görüşü alınır. Olaylara farklı ve ayrı pencerelerden bakılsa da sorunlara ortaklaşa çözüm yolları bulunur ve paylaşılır.
Yazı, toplumun dilidir: Yalanı yoktur.Temiz kaplidir, dürüsttür. Son sözü ilk önce söyler.
.
Yazı, anatomisini değişen ve gelişen koşullara ve değerlere göre yapılandırır. Bu yapılanma, yazının anlam kurgusunda sonsuza giden bir tren yolculuğu başlatır. Bu yolculukta, gözlem, duygu ve düşünceler taşınır ve not edilir. Bu harikalar diyarında bir kurgu yolculuğudur.
Yazının doğal örgüsü içinde soyut tasarımlar, somut tasarımlara; bilinmeyeler, bilinenlere dönüşür.
Bu dönüşümde; bellekten yazıya dökülen anlatılardaki gerçekliklerin, hayallerin, ilhamların ve rüyaların öznesi, bizzat yazarın kendisi olur. Böylece yazar, hem kendisini hem de içinde kendisiyle bütünleşen hayattan kesitleri anlatır.
Bu anlatı, bazen, her şeyden uzak gökyüzündeki şatolarda geçen masalımsı bir dünyadır.
*
Bu dünyada kelimeler yazı dokusunun odak noktasına üşüşürler. Her kelime öne çıkmak ister. İlk kelime, yaydığı gerçeklikler ve hayaller ile yazının anahtarı ve başlangıç noktası olur.
*
Yazıdaki kurgu denkleminin parametreleri kelimelerdir. Kelimeler, yazıda anlam koridorları açar, bu koridorları birbirine bağlayan köprü, kapı ve pencereleri kurar.
Kelimeler sihirlidir. Yazıya giren bir kelime diğer kelimelere çağrışım yapar, davet iletir, bağlantı sağlar.
Kelimeler arasında soylu bir kardeşlik yatar.
Kelimeler masumdur. Kelimelere anlam yükleyen yazar değil, toplum kültürüdür.
*
Yazmak, Kafdağı’nın arkasında değil, günlük hayattadır. Yazı, canlı bir organizmadır, kendi kendisini yazar.
Hayal gücü, gerçeklik yanında yazının alacakaranlık kuşağındaki yolculuğuna eşlik eden vefalı bir dosttur; her defasında yazara bir demet çiçek uzatır.
*
Bir yazar- yine de- bir bilgenin söylediği gibi- “başkalarından çiçek beklemez, bahçesini kendisi kurar ve kendi ruhunu süsler.”
*
Yazı, emek ister. Yazmada gizli bir bilgelik varsa da, ilim, bilim ve irfan sahibi herkes bir yazardır. Her insanın, kendi ekseninde anlatacağı bir öyküsü vardır. Bu öyküde yazar, kendisine özgü bir anlatı dünyası kuran bir prizmadır.
Bu prizma; yazarın yaşantısına karışan, yolu kesişen, bellekte sessiz sedasız öylece duran, özgün bir yaşanmışlığı hayallerle tadlandırılan, gün yüzüne çıkmayı ve bir yazıya dökülmeyi bekleyen anlatıları çok çeşitli renklerle okuyucuya yansıtır.
Bu anlatı; belki bir anıdır, bir şiirdir, bir öyküdür, bir romandır.
*
Sözler uçar gider, yazılar kalır.
Sözler geçicidir, yazılar kalıcıdır.