21. YÜZYIL DÜNYASINA TOPLU BAKIŞ
Dünya coğrafyasındaki jeopolitik ve ekonomik bölgeler, çağlar boyunca çok sayıda tanınmış devletin yakın ilgisini çekmiştir.
Bu ülkeler - sosyolojik olgular ile birlikte bilim ve teknoloji düzeyinin gelişme trendine paralel olarak - daima yeni kaynaklar aramışlar ve dünya tarihindeki yerlerini almışlardır.
*
Dünya tarihi, 20. yüzyıldan sonraki gelişmeleri kayıt altında tutmaktadır.
Buna göre gelişmiş devletlerin başlıca hedefi - geçmişte olduğu gibi - günümüzde de yeni kaynaklar arayıp bulmaktır.
Yüzyıllardır denizler yoluyla yeryüzünde egemenlik kuran bu ülkelerin yüzleri, bu defa, ekonomik zenginliğe sahip karalar üzerine çevrilmiştir.
Gelişmiş ülkeler arasında ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, ve Çin sayılabilir.
Söz konusu devletler, geçmişteki dünya imparatorlukları çöktükten sonra yeniden yapılanmışlardır.
Bu yeniden yapılanma süreci sonunda emperyalist ve kapitalist gibi sistemlere yönelinmiştir.
Bu aşamada İngiltere, yeni dünya düzenini kendi geleneksel yapısına göre şekillendirmek amacını gütmüştür.
Aynı hedef, Almanya tarafından da öngörülmüştür.
Şöyle ki: Birinci Dünya Savaşı (1914- 1918) ve İkinci Dünya Savaşı (1939- 1945) yaşanmıştır.
Bu savaşlar, dünya kaynaklarının yeniden paylaşılması ve kontrol altına alınması için hayata geçirilmiştir.
Bu savaşlarda zengin bir devlet olan İngiltere başarılı olamamıştır.
ABD, İngiltere’yi kendi beklentileri doğrultusunda finanse etmek, savaş sonrasında Avrupa ve özellikle Avrasya’ya inmek istemiştir.
Ancak ABD ekonomisi, 1929 ekonomik buhranıyla çökmüş ve yeniden eski gücüne yıllar sonra kavuşmuştır.
Almanya, İkinci dünya Savaşı’nda yenik düşmüş ve ABD’ye borçlanmışsa da bozulan ekonomisini 1944 ‘ te düzeltmiştir.
Fransa; savaş sonunda toplumsal kriz içine girmiş, ancak çiftçi kesimin desteğiyle turizm ve kültür alanlarında sergilediği ilerlemeyle ekonomik açıdan düzlüğe çıkmıştır.
Rusya, 1917 Çarlık yönetiminden vazgeçerek demokratik bir yönetime, 1991’de de bağımsız devletler topluluğuna dönüşmüştür.
Çin ise 1966-1976 döneminde geleneksel devlet sisteminden ayrılarak kültür devrimiyle beraber yeni bir süreç başlatmıştır.
Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler de; bilim ve teknoloji noksanlığı, sermaye yetersizliği, sosyal ve ekonomik sıkıntı ve dışa borçlanma gibi nedenlerle - geçmişte olduğu gibi- büyük ölçüde gelişmiş ülkelere bağımlı olan konumlarını devam ettirmişlerdir.
*
21. yüzyıl, gelişmiş dünya devletleri arasında hızlı bir sanayileşme süreci sahne olmaktadır.
Batılı gelişmiş devletlerin stratejik hedefi “Avrasya” olarak gündemdedir.
Bu süreçte teorik modeller uygulamaya konulmuş ve uluslararası ilişkiler ağında yeni ekonomiler kurulmuştur.
Söz konusu ekonomi modelleri bir bakıma bir uygarlıklar krizine neden olmaktadır.
Bu krizin bir de gizemli uzay araştırmaları boyutunun olduğu söylenebilir.
Söz konusu krizde ABD ve Çin’in, bu iki küresel gücün birbirlerine rakip olmaları, dünya için tehlike çanlarının sesleri şeklinde algılanmıştır.
Yeni yüzyılda dünyanın - birtakım neoliberal girişimlerin yanında- emperyalist ve kapitalist bir iklim kuşağına girdiği gözlenmektedir.
Ne var ki - neo-liberal girişimlerin yanı sıra- emperyalizmin dinamikleri, değişen paradigmaları ve hiyerarşik düzeni istikrarlı ekonomileriyle ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Almanya’nın yaklaşımlarının farklı olduğu da dikkati çekmektedir.
Öte yandan, bazı gelişmekte olan ülkelerde demokrasi ve yatırım sermayesi hareketlerinin yoğunluk kazanması da mevcut dünya dengelerini etkilemektedir.
Bu nedenlerle gelinen noktanın, yeni dünya düzeninde, bir “ikinci soğuk savaş”a yol açmayacağı düşünülmektedir.
*
Türkiye’ye gelince:
Bu stratejik ve post-modern tabloda Türkiye, tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçmiş ve kendi yolunu çizmiştir.
Türkiye; İzmir İktisat Kongresi’yle birlikte 1923’ten itibaren Lozan ve demokrasi yönünde büyük bir sanayi hamlesi gerçekleştirmiş, ekonominin bütün sektörlerinde gerekli işletmeleri kurmuş ve faaliyete geçirmiştir.
Bu bağlamda toplumsal kültür, bilim ve teknolojide de önemli adımlar atılmıştır.
Nitekim günümüz Türkiye’sinde yeterli sayıda yetişkin insangücünün bulunduğu; iki Türk insanının “Uluslararası Nobel Ödülü”ne layık görüldüğü unutulmamalıdır.
Türkiye’nin, on bin yıllık soylu bir kültürden geldiği göz önünde bulundurularak;
Ülkede; dışa bağlılığın azaltılması, toplumsal ve ekonomik alt yapının daha da güçlendirilmesi amacıyla;
Üretime dönük çok kapsamlı bir sanayi envanteri ve yetişmiş insangücü planlaması yapılması;
Rekabetçi bir ekonomi oluşturulmasına ve ekonomik kapasitelerin artırılmasına yönelik sektörel tedbirlerin sürdürülmesi;
Ara malı üretiminin artırılması ve ara teknik personel yetiştirilmesi için yeni tesislerin devreye girmesine ilişkin uygulamalara ağırlık verilmesi;
İthalatla ilişkili bütün sektörlerde sanayi ve üniversite işbirliği yapılarak üretim kapasitelerinin yükseltilmesi;
İhracatçı sektörler için yeni pazar alanları araştırılması;
Bütün eğitim kademelerinde niteliğin daha da iyileştirilmesi ile birlikte eğitimin çağdaş - bilimsel temele ve hayata dönük her alanda ve her seviyede öğrenciler kazandırılacak milli bir sisteme bağlanmasına ilişkin çalışmaların hızlandırılması;
Kültür alanında milli ve manevi varlığı yaşatma ve tanıtma hizmetlerine daha çok etkinlik kazandırılması;Önem taşımaktadır.