BAYRAM ŞEKERİ, LOKUM, ÇUKOLATA VE KAHVE
Bu hafta önümüzdeki Perşembe Arefe, Cuma ise Ramazan Bayramı.
Bizim kuşağın çocukluk yıllarında-normal koşullarda- bayram demek; ibadet, tatil, akraba ziyareti, komşu gezmesi, harçlık, yeni giyim eşyası, oyuncak, futbol, hacıvat karagöz, palyaço, kumpanya, festival, kanto, şarkı, türkü, çarşı pazar, sinema,tiyatro, sohbet, kahve falı, kitap, cevizli baklava,tel kadayifi, antep fıstıklı çikolata, kolonya, güllü lokum, limonlu pasta, akide ve bayram şekeri demekti.
Bayram demek, yaşlı kimseler için sarma tütün tabakası ya da bir bafra sigarası ve yanında bir çakmak demekti.
Bayram demek, insanlara saygı ve sevgi duyma demekti.
Bayram demek, sabah namazının sonrasında mahalle kahvesinde komşularla bayramlaşma, helalleşme demekti.
Bayram demek, güzel şeyler düşünme, güzel kelimelerle konuşma, güzel davranışlar sergileme, nezaketli ve donanımlı olma, derin duygu ve düşünce zenginliği içinde yaşama demekti.
Bayram demek, bu hayatı büyün yön ve boyutlarıyla değerlendirme, düşkünlere ve yoksullara yardım eli uzatma demekti.
Bayram demek, yeni umutlar, yeni düşler, yeni beklentiler ve yeni hayatlar demekti.
Şimdi de öyle….
*
İnsanlar, uzun yıllar geçse de bayramları yine aynı duygu ve düşüncelerle kutlamaya devam ederler; ama bu defa sevinç ve coskunun yerini yavaş yavaş geçmişten bugüne uzanan buruk sevinçlere ve hüzünlere bırakmaya başlar.
Zaman değişir.
Eski Zamana yeni bayramlar eklenir.
*
Yılların yoğun ve zorlu akışında; yalnızca bayramlarda değil - daima umutlu ve sevinçli olmak, yeni umutlar beslemek, insanlara saygı ve sevgi duymak, güzel şeyler düşünmek, güzel kelimelerle konuşmak ve güzel davranışlar sergilemek gereklidir.
*
Bayram günlerinde güzel giysiler çok önemlidir. Babam hep şöyle derdi: “Erkeği gösteren güzel bir kravat, sade bir elbise ve güzel bir ayakkabıdır.”
Ve eklerdi: “Kadını ise saç, sade bir döpiyes ve güzel bir ayakkabı gösterir.”
*
Ben bugün, yaz mevsimine karşın durup dururken mahalle terzimin diktiği siyah takım elbisemi giydim. Ceplerimde eski zamandan kalma işlemeli iki ipek mendil, beyaz gömlek, yeşil kravat ve siyah iskarpin ayakkabılarımla evden çıktım.
Komşularım:” Hayrola, bayramı erken kutluyorsun!” dediler.
“İçimden geldi,” dedim.
Tam o sırada hafif bir yağmur başlamıştı. Yağmurları severim. ”Güzel bir gün daha,” diye düşündüm.
Canım eski zamane usulü okkalı bir acı kahve istedi ve eski bir zamane kahvesi aradım. Bulamadım.
Bu şehirdeki eski zamane kahveleri sanki bir köşelere gizlenmişlerdi, küsüp kaybolmuşlardı.
Kahvelerin yerlerini “café” adıyla tanımlanan yeni uğrak yerleri almıştı. İşte size post-modern bir kahve…
Birine girdim. Garsona “okkalı acı bir kahve” söyledim.
”Yanında bir fincan da süt olsun, lütfen!”
Garson, şaşırarak “burada böyle bir şey yok,” diye yanıtladı.
“Ne var?”
Bir liste uzatarak ”Caffe Latte! tavsiye ederim,”dedi.
Zamana uymak lazım: “Peki,” dedim.
Böylece “Caffe Latte” ile tanıştım.
Ama kahve falına bakacak bir kimse yoktu.
*
Café’de bir kütüphane vardı. İki kitap seçtim, orada okudum.
Birinin adı, “Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü.” Aimee Bender yazmış.
Diğerinin adı ise “Acı Çukolata.” Laura Esquivel kaleme almış.
*
Bu hafta bir bayram daha geçireceğiz.
Bilindiği gibi : “Bayram demek, değerli büyüklere saygı, değerli küçüklere de sevgi göstermek” demektir.
Ben de bayram münasebetiyle büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.
Değerli arkadaşlarıma gelince: onları da saygı ve sevgiyle kucaklarım, en güzel dileklerimi sunarım.