İKİ ŞEHİR: MANİSA VE İSTANBUL
Bir insanın bir şehri sevmesi, o şehrin tarihini, coğrafyasını, kültürünü ve insanlarını öğrenmesiyle başlar. Yaşanılan şehir, köy, mahalle, sokak, ev ve komşular sevildiği kadar anlam ve önem kazanır. Tersi bir durum, köksüz ağaca benzer.
*
Manisa); Antik Çağ’da, (M.Ö.14.yüzyılda), Truva Savaşı’ndan dönen Magnetliler tarafından “Magnesia” adıyla kurulmuş. Ama on bin yıllar boyunca bir geçmişi olduğu da bir gerçeklik.
Tarih öncesi Manisa, Spil Dağı ve Gediz Ovası’nda görülen liman kalıntıları, bulgular ve fosillerden anlaşıldığı üzere, yolcu ve ticaret gemilerinin demir attığı uluslararası bir deniz kentiymiş.
Manisa, yazılı tarihe göre, Etiler, İyonyalılar, Hititler, Akalar, Frigyalılar, Lidyalılar (Dünyada paranın ilk icat edildiği ve basıldığı yer), Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklulara ev sahipliği yapmış. Şehrin ismi, Saruhanoğulları Beyliği zamanında, “Manisa” olarak değiştirilmiş.
Manisa’da, çocukluğumuzun geçtiği mahalleyi simgeleyen Ulucami, 1366’da İshak Çelebi tarafından yaptırılmış.
Manisa, 1410’da Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmış ve imparatorluk bünyesinde, Ege Bölgesi Sancakbeyliği, “Şehzadeler Şehri” haline getirilmiş.
Şehir, Spil Dağı yamaçlarıyla sınırlı kalmış. Sancakbeyliği Sarayı, Ulucami Bölgesi’ndeymiş.
Osmanlı şehzadelerine padişahlıktan (Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman…) önce horozköy ve Muradiye’deki merkezlerde ulemalar tarafından ilim, bilim ve irfan alanlarında geniş kapsamlı eğitimler verilirmiş.
İstanbul’dan atlı araba ve faytonlarla gelen nazırlar (bakanlar), zabıtan (üst rütbeli subaylar), yüsek düzeyde görev yapan devlet memurları ve eşraf; Spil Dağı, Ulucami ve Sultan (Kiraz) Yaylası yamaçlarında bulunan konaklar, villalar ve dağ evlerinde otururlarmış.
Gediz Ovası’nda Gediz Irmağı boyunca uzanan üzüm bağlarında akşam yemekleri yenirmiş.
Yıllar sonra Osmanlı Sarayı, villalar, konaklar ve dağ evlerinden hiçbir iz kalmamış. Adlarına bir anı bile bırakılmamış.
*
Eski Ulucamililer, o zamanlarki Osmanlı kuşağından arta kalan bir kuşak sayılır. Bu nedenle, şehzadeler şehri Manisa’da yaşayan eski halk ile eski İstanbulluların arasında çok az da olsa yakın akrabalık, dostluk bağları ve köprüleri vardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, İstanbul ve Manisa arasında karşılıklı olarak postanelerden mürekkepli sazkalemlerle mektuplar gönderilir, her gün postacının yolu gözlenir, iki şehir arasında gidilir ve gelinirmiş.
*
Biz, Manisa Ulucami’deki çocukluk yıllarında, otobüsler, trenler ve Bandırma vapuruyla İstanbul’a akrabalarımızı ziyarete ve misafirliğe giderdik.
Ulucamililerin İstanbul’da buluşma yeri Taksim, Beyazit, Aksaray, Sirkeci Garı, Karaköy ve Galata Köprüsü’ydü. Eminönü, Gülhane Parkı, Sultanahmet, Çemberlitaş, Beyazit, Laleli, Aksaray, Haseki, Fındıkzade, Çapa, Şehremini ve Topkapı da dolaşılırdı. Manisa’dan ayrılıp buralara yerleşen eski Ulucamililere uğrardık. Divan Pastanesi’nde Manisa sohbetleri yapılırdı; kimi zaman da Piyer Loti’de okkalı kahve ve çaylar içilirdi.
*
İstanbul’un her semti, kendisine özgü masalımsı, romantik ve gizemli bir görünüm taşırdı. Uzak mesafelere yürüyerek gidilebilirdi. Karaköy’den, Tünel, Galatasaray, Beyoğlu, Taksim, Gümüşsuyu, Harbiye, Nişantaşı, Şişli ve Mecidiyeköy’e kadar uzanan yolda gezinti yapmak keyifli olurdu.
Eminönü İskelesi’nden Boğaz’a; Galata Köprüsü ve Sirkeci’deki iskelelerden Prenses Adaları’na yolcu vapurları kalkardı (Şimdi Kabataş’tan deniz yolu açılmış). Son durak Büyükada olurdu. Harem ve Eminönü arasında araba vapurları işlerdi. Vapurlarda tatil günlerinde İstanbullu gençler çalgılar eşliğinde şarkılar söylerlerdi.
*
İstanbul Üniversitesi’nde öğrenim gören Manisalı gençler, Aksaray’da kiralık oda tutarlardı; Kapalı Çarşı’dan yokuş aşağı Mısır Çarşısı’na inerlerdi; üstelik Galata köprüsünde balık da avlarlardı. Boş zamanlarında entelektüel sohbetlere katılmak için Beyazit’teki Marmara Kahvesi’ne uğrarlardı.
*
Tanıdıklarımız Beşiktaş’ta, Ihlamur’da otururlardı. Buradan Ortaköy, Kuruçeşme, Bebek, Emirgan, Reşitpaşa, Yeniköy, İstinye ve Sarıyer’e gezmeye gidilirdi. Trafik diye bir sıkıntı yoktu. Bazen Beşiktaş İskelesi’nden vapurla Üsküdar’a; Yeniköy’den de boğaz motorlarıyla Beykoz’a geçilirdi.
*
Manisa’da da, vaktiyle, Manisa Lisesi, manisa Öğretmen Okulu, Manisa İsmet İnönü Kız Meslek Lisesi ve Manisa Erkek Sanat Okulu öğrencileri Şamlı Pastanesinde ve Tatlıcı Musa Aga’da buluşur, sohbet ederlerdi.
Manisalılar bahar günlerinde Spil Dağı, Bozköy, Akpınar ve Gediz Ovası’ndaki mesire yerlerine giderlerdi.
Hatırlıyorum: Öğrenciler tarafından Muazzez Arçay Sineması, Şehir Sineması, Manisa İsmet İnönü Kız Meslek Lisesi ve diğer şehir salonlarında kültür, sanat ve edebiyat, şiir, müzik, tiyatro ve opera günleri düzenlenirdi. Manisa, tarihi gibi çok kültürlü bir şehirdi.
Kış aylarında aylarca yağmur yağardı; Manisa Ovasını sel basardı; dağdaki vahşi hayvan sürüleri ovaya inerdi; Gediz Irmağı taşar, şehrin dış mahallelerindeki evleri su basardı; ağlayan çocuklarla birlikte evcil hayvanların sesleri duyulurdu; İzmir Körfezi martıları da yiyecek aramak için gediz Ovası’na uçarlardı.
Ama bugün, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkisiyle Gediz Nehri, Nif Çayı ve Marmara Gölü kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya.
*
Manisa ve İstanbul arasında geçip giden o günler, gerçekten ne kadar güzel günlermiş.
Geçenlerde İstanbul’daydık. İstinye’deki bir alışveriş merkezinde, eski Ulucamililerden bir aileyle karşılaştık.
Hep birlikte İstinye’de bir deniz kahvesine gittik. Eski İstanbul’dan, eski Manisa’dan ve eski Ulucamililerden söz ettik. Akdeniz ve Karadeniz’den süzülerek İstanbul Boğazı’ndan seyreden yük gemilerine bakarken, geçmiş yıllara döndük; hüzünlendik, tebessüm ettik. Hatıralar, bizi alıp götürdü, getirdi, bıraktı, sonra da Boğaz’ın sularında sessizce kaybolup gitti.
*
O zamanlarki Manisa ve İstanbul artık başka bir Manisa ve İstanbul.
İstanbul, uluslararası bir “megakent”e dönüşmüş. Şehir metro sistemine bağlanmış. İstanbul’a Londra ve Paris metro sistemi uyarlanmış. Ayrıca yeni yapılar, boğaz köprüleri, gemiler, tankerler, vapurlar, otobüsler ve yeni taşıt ağlarıyla bu şehir insanı şaşırtıyor. Masallara, anı kitaplarına, romanlara, öykülere, sinema filmlerine, şarkılara, türkülere, şiirlere konu olmuş bir dünya kenti.
*
Manisa’ya gelince: Manisa, Gediz Ovası’nın rüyasında uyuyan güzeller güzeli bir prenses.
Manisa, çok bilinmeyenli ve zengin bir antik kent olgusundan geliyor; günümüzde dikey ve yatay büyümüş modern bir kent yapısına dönüşmüş; İstanbul’dan farklı boyutlara sahip.
Manisa, on binyıllar arasında bunca kültürel çeşitlilik yaşamış; çok gün yüzü görmüş bir şehir; keşfedilmesini bekleyen hatıralarını ve öykülerini kucağında taşıyor.
Ne var ki Manisa’yı tarihsel süreci içerisinde anlatan nostaljik bir anı kitabı ya da bir roman yazılmamış. Spil Dağı Efsanesini ve Gediz Ovası’nın gizemli labirentini aktaran bilimsel bir araştırma da yapılamamış.
Dünya tarihçilerinin bir türlü ortaya çıkaramadığı kayıp kıta “Atlantis”in Manisa’da bir yerlerde olduğu (?) geçmiş yıllarda bazı İngiliz arkeologlarınca basına açıklanmıştı.
Amerikalı ünlü romancı Dan Brown, İstanbul’u konu alan “Cehennem” adlı bir roman yazmış ve Hollywood Sineması bu romanın uyarlamasını beyaz perdeye yansıtmıştı.
Dan Brown, eğer Atlantis haberini duyarsa, yeni bir roman kaleme alır ve Hollywood Sineması, senaryosu, kurgusu, oyuncu kadrosu, seti ve platosuyla birlikte Manisa’yı bir gün mekan edinebilir, kimbilir?
FACEBOOK YORUMLAR