Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Sevmek mi düşünmek mi?

29 Kasım 2022 - 20:43

Sevgi tabiatı gereği duyguya, düşünce ise akla dayanır. Başlangıçta duygu vardır ama hiç bir duygunun sonsuza kadar yaşaması mümkün değildir. Duygu bir nehrin akışıdır düşünce ise bu akış boyunca oluşan şekillere benzetilebilir. Bir duygu birimi olan sevgi de ancak düşünce ile kuşatıldığında yaşama katsayısını yükseltir. Bir şeyi niçin sevdiğimizi her zaman bilemeyebiliriz. Fakat bu bilemeyişi bile ancak düşünce yoluyla anlamlandırabiliriz. Yaşamak için sevginin hayati tohumuna ihtiyacımız var ancak bu tohumun başağı, meyvesi düşünce oldukça çoğalma, ayakta kalma, değişme ve dönüşme hali mümkün olur. Duyguya bağlı sevgi bir kapanma eylemi olduğu halde düşünmek tamamıyla açılma istencidir. Anne çocuğu sever, eğitirse düşünmüş olur. Sevgiye kapanan kendi sınırında büzüşürken düşünceye varan salınıp genişler. Bu bağlamda belki de insanın yeryüzündeki nihai ereği düşünmekle taçlanır. Mesela tek başına doğmak ve ölmek sevinç ve hüzün ile ilişkilendiğinde öncesi ve sonrasından kopar. Ancak düşünce yoluyla bir şeyin öncesi ve sonrasına dair bilme gerçekleşir.

Ortak sevgiler, sevinçler de yaşanabilir. Onları birer anlık ve geçici patlama olmaktan çıkaran kollektif bilincin devreye sokulup akılla kuşatılmasıdır. Eğer böyle olmasaydı insanlar sadece menfaatler için toplanıp ayrışırlardı. Nitekim menfaatlerin yapıştırdığı insan kümeleri paylaşım sorunu yaşadığında duyguların olumsuz seline kolaylıkla kapılıp birbirlerini yok etme yolunu seçebilirler. Düşünmek sevgiye sadece gerekçe bulmaz. Asıl nedenselliğin kökleri ile buluşturur. Duygular tabiatları gereği gelişmezler. Hatta bütün güçlerini olumlu ilkelliklerinden alırlar. Fert için düşündüğümüzde sevginin niyeti onun düşünce kodu olarak ortaya çıkar. Kişi kendi sevgisinin çapaklarını niyetin altın çekiciyle ezip dövdükçe temizleyebilir. Bu sebepten sevgi evet fakat düşüncenin ateşinden geçmemiş sevgiye karşı temkin şart.

Yaşadığımız dünyanın propaganda aygıtları, reklamlar, kampanyalar hep sevgiye vurgu yaparlar. Çünkü sevgi ilk adımda duyguyla bezenmiş ince teşneliklerle doludur. Çikolatayı sevmek, futbolu sevmek, temizliği sevmek, seyahat etmeyi sevmek hasılı ihtiyaçlar hiyerarşisinde gerekli gereksiz her şeyi sevmek âdeta ödevdir modern hayatta. Böylece marketlere koşulur, uçaklara binilir, ihtiyaçlar giderilir mutluluk satın alınır. Hele aynı yöntemi siyaset devralınca işler iyice çetinleşir, duygu kılıçları yeni fetihlere hazırlanır. Lider kültü, parti sevgisi, devlet kutsaması karşı figürlerini de üretmekte gecikmez, hain- kahraman, yerli- gayri milli, iyi- kötü akla ne kadar duygusal bayrak varsa dalgalandırılır. Kitlelerin sevgisi ile açıklanır olur her şey. Oysa devlet bir sevgi organizasyonu değil akıl konfederasyonudur. Hukuk ve adalet, eğitim ve ekonomi sevgiyle değil akla bağlı yöntemlerle icra edilir.

Sevginin doğası kendi içinde refleksiftir aynı zamanda. Paralaks yaşaması şaşırtmamalıdır yer yer bu sebepten. Soru, sevginin değil düşüncenin çocuğu olarak boy atar. Sevginin aradığı daha çok paylaşım olduğu halde düşüncenin araştırdığı nedensellik bağıdır. Aklı lanetleyerek salt sevginin hamuruna kavuşma isteği kendi içinde bir değer taşıdığı kadar tutarlı da olabilir. Nasıl sevginin gerçekleşmesi için en az iki varlığa ihtiyaç varsa düşünce her zaman üçüncü kişi ister. Çünkü, diğer iki kişinin, varlığın hukuku ancak böyle korunabilir. Aynı zamanda saklı demokrasi istencidir düşünmek. Oluş, olgu, kavram, eylem, varlık, isim, duygu ne varsa yerli yerine düşüncenin dokunuşuyla kurulabilir.

Sevgiyi reddetme, gereksiz görüp yok sayma eylemi değildir düşünmek. Mesela bir şairi sevmek değil düşünmektir asıl değerli olan. Birey kendi içinde o şairi ve şiiri sevebilir. Kendisince bir yere koyabilir. Yahut bir politikacı kitle tarafından sevilebilir. Heyecan verici bulunabilir. İnsanlar kendi benlik ve geleceklerini onların varlıklarıyla bütünleştirebilirler. Fakat politikada düşme ve başarısızlık ortaya çıktığında hala sevgi efekti işliyorsa orada patolojiden söz etmek gerekir. Kitlelerin psikolojik öncelikleri kollektif bilincin akılla kurması gereken pozitif teması işlevsiz kıldığında tarihin akışında yaralı çukurlar açılır. Geçmişte görüldüğü üzre bu çukurlar yine sadece aklın yöntemleriyle kapatılmıştır.

Sevgiyi şahsa düşünmeyi toplumsallığa bağlayıp aradan çekilmek de çok açıklayıcı sayılmaz. Tek tek sevgide bile toplumsal illiyet düşünme yoluyla aydınlatılmalıdır. Çocuğunu seven anne örneğinde olduğu gibi , sevgisini aktarırken, sevmenin düşünmeye evrilmesiyle onun toplumsal kişiliğini de belirler. Böylece hayatın hiç bir anında tek değil tarihin gövdesinde ortak şuurla aktığımız bilinmiş olur. Yaşamın küçük tepecikleridir sevmeler, sevgiler, sevinçler. Düşünmek ise sıradağlara benzer.
İlk yayın yeri:https://www.karar.com/yazarlar/omer-erdem/sevmek-mi-dusunmek-mi-1594825

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum