DÜNYA ŞEHİRLERİ VE İNSANLAR
Dünyada ilk şehirleşmelerin; tarihçilerce elde edilebilen somut bilgi ve bulguların ışığında, hayvancılığın gelişmesiyle birlikte M.Ö.8000’de Orta Doğu’da (Mezopotamya), Sümerler, Mısırlılar, Akadlar, Babilliler, Fenikeliler, İsrailoğulları vb. tarafından kurulan site devletlerle yaşama geçirildiği anlaşılmaktadır.
Antik Çağ’da ve daha sonra Orta Çağ’daki toplumlarda, çok kültürlülük ve modernite gibi kavramların ortaya çıkması sonunda Roma, Atina, Paris, Londra, Moskova, İstanbul, İzmir, New York, Shanghai gibi önemli dünya şehirleri yeniden yapılanmışlardır. Bu yapılanma sürecinde, tarihçiler, toplum bilimciler, kent plancıları, mimarlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve felsefeciler küçümsenmeyecek roller üstlenmişlerdir.
Şehirler de canlı bir organizmadırlar : Belirli bir zaman içinde doğarlar, yaşarlar ve değişirler. Buna göre
her kadim şehrin anlatılacak kendisine özgü mitolojik bir hikayesi vardır.
*
Yeryüzünün her çağında meydana gelen “doğal afetler”, insan hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir : Tsunami, deprem, sel baskını, erozyon, heyelan, fay hattı kırılması, kasırga, fırtına, hortum, yanardağ vb. Şimdi de küresel virüs salgını…
Doğa, bu afetlerden büyük ölçüde etkilenmektedir. İnsanların doğaya ihtiyacı vardır. Ama doğanın insanlara Ihtiyacı var mıdır?
Dünya ülkelerindeki yerleşim bölgelerine ilişkin proje ve imar planlarının; genellikle, yeterli zemin etüdüne dayalı coğrafi, jeofizik ve jeolojik araştırmalar dikkate alınmadan yapılmakta olduğu bildirilmektedir.
Bu bakımdan; uzmanlaşmış şehir plancıları, mimarlar, inşaat mühendisleri, sosyologlar, devlet yönetimleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve yerel idareler arasında kurulacak iş birliği ve koordinasyonla yönetmeliklere bağlanmış bilimsel veriler, somut ölçütler ve genel kabul gören standartlar gereğince hazırlanmış yeni projeler ve imar planları yanı sıra etkin kontrol ve denetim mekanizmaları büyük önem taşımaktadır.
Dünya gelecekte çöle dönüşmeden; ekili tarım arazileri ile denizler, göller, akarsular, ormanlar, dağlar, ovalar, canlı hayvan ve bitki alanları korunmalı; şehirlerin tarihsel kimliğini yansıtan eski yapılar yaşatılmalıdır.
*
Toplumların çağdaşlık, modernlik, refah ve gelişmişlik düzeyini, şehirlerin mimarisi belirler. Usulüne uygun olarak projelendirilmiş şehirleşmelerin toplam maliyeti, doğal afetlerin getireceği maddi ve manevi zararların yanında mukayese edilmeyecek kadar düşüktür.
*
Vaktiyle bahçeli evlerde yaşayan insanlar vardı. Bugün, bu insanların çoğunlukla, apartmanlarda oturdukları görülmektedir. O eski evler ki, içten ve temiz yürekli komşuluklarıyla birlikte; odaları, salonları, mutfakları, rafları, hanayları, verandaları; koltukları, sandalyeleri, minderleri, perdeleri, karyolaları, halıları, kilimleri, gaz lambaları, mumluk ve şamdanları, yemek masaları, çaydanlıkları, çay ve kahve fincanları, zeytinyağ şişeleri, yağlık kapları, tencere, çatal, kaşık, tabak, kase, kap, kupa ve sürahi takımları, reçel ve pekmez kavanozları, meyvalıkları; kitaplıkları; bahçelerindeki su tulumbası ve çeşmeleri, dut, zeytin ve incir ağaçları; asma, lale, papatya, begovilya, sümbül, hanımeli ve menekşeleri ile ne harikuladeydiler.
*
Günümüzde dikey kentleşme olgusuna paralel olarak köyler kasabalara, kasabalar şehirlere, şehirler de megapollere dönüşmektedir. Kentsel dönüşüm eksenlerinde kalan insanların yalnızlıkları da geometrik bir şekilde büyümektedir.
Yakın bir gelecekte, ihtimal ki, kışlık ve yazlık ev diye bir şey kalmayacaktır. İnsanlar kendi sağlıkları için birtakım ücra köşeler keşfedeceklerdir.
Bilim insanları da şimdiden, gökyüzünde ve gezegenlerde inşa edilecek uzaykent projeleri hazırlamaktadırlar.
Bu postmodern gelişmelere hayret etmemek lazım: Asıl; Hindistan, Çin gibi ülkelerde, aşırı nüfus artışı ve çarpık kentleşmelerin labirentlerinde, astronomik sayıda konut stoku, günlük hayat karmaşası, yoğun ses kirlenmesi ve gürültü arasında sıkışan insanların nasıl huzur ve mutluluk içinde yaşayabildiklerine hayret etmek lazım herhalde.
Antik Çağ’da ve daha sonra Orta Çağ’daki toplumlarda, çok kültürlülük ve modernite gibi kavramların ortaya çıkması sonunda Roma, Atina, Paris, Londra, Moskova, İstanbul, İzmir, New York, Shanghai gibi önemli dünya şehirleri yeniden yapılanmışlardır. Bu yapılanma sürecinde, tarihçiler, toplum bilimciler, kent plancıları, mimarlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve felsefeciler küçümsenmeyecek roller üstlenmişlerdir.
Şehirler de canlı bir organizmadırlar : Belirli bir zaman içinde doğarlar, yaşarlar ve değişirler. Buna göre
her kadim şehrin anlatılacak kendisine özgü mitolojik bir hikayesi vardır.
*
Yeryüzünün her çağında meydana gelen “doğal afetler”, insan hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir : Tsunami, deprem, sel baskını, erozyon, heyelan, fay hattı kırılması, kasırga, fırtına, hortum, yanardağ vb. Şimdi de küresel virüs salgını…
Doğa, bu afetlerden büyük ölçüde etkilenmektedir. İnsanların doğaya ihtiyacı vardır. Ama doğanın insanlara Ihtiyacı var mıdır?
Dünya ülkelerindeki yerleşim bölgelerine ilişkin proje ve imar planlarının; genellikle, yeterli zemin etüdüne dayalı coğrafi, jeofizik ve jeolojik araştırmalar dikkate alınmadan yapılmakta olduğu bildirilmektedir.
Bu bakımdan; uzmanlaşmış şehir plancıları, mimarlar, inşaat mühendisleri, sosyologlar, devlet yönetimleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve yerel idareler arasında kurulacak iş birliği ve koordinasyonla yönetmeliklere bağlanmış bilimsel veriler, somut ölçütler ve genel kabul gören standartlar gereğince hazırlanmış yeni projeler ve imar planları yanı sıra etkin kontrol ve denetim mekanizmaları büyük önem taşımaktadır.
Dünya gelecekte çöle dönüşmeden; ekili tarım arazileri ile denizler, göller, akarsular, ormanlar, dağlar, ovalar, canlı hayvan ve bitki alanları korunmalı; şehirlerin tarihsel kimliğini yansıtan eski yapılar yaşatılmalıdır.
*
Toplumların çağdaşlık, modernlik, refah ve gelişmişlik düzeyini, şehirlerin mimarisi belirler. Usulüne uygun olarak projelendirilmiş şehirleşmelerin toplam maliyeti, doğal afetlerin getireceği maddi ve manevi zararların yanında mukayese edilmeyecek kadar düşüktür.
*
Vaktiyle bahçeli evlerde yaşayan insanlar vardı. Bugün, bu insanların çoğunlukla, apartmanlarda oturdukları görülmektedir. O eski evler ki, içten ve temiz yürekli komşuluklarıyla birlikte; odaları, salonları, mutfakları, rafları, hanayları, verandaları; koltukları, sandalyeleri, minderleri, perdeleri, karyolaları, halıları, kilimleri, gaz lambaları, mumluk ve şamdanları, yemek masaları, çaydanlıkları, çay ve kahve fincanları, zeytinyağ şişeleri, yağlık kapları, tencere, çatal, kaşık, tabak, kase, kap, kupa ve sürahi takımları, reçel ve pekmez kavanozları, meyvalıkları; kitaplıkları; bahçelerindeki su tulumbası ve çeşmeleri, dut, zeytin ve incir ağaçları; asma, lale, papatya, begovilya, sümbül, hanımeli ve menekşeleri ile ne harikuladeydiler.
*
Günümüzde dikey kentleşme olgusuna paralel olarak köyler kasabalara, kasabalar şehirlere, şehirler de megapollere dönüşmektedir. Kentsel dönüşüm eksenlerinde kalan insanların yalnızlıkları da geometrik bir şekilde büyümektedir.
Yakın bir gelecekte, ihtimal ki, kışlık ve yazlık ev diye bir şey kalmayacaktır. İnsanlar kendi sağlıkları için birtakım ücra köşeler keşfedeceklerdir.
Bilim insanları da şimdiden, gökyüzünde ve gezegenlerde inşa edilecek uzaykent projeleri hazırlamaktadırlar.
Bu postmodern gelişmelere hayret etmemek lazım: Asıl; Hindistan, Çin gibi ülkelerde, aşırı nüfus artışı ve çarpık kentleşmelerin labirentlerinde, astronomik sayıda konut stoku, günlük hayat karmaşası, yoğun ses kirlenmesi ve gürültü arasında sıkışan insanların nasıl huzur ve mutluluk içinde yaşayabildiklerine hayret etmek lazım herhalde.
FACEBOOK YORUMLAR