BİR ESKİ ZAMAN MASALI
Önder Gürcan |
Bir zamanlar şehirlerin bütün mahallelerinde içinde çeşmesi bulunan bahçeli evlerde yaşanırdı.
Evlerin bahçelerinde dut, erik, incir, iğde, hurma, nar, kiraz gibi meyve ağaçları yetiştirilirdi. Palmiye, akasya ve çınar ağaçları da vardı.
El yapımı tahta, taş, tuğla ve kerpiçten yapılan bu mavi badanalı evler, tek veya iki-üç katlı, hanaylı ve verandalıydı. Evlerin sabah rüzgarında açılan pencereleri, saksılarda beyaz ve kırmızı güller ile menekşelerle kaplanırdı.
Evlerin huzur dolu odalarında taş veya mermer üstü divan, oymalı dolap, iskemle, yer minderi, vazolu masa, şifonyer ve komidin bulunurdu.
Evlerinin yosun tutmuş avlu duvarlarındaki koruklu asmalar ve hanımelilerden yayılan kokular dalga dalga şehirlere yayılırdı.
Kış ayları yoğun yağmurlu geçerdi. Şehirlerin kenar mahallelerini, ovalarını ve vadilerini basan sel görülecek kadar güzeldi.
Bir insan boyu kar yağardı ve her taraf haftalarca bembeyaz kar altında örtülü kalırdı. Yollar kapanırdı. Evlerden yükselen kömür sobası dumanları şehirleri bir masal alemine götürürdü.
Dağdaki kurt ve domuz sürüleri ovalara ve köylere inerdi.
Dağ yamaçlarında sahipsiz incir ve dut ağaçları, toprağın derinliklerden gelip akıp giden pınar suları olurdu.
Çok sayıda ev, zengin bir kitaplığa sahipti. Şiir olsun, öykü olsun, roman olsun bütün Türk ve dünya klasikleri özlemle okunurdu.
Aileler, boş zamanlarında tiyatro, opera, bale ve Türk klasik ve halk müziği konserlerine giderlerdi.
Kitap, resim ve heykel sergileri açılırdı.
Gençler; okul dışındaki vakitlerini kütüphanelerde geçirirlerdi; kimi zaman da dağlara çıkar, futbol ve tenis oynar, deniz, göl veya ırmaklarda balık avlarlardı.
Günlük hayatta hiçbir şekilde paradan söz açılmazdı.Paradan söz etmek çok ayıp olarak karşılanırdı.
Büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterilirdi. İnsanlara saygıda kusur edilmezdi.
Yolda karşılaşan insanlar birbirlerine, selam verir, “zatıaliniz”, “beyefendi”, “hanımefendi”, “siz”, “sizler”, “arzı hürmet ederim efendim”,” gibi nezaket sözcükleriyle hitap eder, hal hatır sorarlardı; bir sorun olduğunda tevazu göstererek “nasıl münasip görürseniz efendim” derlerdi.
Mahallelerdeki komşular, güler yüzlü, temiz yürekli, vefalı, kötü gün dostu, hatırlı, duygulu ve ince düşünceliydiler.
Komşular; misafirlerine, özenle tepside hazırlanan ve fırında pişirilen cevizli baklava ile ıspanaklı - zeytinyağlı börek, ayrıca dut ağacından koparılan yeşil yaprak içinde peynir ve tereyağ ikram ederlerdi. Evin çocuğu, elinde kolonya ve ipek mendil ile ayakta beklerdi.
Komşudaki kahve sohbetlerinde laf lafı açardı, konuşmalar giderek koyulaşırdı. Bu sohbetler, aileler için önemli bir görgü ve kültür kaynağı idi.
Geçmiş hatıralar, hayallerle birlikte tadlandırılır, anlatılırdı.
Mahalle kahvelerinde; tavla, satranç ve dama oynanırdı; tarih, edebiyat, etik ve felsefe üzerine konuşmalar büyük bir ilgi ile dinlenirdi.
Evlerde dantelle örtülü masalar üzerinde radyo bulunurdu. Yurt ve dünya haberleri yakından ve merakla izlenirdi.
Ocak olarak şömine, soba veya mangal yakılırdı.
Mangallarda demlenen eski zamane çayları doğrusu bir başka keyifti.
Sabahları mangalda kızartılan ekmek dilimlerinin üzerine tereyağ, peynir ya da zeytinyağ sürülürdü. Dağlardan getirilen çam veya çiçek balı bir köşede dururdu.
Komşular arası davetlerde, elektrik veya gaz lambalarının romantik ışığı altında mangal külünde pişirilen ve lokum eşliğinde sunulan acı okkalı kahvenin keyfine diyecek yoktu ve kahvenin kırk yıllık hatırı vardı.
Yemek, yer sofrası üzerinde yenirdi. Nişasta, bulgur, makarna, peynir, yoğurt, zeytinyağı ve reçel evde yapılırdı. Ekmek, börek, pide, ve tatlılar mahalle fırınında pişirilirdi. Patlıcanlı ve kabaklı börek, acı biber ve patlıcan kızartması ile tahinli pide çok sevilirdi.
Bir ihtiyaç duyulduğunda evin veya komşunun çocuğu koşa koşa mahalle bakkalına gönderilirdi.
Yoğun kar yağışlı ve dumanlı kış gecelerinde sobaların uzerinde kestane kavrulur, ayva pişirilir, sokaktan geçecek olan bozacı beklenirdi.
Evlerde çanak, çömlek, tabak, tencere, kalaylı bakır sahan, sürahi, kupa, bardak, çaydanlık, fincan, tahta kaşık, kazan, tava, tel dolabı başlıca mutfak gereçleriydi. Kilerdeki kuyuda kışlık yiyecekler saklanırdı.
Yazdan kalma kavun ve karpuzlar, iplerle tavandaki çengellere asılırdı.
Evlerden yükselen kömür sobası dumanı ile mangallardan yayılan kestane kokusu bir masal dünyası gibi çocukların uykularını süslerdi.
Bazı evlerin bahçesinde koyun, keçi, inek, tavuk, horoz, kedi ve köpek beslenirdi. Evlerde elde edilen sütten yoğurt, peynir, kaymak ve ayran üretilirdi.
Üzüm asmaları, bostan tarlaları, sebze bahçeleri, şifalı tulumba suları, kır çiçeklerinin kokusu, çekirgelerin çalgısı, tarla kuşlarının şarkısı, iğde, erik ve kiraz ağaçlarının huzur verici gölgesi, uzanan pamuk ve tütün arazileri, ova gecelerinin tatlı sessizliği ve serinliği ile birlikte domates, biber, yeşil ot, yumurta ve peynirli sabah kahvaltısı yaz zamanlarının ayrılmaz birer parçalarıydı.
Çeşmesi olmayan kimseler, mahallelerdeki çeşme veya kuyulardan testi ve kovalar ile su çeker evlerine taşırlardı.
Çamaşır yıkamak için bazen kazanda yağmur suyu biriktirilirdi.
Çoğu evin tezgahlarında halı ve kilim dokunurdu.
Ayakkabı ve terlikler ile okul çantaları, tabakhanede imal edilen derilerden ısmarlama olarak kunduracı dükkanlarında yaptırılırdı.
Bağlara, tarlalara ve bahçelere eşek sırtında veya at arabalarıyla gidilir dönülürdü. Bazı geceler oralardaki çardak ve damlarda kalınırdı. Çiftçiler, gece yarısından güneş doğana kadar topluca çapa yaparlardı.
Taşıt ve araba sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Gerektiğinde payton tutulurdu. İşe yürüyerek gidilirdi.
Şehirlerde pek vukuat olmazdı.
Evlerin kapıları akşama kadar açık kalırdı.
Elektrik kesintilerinde sokaklarda gaz lambası ve el feneri ile gezilirdi.
Okullarda kurşun kalem kullanılırdı.
Mektuplar, mürekkepli saz veya dolma kalemle özel beyaz ve pembe kağıtlar üzerine yazılır; postanelerden damgalanmış pullu olarak gönderilir; her zaman bir haber beklenir; pencereden postacının yolu gözlenirdi.
Tatil günlerinde sinemaya gidilir, Türk ve Hollywood filmleri seyredilirdi.
Gemişte; sabahları neşe ile uyanılan, kuş sesleriyle kahvaltı yapılan, dost güneşin sevgisi yüzünde hissedilen, esen rüzgarın okşayışı yüzde duyulan, çocuklara masallar anlatılan, geceleri gökyüzü ve yıldızlar seyredilen, komşularla selamlaşılan ve dertleşilen evlerini bırakıp; yalnızlık ve gürültü iklimine teslim olmuş postmodern şehir yaşamının akışına dahil olan eski kuşak insanları şimdi ne düşünüyorlar acaba?