VAN
Geçmiş yıllarda mesleki çalışmalarda bulunmak üzere Van’a giderdim.
Van şehri, M.Ö. 900’ü yıllarda Urartular tarafından “Tuşba” adıyla kurulmuş. Şehrin tarihi Antik Çağ’a uzanır.
Van adı ise, bir zamanlar bu kenti genişletip güzelleştirmiş olan “Van” ismindeki bir validen geliyor.
Van, nüfus bakımından Türkiye'nin on dokuzuncu şehri. Van Gölü kıyısında toprakları verimli, akarsuları bol, iklim koşulları oldukça elverişli bir yerleşim merkezi.
*
Van denilince akla ilk “Van kalesi”, “Van Kedisi” ve “Akdamar Adası” gelir. Bir de Tatvan ve Bitlis yakınındaki “Nemrut Kriter Gölü.”
Nemrut Kriter Gölü, volkaniktir. Bu göle son gittiğimde, İngiliz, İskoçyalı ve Fransız dağcılar, yeraltından süzülen gri volkan dumanları içinde kamp yapıyorlardı.
Van çevresinde, Iğdır ve Yusufeli’ndeki bahçelerde olduğu gibi, harikulade meyveler yetiştirilirdi: Erciş, Gevaş, Muradiye ve Edremit… Dünyaya uzak tepelerde yaşamını sürdüren Bahçesaray, bir kış cenneti ve ceviz diyarı.
Kentin sokakları insanı büyülerdi. Dünyaca tanınmış, ballı, tereyağlı, otlu peynirli, kaşarlı, yumurtalı, sütlü ve bol çeşitli sabah kahvaltıları bu sokaklarda yapılırdı.
Şehrin iki büyük caddesi vardır. ”Cumhuriyet Caddesi” ndeki belediye binasının üzerine büyük harflerle yazılı bir cümle dikkati çekerdi: “Dünyada Van, Ahirette iman.”
Van’ın görkemli turistik otellerinin yanı sıra; bal üreticiliği, halıcılık, kilimcilik, gümüş ve altın işlemeciliği yapan hediyelik eşya dükkanları büyük ilgi görürdü.
Şehrin cadde ve sokaklarında Van’ın “Vanlıyam şanlıyam” türküsü çalardı: “Giderem Van'a doğru uy aman aman aman, Yolum İran'a doğru yar elinden el aman, ...Kadir bilene doğru yar elinden el aman - Vanlıyam ben (men) şanlıyam, Kılıcı kanlıyam, Özüm sözüm hep birdir, Ben bu yurda bağlıyam.”
*
Vanlılar, Van Gölü’ne, “Van Denizi” derler. Vanlı gençler mevsimi gelince bütün gün gölden çıkmazdı. Her hafta yüzme yarışları yapılırdı.
Akdamar Adası’na Edremit’ten motorlarla gidilirdi. Akdamar Kilisesi dünyanın gündemindeydi.
Her gün Van İskelesi’nden Tatvan’a yolcu vapuru işlerdi.
Vanlı köylü kadınlar, çamaşırlarını, Van Gölü’nün kıyılarında, önlerindeki leğenlere eğilip gölün beyaz köpüklü doğal sularında yıkarlardı. Göl, kendisine özgü balık türlerine sahipti.
Van Gölü üzerindeki gün batımı hep düşsel bir tablo sergilerdi. Sanki Güneş, akşam vakti olunca, bu gizemli gölü terketmek istemezdi, öylece solmuş hayaller peşinde dolanırdı.
Günlerden bir gün Van Gölü taşmış, çevresindeki kara parçacıklarını, konakladığım lojmanı ve kıyı evlerini sular altında bırakmıştı. Sular, bir Antik Çağ masalı gibi, karadan göle değil, gölden karaya doğru akıyordu.
Lojman görevlisi Ali Bey’in kızı Serpil, Edremit’te, bahçesinde eşsiz güzellikte meyve ağaçları ve çiçekleri olan bir kır evinde doğup büyümüş, Tatvan’ın ötesindeki dünyayı henüz görmemişti. Çok kitap okuyan bu küçük kız, gölün alacakaranlık kuşağına bakıp güzel şiirler yazardı.
*
Bir sabah göl balıkçıları kayıklarla dolaşırken tarih öncesi dönemden kalma sevimli bir “Van Gölü Canavarı” ile karşılaşmışlardı. Bu göl efsanesi günlerce dünya basınında yer tutmuş ve göle de bir araştırmacı gönderilmişti.
Van’dan Iğdır ve Doğu Beyazit’e giderken muhteşem Ağrı Dağı bir kartal gibi gökyüzüne yükselerek birdenbire insanların karşısına çıkardı.
*
Boş zamanlarda Egeli akademisyen bir arkadaşımın görev yaptığı “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi”ni ziyaret ederdim. Bu bilim yuvasındaki günlük sohbetlere Van kitapçısı Siirtli Ömer, Muşlu doktor Alaaddin, Vanlı avukat Ünal, mali müşavir Şevket ve Hikmetullah beyler de katılırlardı. Bazı sohbetler Van’a özgü tas içinde sunulan yerel çay ve ayranların eşliğinde güneş ışıkları gölün yüzeyine yansıyıncaya kadar devam ederdi.
Yağmurlu havalarda Van sokaklarında, özellikle kapalı çarşı ve pasajlarda dolaşırken, tıpkı “dağları karlı Erzincan”daki gibi, yeraltından gelen küçük sesleri duyar gibi olurdunuz.
Van Halkı, tatil günlerini; yaz aylarında, dağlarda, ovalarda, şelalerde ve vadilerde çok renkli kır çiçekleriyle bezenmiş mutluluk dolu mesire yerlerinde geçirirdi.
Bazı aileler Şavşat, Iğdır ve Ardahan’daki yemyeşil yaylalara ve bahçelere tatil yapmaya giderlerdi.
Ağrı Dağı, İshak Paşa Sarayı ve dünyanın ikinci Gök taşı (Meteor) Çukuru’nu görmek isteyen Vanlılar için Doğu beyazit’e hafta sonu gezileri düzenlenirdi. Sümela Manastırı için Trabzon ve Kafkas Dağları için Hopa’ya programlanan geziler de ayrıca buna dahildi.
Kimi aileler, Erzurum’un Palandöken ve Kars’ın Sarıkamış kayak merkezlerine farklı bir yılbaşı tatiline çıkardı.
*
Ankara’dan Van’a otobüsle seyahat 24 saati alırdı. Bu anlamlı ve hiç yorucu olmayan yaşanmaya değer ilginç bir yolculuktu.
Uçakla Ankara Van arası yplculuk ise bir saat sürerdi. Hatırlıyorum: Bir kış günü Ankara Esenboğa Havaalanı’ndan Van Ferit Melen Havaalanı’na vardığımızda uçak piste buzlanma nedeniyle inememiş, göl etrafında birkaç tur attıktan sonra tekrar Ankara’ya dönmek zorunda kalmıştı. Ancak uçak yeniden havalanmış ve kış koşullarına karşın bu defa havaalanı’na inmeyi başarmıştı.
O zamanlar Van’a her gidişimde uçakta hep yabancı yolculara rastlardım. Çoğunluğunu Fransız, Avustralyalı ve Kanadalıların oluşturduğu bu yolcuların Van’a geliş ve aylarca bu bölgede kalış nedenlerini merak ederdim. Daha sonraları bu yabancı yolcular birdenbire uçaklarda görünmez olmuştu.
*
Aradan yıllar geçti. Bu hatıralar şimdi Van’ın hangi köşelerinde kalmıştır kim bilir?
FACEBOOK YORUMLAR