Gecenin en ucundan sabahın ilk ağzındaki zamana değin durmaksızın inip kalkan uçaklar var dünyanın pek çok yerinde. Gideceğiniz şehire, ülkeye, mevsime göre değişiyor onların saati. Eğer kıtalararası ya da Çin, Avustralya, Meksika gibi menziller söz konusu ise normalden daha uzun süre uçağın içinde kalmanız gerekiyor. Gün değil mevsim bile değişiyor bazen. Ve dünyamızda vakit denilen olgu geceyle gündüzün çocuğu değil artık. Güneş desen bir hava durumu göstergesi. Vakti, saat dilimleri arasında bölüp de kırk tilkinin kuyruğunu birbirine değdirmeden dolaştıran havayolu şirketleri insan denilen varlığın da usta kemirgenleri. Radar görüntüleri cinnet ışıldaklarına benzer onlar havada dolaşırken. Uçak ile yolculuk başlayalı beri dünyanın devri sanki hızlanmış insanın nevri iyice dönmüştür. Bir havayolu ağı demek aynı zamanda birbirinin bileşeni onca şeyi de harekete geçirmektir. Metrolar, trenler, otobüs ve taksiler yanında, oteller, restaurantlar, büfeler, taşıma ve temizlik işleri daima açık ve canlıdırlar. Zamanın çarşafı bir ölü yatağında sürekli değiştirilir böylece. İnsan sürekli bir yere yetişmek durmaksızın bir yerden gelip bir yere gitmek zorundadır bu tabloda. Bir yere gitmeyen bir yere yetişmezmiş gibi gözüken ofis çalışanları bile ekranlarının uzayında tur atarlar. Zaman ve dünya denilen şey gerektiğinde insan kafatasına ustalıkla sığdırılır. İnsanların güneşin doğuşu ile uyanıp batışı ile hayattan çekildikleri çağlar çoktan geride kaldı. Sessizlik ebediyen yeryüzünü terk etti. Gürültü, uğultu, şamata, cayırtı veya patırtının kendisi olmasa bile izi, lekesi, hayaleti her yerde. Bir öksürük sesiyle bile yamaçtan kayacak karın masumiyeti kalmadı. Gelecekte bulutlar da gökten sağılıp alınacak gibi. Derin ve büyük sularda devasa gemiler çok lüks şartlarda insanları o kıtadan bu kıtaya şu limandan bu limana şen şakrak taşıdıkları gibi falan limandan falan limana binlerce grostonluk şilepler mal sevk ediyorlar. Neredeyse dünyanın su olan her noktasında irili ufaklı bir motor çalışıyor. Motorun dönmesi demek insanın, vaktin karınca sarayında durmaksızın çalışması demek. Her bir motor devrinde, bir dakikalık milyonlarca salise dumana çevrilip kül oluyor. Vardiya dedikleri sistem ise insanın bütünüyle dikkati dağılıp üretim aksamasın diye bulunmuş. Artık onun çaresi de robotlar. Yapay zeka sürprizlere gebe. Vakti nasıl yalayıp yutacak bir büyük soru. Tarlalar, bahçeler, otlaklar, kuş uçmaz kervan geçmez yerlere bakacak olursak ne görürüz? Orada vakit özgür müdür? Son vahşi hayvan türü gibi pervasız dolaşmakta mıdır el ayak değmemiş yerlerde? Dünya nüfusu özellikle sağlıktaki buluşlar sebebiyle tarihte görülmediği ölçüde artmış durumda. Her tür bilgi akışı kontrollü de olsa anında yayılıyor, ekonomik ve siyasal sorunlar ulaşım vasıtaları sebebiyle insanların daha kolay göç etmesine imkan veriyor. Bu bağlamda bayat ve güvensiz bir lastik bota sabahın köründe atlayıp da ölümle burun buruna umut yolculuğuna yeltenenlerin, sınır duvarlarına tırmanıp keskin tellerle vücudu yaralananların ardı arkası kesilmiyor. Herkes dünyada ama yaşamıyor. Herkes hayatta ama yaşamaktan memnun değil, gün güya yirmi dört saat fakat kimseye yetmiyor. Tavukta yumurta, dalda sebze olmadan alınıyor. Kimsenin uykusu tam değil. Gün desen delik deşik. Yana tutmuyor. Bir ateş makası hayat kumaşını fütursuzca biçiyor. İnsanın ihtiyacı yaşamak mı yoksa vakit midir? Bu soruyu sorduğumuzda, vakit hala bir mülkiyet konusu olabilir mi? Eğer bir mülkiyet illiyeti kursaydık vakit hakikaten kimin olurdu? Başlangıç ve son düşüncesinin terazisine çıkarılmadıkça vaktin niteliği tam tartışılabilir mi? Eskiler, vakitle hayatı ömür kelimesiyle anlamlandırmışlar. Gün bütün açık çağrışımlarla güneşe, geceye ve gündüze göz kırparak, ‘geçen gün ömürdendir’ denilmiş.. Bir yazıklanma gibi anlaşılsa bile esasta bir yaşam katsayısı da taşır ‘geçen gün ömürdendir’ sözü. Yetmez, birine ‘ömrüm’ diye seslendiğimizde varlığın içi de doldurulur. O sebepten sevdiğimiz birine ‘saatim, vaktim, zamanım, dakikam’diyemeyiz. Fakat güneşim, gecem- gündüzüm diyebiliriz. Ne var ki bu döngü domatesin vaktinde kızarmasını, tavukların, besi hayvanlarının doğalarınca yetişmesini istemiyor. Onun Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filminde gösterdiği şekliyle vidaları ölümüne sıkan saatten, yani ömürden sıyrılmış insanlara ihtiyacı var. Biyonik adam sadece bir ideal değil, karlılık ve kolay yönetme için de gerekli. İnsan el yazısını terk etmedikçe ( veya onun elinden alınmadıkça) alınyazısının da sahibi olabilir mi? Yazı, soyutlanmış ve insana has bir vakit tasavvurudur sonuçta. Yazısız kalanın vakitsizliği mukadderdir. Yazıda kalalım vaktin ömrü adına. Dünya vaktin yörüngesinden koparken biz yazıyı vakit kılalım.
FACEBOOK YORUMLAR