Önder GÜRCAN

Önder GÜRCAN

[email protected]

KITA AVRUPASI GÜNLERİNDEN KESİTLER

08 Mayıs 2022 - 17:28

KITA AVRUPASI GÜNLERİNDEN KESİTLER

Yapılacak herhangi bir seyahat öncesi, dünya haritasının şöyle bir ele alınıp, gidilecek ülkenin yeri, coğrafyası, iklimi, tarihi, yönetim şekli, nüfusu, toplum düzeni, kültürü, dili, şehirleri, mutfağı,  ekonomisi ve kişi başına düşen milli geliri hakkında kesinlikle genel bilgi sahibi olmak gerekir.


Daha sonra da kalınacak kentin kapsamlı bir şehir haritasını tedarik etmek, şehir planını incelemek ve buna göre seyahat çantasını hazırlamak.

İstatistik rakamlarına göre, yurt dışı gezilerde insanların yüzde beşi  pasaport ve cüzdan gibi kıymetli eşyalarını kaybedebiliyor veya çaldırabiliyor; tren, otobüs veya uçak kaçırabiliyor.

Şimdi gelelim Avrupa ülkelerine.

Bu kıtada tarih ve doğa iç içe geçmiş. Tarihsel değerler olmadan doğal güzellikler, doğal güzellikler olmadan da tarihsel değerler olmuyor.

Avrupa Birliği kurulduktan sonra ülkeler arasındaki sınırlar kalkmış. Bu yaşlı Kıta Avrupası için tam bir fonksiyonel sentez ve manipülasyon.

Avrupa köy ve kasabaları gündüzleri bomboştur.Yalnızca tarımsal çiftlikler, ekili araziler ve zengin ormanlar görülür.Herkes işinde gücündedir; sokaklarda insana rastlanmaz.Uzanan yemyeşil topraklarda tahıl ekili alanlar, üzüm bağları, mısır tarlaları ve çeşitli mahsuller dikkati çeker.

Avrupa’da zaman; elektrikli tramvay, metro, otobüs, taksi, payton, (nehirde) tekne, bisiklet, banliyo treni, hızlı tren ve uçak gibi ulaşım araçlarının  işleyişinde, hayatın farkındalığından uzak, bir ırmak gibi akıp gider.

Avrupa; saray, kale, şato, müze, katedral, kilise, modern yerleşim alanları, büyük parklar, yeşil araziler, ormanlar, nehirler, villalar, köşkler ve modernize edilmiş şehir içi ve şehirler arası ana yollarla dopdolu.

Avrupa kentlerinin çoğu sessizdir.Caddelerde ne korna sesi, ne de insan sesi duyulur. İnsanlara gösterilen saygı gereği cep telefonu ile zorunlu olmadıkça konuşan yoktur.Şehir içi ve şehirler arası yollarda, trafikteki gürültüyü önlemek ve insanları rahatsız etmemek için ses duvarları bile inşa edilmiştir.

Ayrıca; “doğada yaşayan bütün hayvanlara saygı duyulması gerektiği”  ilkesi benimsenmiş, hayvanların serbestçe yaşamalarını teminen ormanlık bölgelerde patikalar ve barınaklar ile şehirler arası ve uluslararası yollarda  da hayvanların güvenli geçişini sağlamak için botanik köprüler yapılmıştır.

Eski Doğu ya da Sovyet Blokuna dahil Çekoslovakya, Macaristan ve Avusturya gibi Demir Perde ülkelerinde milliyetçilik akımları gelişmiş, bu ülkeler geçmişte yapılan referandumlarla cumhuriyet rejimlerini kurmuşlar ve her biri günümüzde, sanat, edebiyat, müzik, spor, bilim, teknoloji ve kültür alanında oldukça ileridir.

O dönemlerde Sovyetler Birliği’nden kalan iki odalı çok katlı binalardaki daireler, bu ülkelerin halklarına bin dolar karşılığı satılarak evsiz yurttaş  bırakılmamış, eski binalar, restore edilmiş, çeşitli renklerde boyanmış ve modern hale getirilmiştir.Uzun kış nedeniyle çoğu evlerin balkonu yoktur ama apartman dairelerinde çiçek, bitki ve ağaç yetiştirilmektedir.

Şehirlerin turizm büroları, rehberler ve otelleri, turistlere gerekli ulaşım, gezi ve konaklama hizmetleri sunup gezilen şehrin haritalarını dağıtmaktadırlar.

Avrupa, başka deyişle Avrupa Birliği ülkelerinden bazılarının nüfusu beş on milyon arasında değişiyor.Gelişmiş ülkeler sınıfında yer aldıkları için bu ülkelerin kişi başına düşen milli gelirleri hayli yüksek.

Avrupa’nın zenginlik ve güzellik kaynağı olan nehirleri şehirleri ikiye ayırıyor: Budapeşte ve Viyana şehirlerinin ortasından Tuna Nehri geçiyor.

Vitava Nehri Prag’ı, Thames Nehri Londra’yı, Seine Nehri Paris’i, Rhein Nehri de Köln’ ü ikiye bölüyor.

Bu nehirlerde adacıklar ve kanallar var; şehir içi ve şehirler arası taşımanın önemli bir kısmı bu nehirler yoluyla gerçekleştiriliyor.Ayrıca, bu nehirlerde turistik amaçlı tekne gezileri yapılıyor.Özellikle Tuna’da tekne ile gezerken nedense İstanbul Boğazı akla geliyor.

Avrupa’da; Avusturyalı Wolfgang Amadeus Mozart ve  ludwig van Beethoven ile Leipzigli  Johann Sebastian Bach’ın senfonileri, konçertoları ve sonatları çalınıyor ve tutkuyla dinleniyor. Bu bestecilerin yaşadığı evler koruma altına alınmış.Viyana’da Mozart çikolataları üretilmiş.

Avrupa ülkelerinde günümüzde yaklaşık on milyon Türk yaşıyor. Macaristan Halkı, Hun İmparatorluğu ve Attila döneminin izlerini  hiç unutmamış; bu nedenle Türklere özel bir sempati duyuluyor.Dahası var; Orta Avrupa’da ve İtalya’da Türk köyleri var. Türk kültüründen etkilenen Polonya’da ise oryantalizm doğmuş. Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra, Türkler Avrupa halkının arasına karışmışlardı.  

Macaristan’da; tıpkı Manisa’da olduğu gibi, üzüm hasatından sonra eğlence ve yarışmaların bir arada bulunduğu bağbozumu şenlikleri düzenleniyor.

Geçmiş ile geleceğin birleştiği Budapeşte sokaklarında, Tuna Nehri’nden akan zamanın içinde, Liszt’in insanı duygulandıran “Macar rapsodileri”ni dinlersiniz.

Osmanlı İmparatorluğu tarihinde önemli bir yeri olan Estergon Kalesi, bir Macar kasabası kenarında, Tuna Nehri kıyısında varlığını korumaya çalışıyor.Slovakya’nın başkenti Bratislava’dan  bakıldığında, bu kalenin yanına katedral ve manastır gibi yeni yapıların  eklenmiş olduğu görülüyor.

Çekoslovakya’nın  yerine  kurulan yeni Çek Cumhuriyeti halkı Çekler, başkent Prag’ı dünyanın en güzel kenti olarak tanımlıyor.

Kaldığım otelde bir Prag gecesinde, bir bayan İngiliz arkeolog ile tanıştım.Bu bilim insanı, tarih öncesi dünya uygarlıkları konusunda uzun yıllar bilimsel araştırma yapmakta olduğundan söz etti. Konu “Kayıp Kıta  Atlantis’ten açılınca, “Atlantis Manisa’da,” dedim.”Atlantis’in başkenti de Manisa’dır!”Arkeolog çok şaşırdı; ”Neden Manisa?”diye sordu.Ben de kendisine, ilk fırsatta Türkiye’ye gitmesini ve Manisalı Araştırmacı-Yazar Haydar Aksakal ile bağlantı kurmasını tavsiye ettim.

Avusturya’nın başkenti Viyana’da; onbeş çocuk annesi Kutsal Roma İmporatoriçesi Maria Theresa, Avusturya Kraliçesi Sisi ve Sisi’nin tek oğlu Macaristan İmparatorluğunun Veliahtı Prens Rudolph ile ilgili öyküler anlatılıyor.Avusturya’da Osmanlı İmparatorluğunun izleri silinmemiş.

Bir zamanlar Avusturya-Macar Krallığının görkemli başkenti Viyana, bugün sanat (opera, tiyatro, müzik), kültür, bilim ve sanayi kenti haline gelmiş.Hollanda kentleri gibi, bir bisiklet şehri olan  Viyana’nın doğal çeşme suyu içilebiliyor.

Viyana’da 170 metre uzunluğundaki Tuna Kulesi (Danube Tower), Eiffel Kulesi gibi, turistlerin uğrak yeri.Otuz saniyede asansörle çıkılan bu döner kuleden, yirmi üç bölgeden oluşan Viyana şehri, Tuna Nehri kenarındaki adacıklar, kanallar, köprüler, tek katlı sayfiyelik yemyeşil evler, köşkler ve villalar göze çarpıyor.Bu panoramik güzel tablo karşısında, insanın canı acı bir kahve çekiyor.

Tuna Kulesi’nin öte tarafında, dünyada bir eşi bulunmayan ve bir geceliği dokuz yüz Euro olan tek odalı kule ötel yükseliyor.

Avusturya gibi ülkelerin ekonomileri, vatandaşlarına 1200 Euro işsizlik yardımı yapabiliyor.

Viyana’nın zengin ormanları dünyaca ünlü. Bu ormanların içindeki köyler, kasabalar, villalar ve köşkler her tondan yeşillikler ve akarsular  içinde adeta Cennet gibi. Ormanlık bölgede yer alan Seegrotte adlı bir yeraltı gölünde tekne gezinti yapmak mümkün. Almanlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında bu gölün odacıklarında uçak üretmişler.

Belçika’nın başkenti Brüksel, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin de başkenti. Ayrıca, NATO, Avrupa’da burada örgütlenmiş. Brüksel şehrinin altında çoğu Avrupalının bilmediği gizli bir nehir vardır.

Manisa’da, bizim kuşağın lise yıllarında yakından tanıdığı “Manisalı sporcu Seyhan Dirim”; Türkiye’den artakalan zamanını ailesiyle birlikte Brüksel’de geçiriyor.Bazı Manisalılar Belçika’ya gittiklerinde bu duayen sporcuyu ziyaret ederler. Manisalıların bu ülkede en çok sevdikleri yer bir Orta Çağ kenti olan Bruges’tur. Ben de bu ziyaretçilerden biri oldum.

Sırası gelmişken Belçika ile bazı tespitlerimi burada kaydetmek yerinde olur. Son yıllarda bu ülkede, hükümetin de mali yönden büyük destek vediği, kendi enerjilerini kendileri sağlayan akıllı evler üretilmeye başlanmış.Bu arada, Belçika’da; taşıt aracı olarak bisiklet kullananlara vergi indirimleri sağlanmakta; elektrikli otomobil alımı teşvik edilmekte ve yaygınlaştırılmakta; devletin sağlık ve eğitim hizmetlerinden para alınmamakta; özellikle engelli kimselere, sürekli bir şekilde insani amaçlı ve geniş kapsamlı sosyal ve kültürel hizmetler verilmektedir.

Avrupa’da bende hatıraları olan iki üniversite, Oxford (İngiltere) ve Konstanz (Almanya)’tır. İsviçre’nin başkenti Zurich, Konstanz üniversitesi yakınında bulunuyor. Zürich’te olmak, Karadeniz’in doğu köşesi kenti olan Hopa’da olmaya benzer. Zürich’ten kuzeye bakınca bembeyaz Alp Dağları  görünür, Hopa’nın karşısında da bembeyaz Kafkas Dağları.

Van Gölü’nü andıran Zürich Gölü kenarında bir İtalyan lokantasında pizza yedikten sonra Ağrı Dağı’nın devamı gibi izlenim bırakan Alp Dağlarında, özellikle karlı havalarda bir köye uğrayıp güzel bir çay içmek doğrusu huzur vericidir.

İngiltere’de, Londra’daki Victoria İstasyonu yanından kalkan şehirler arası otobüsle İskoçya’ya, Edingburg’a gitmek sekiz saatlik keyifli bir yolculuktur. Edinburg Tren Garı’ndan banliyo treniyle bir saatlik mesafede olan İskoçya’nın en büyük şehri Glasgow, kasvetli görünümü ve efsaneleşmiş öyküleriyle Jules Werne’nin gizemli romanlarını hatırlatır.

Edingburg’un  ana caddesi Princess Street’te gezinirken  gözlemlenen tarihi şatolar, müzeler, heykeller ve iki katlı binalar; durmadan yağan yağmur ve petrol rengi Kuzey Denizi’nin romantizmi içinde insanı Orta Çağ’a götürür.

Bir gün Londra caddelerinde dolaşırken, bir kitapçıdan İrlandalı romancı James Joyce’ın “Dubliners” (Dublinliler) kitabını aldım ve Harrods’tan bir Sandwich eşliğinde Hyde Park banklarından birine oturarak bu kitabı  okudum.Derken  birden Dublin beni çekti. Bu İrlanda kentine gidilir mi? gidilir, dedim ve ertesi gün kendimi Dublin’de buldum.

İlk iş olarak, James Joyce’ın bir müze haline getirilen evini ziyaret ettim. Joyce, Time dergisi tarafından dünyanın en iyi romanı seçilen “Ulysses”in yazarıdır.

Dublin’de  kendimi Manisa’daki gibi hissettim.Aynı duyguyu Edingburg’ta da hissetmiştim. Nedeni şu: Eski Manisalılar ile Dublinliler ve Edingburgluların arasında çok benzerlikler ve bağlar olduğunu farkettim. Ben Manisa Belediyesi’ne, Dublin ve Edingburg kentlerini kardeş şehir olarak seçmelerini önerirdim.

Fransa’nın başkenti Paris, eski Paris değil. Şehrin caddeleri turistler ve Afrikalılarla dolu. Eski Parisliler bu kadim şehri efsanevi ve tarihi yapılarıyla başbaşa bırakarak terketmişler ve yakın köylere taşınmışlar.Ünlü Fransız Sineması oyuncusu Alain Delon bile buradaki malikanesinden uzak, sahip olduğu hayvanlarıyla birlikte bir köydeki çiftlik evine yerleşmiş. Brigitte Bardot da öyle.

Eiffel Kulesi, bugün Seine Nehri tekneleriyle beraber  yalnızca turistlere hizmet veriyor. Paris; geçmişindeki Orta Çağ, Notre Dame de Paris, veba salgını, kıtlık, Marie Antoinette ve Napoleon Bonaparte söylenceleriyle yaşamını sürdürüyor.

Paris’te; Champs-Élysées çevresinde, Fransız felsefeci ve romancısı Jean Paul Sartre’ın vaktiyle çok sık uğradığı bir kahve o eski haliyle duruyor. Bu mekan, Sartre Kahvesi olarak da anılıyor.Romancı Albert Camus ve Franz Kafka da burada vakit geçirirlermiş.Kapı girişinde Leonardo Da Vinci, Claude Oscar Monet, Rembrandt Van, Henri Matisse, Pablo Picasso, Salvador Dali, Vincent Van Gogh ve Francisco De Goya gibi ressamların kopyalanmış tabloları yer alıyor.Fransız şairlerinden Charles Baudelaire, Alphonse de Lamartine, Paul Valery ve Arthur Rimbaud’ın şiirleri bu kahvenin duvarlarında  yazılı.

Bir gün Sartre Kahvesi’nde düzenlenen bir edebiyat gecesinde, gazeteci olarak, İngiliz Annette, Alman Angela ve Honduraslı Karina tarafından Sartre’ın sanatı ve Fransız  şiiri konulu konuşmalar yapıldı. Ben de katılımcılara, kısaca Türk edebiyatını anlattım.O gece bu eski zaman kahvesinde okunan şiirler bu gök kubbede hoş bir seda olarak kaldı.

İskandinavya ülkeleri arasında sayılan ve Avrupa’da yıldızı parlayan Danimarka, İsveç ve Norveç, Kuzeyin Viking dünyası olarak tarih araştırmacılarının ilgi odağı. Bu kuzey ülkelerinin kullandığı dil, Orta Asya kökenli Ural-Altay dil grubuna dahil.İskandinavya, soğuk iklimi ile değil, fiyordlaryla tanınıyor ve ilgi çekiyor.

Bu bölgenin halkı, Norveç’in başkenti Oslo’ya “yaşanacak şehir”, Finlandiya’nin başkenti Helsinki’ye “kendi hayatını yaşayan şehir”, İsveç’in başkenti Stockholm’e de “gezilecek şehir” diyor.

İsveç’teki parlamento üyelerinin yarısını, kadın üyeler oluşturuyor.Norveç’in, parlamenter demokrasi ve anayasal monarşisinde, Kraliçe Sonja siyaset üstü bir konumda; bu ülkenin kadın başbakanı ise Erna Solberg. Parlamenter demokrasi ve anayasal monarşi ile yönetilen diğer bir İskandinav ülkesi olan Danimarka’yı da kadın Başbakan Helle Thorning-Schmidt yönetiyor.

Baltık Denizi’nde, Stockholm’den Helsinki’ye “Viking Line” ile yapılan on altı saatlik yolcu gemisi seyahatinde, bir zamanlar bu bölgede yaşamış olan Vikinglerin sesleri duyulur.

Hollanda, Kuzey denizinden çalınmış göller ve kanallar ülkesi.Deniz ve hayvancılık sektörleri çok gelişmiş.  Köyler, modern ekili araziler ve kentler; su kanalları ve yel değirmenleriyle kaplı. Yel değirmenleri, Miguel de Cervantes’in  Don Kişot romanını çağrıştırıyor.

Hollanda’daki tatiller, organik tatile dönüştürülmüş. Hollandalıların deyişiyle, bu ülkede para; Dünya Adalet Divanı şehri Lahey’de dağıtılıyor; Rotterdam’da kazanılıyor, başkent Amsterdam’da harcanıyor.

Avrupa ülkelerinin çoğunda belirli tarihlerde Orta Çağ geceleri düzenleniyor.Bu ihtiyarlamış kıta, dünyanın “Uzay Çağı”na giriş yaptığından habersiz, Orta Çağ romantizmini ve melankolisini yeniden yaşamak istiyor gibi.

Avrupa’dan kesitler şimdilik bu kadar. Seyahat denilince herkesin anlatacağı şey çoktur. Benim de Avrupa ile ilgili başka yazılarla daha çok anlatacaklarım olacak.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum