HÜZÜNLÜ BİR SONBAHAR GÜNÜ
Bir sonbahar sabahı. Kumruların türküleriyle uyandım.
Gökyüzü, bulutlarla pespembeye boyanmış, sanki güller açmış.
Denizden hafif bir meltem esiyor ve insanın yüzünü bir ana kalbi gibi okşuyor.
Önümdeki ağaçların dallarına güvercinler ve serçeler konuyor.
*
Tam o sırada az ötedeki çamların kararmış kozalıklarından kanat çırpan ve havada kayıtsızca süzülerek uçan bir çift kelebek; sararmış yaban otlarını, çayırları, fundalıkları, siyah zeytin, beyaz ve pembe zakkum ağaçlarını geride bırakarak, oturduğum balkondaki hanımelilerin saldığı kokuları alarak, yanımda sessizce duran köşe yastığı ile morlu yeşilli menekşe ve beyaz sardunya saksılarının üzerine kondu.
Kelebekler nasıl yaşar, neler düşünür?
Ben onları izlerken masadaki sabah kahvaltısına ve kahveye dokunmayarak bir bardak su içtim. Kelebelikleri ise kendi dünyalarında öylece bıraktım.
*
Bu sonbaharda ve pazar günü sessizliğinde insan nereye gidebilir?
Bir ormana gidilebilir. Ya da uzaklarda bir göl veya ırmak kenarına.
Şehirler tepelere, yamaçlara, dağlara kuruluyor.
İnsan; ormanlarda, vadilerde, dağlarda, ovalarda, bağlarda ve bahçelerde lodos ve poyraz eşliğinde esen rüzgarların ağaçların, çalıların, ot ve çiçeklerin üzerinde bıraktığı hışırtıyı özlüyor.
*
Öğlen vakti. Evden çıkıyorum. Deniz kasabasının sokaklarında dolaşıyorum.
Balıkçı lokantaları, kahveler, pastacılar ve diğer dükkan sahipleri, iş yerlerinin önünde kurulu saldalyelere oturup konuşmadan tavla eşliğinde çaylarını yudumluyorlar, dönmemek üzere akıp giden zamanın tadını çıkarıyorlar.
Denizin dalgalarının dövdüğü kayalıkları üzerindeki martılar mutsuz görünüyor.
Limanda demirleyen Ege Denizi, Akdeniz ve Okyanus görmüş yük gemileri, yolcu ve balıkçı tekneleri, yatlar, motorlar, kayıklar…
Sahil boyunca uzanmış midye, dondurma, mısır, pamuk helva ve boyoz satıcıları; sokak şarkıcıları; kulağında küpe, burnunda persing, boynunda ve kolunda dövme, elinde cep telefonu ve sigara ile dolaşan z kuşağı gençleri…
*
Ortalıkta ses yok. Yaprak bile kımıldamıyor.
Kasabayı sarıp sarmalayan binalara ve evlere bakıyorum.
Her yer yalnızlığa ve yabancılaşmaya çekilmiş. Herkesin anlatacağı bir hikayesi vardır.
Dünya hayatı gizem dolu bir tiyatro…
İnsanlar birer misafir oyuncu.
Her oyuncu, çizilen yol haritasında kendisi için yazılmış rolü oynuyor.
Oyundaki sahne, mizansen ve replikler birbirinden farklı.
*
Bir sanat ve edebiyat dergisi alıyorum. Derginin kapağındaki manşeti ve alt yazıyı okuyorum: “Hollywood Sineması ‘Bir Güz Masalı’ senaryosunu yeniden beyaz perdeye aktarıyor. Film çekim çalışmalarına başlandı.”
*
Eve dönüyorum. Bahçedeki göçmen kuşları terkedip gitmiş.
Balkon saksıları üzerindeki kelebekleri arıyorum. Onlar da yok. Kim bilir nereye uçtular?
*
Akşam vakti birdenbire inince gökyüzü erken kararıyor artık.
Günlerin ve duyguların birbirine karıştığı bu hüzün dolu mevsimde içimden şu sözler geçiyor: “Merhaba Sonbahar! Hoş geldin Kış!”
FACEBOOK YORUMLAR