Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Sadece sizin olan bir sabah...

16 Mart 2023 - 09:36

Değil İstanbul, New York, Pekin, Moskova, Berlin, Londra, Atina, Tahran, Tokyo’da, değil Ulanbator, Bratislava, Aşkabad, Bakü, Katmandu’da herhangi bir insanın sadece kendisine ait bir sabahın doğuşundan söz edilebilir mi artık? Dünyada gittikçe tuhaf bir mülkiyet örüntüsü oluşmakta ve görünmeyenlerin hakimiyeti görünenleri çember içine almaktadır hızla. Kitlelerin uyuşturulmuş idraklerini çoktan geçtik ömrünün bir gününün sadece bir sabahının kendisine ait olma ihtimali olan kişiden dem vuruyoruz. O insan, dünyada bulunduğunun ve yaşıyor olduğunun esenliği içinde olabilir mi şimdilerde?

Yeryüzü güneşte kalmış kibrit kutusundaki çöpler gibi gerilip birbirine sürtünürken sadece bencillik isteğinden dolayı değil sadece ve sadece bir kereliğine olsun benliğinin yalınlığıyla başbaşa kalabilmesi türünden bir şey insan adına söylediğim. Sanki kurulan bütün ağlar bu bir anlık uyanıklık olmasın insan dünya ve onun üzerinde olup bitenler hakkında bir uyanık şuura ermesin diye örülüyor. Tabiat bitmez sabırla güneşin doğmasından mevsimlerin dönmesine değin insana bu huzuru hazırlarken, insan, o tuhaf varlık o ilginç ve uslanmaz organizma kendi türünü bambaşka bir evrene çekiyor, doğadan başlayarak hemen her tür varlığı tehdit edip bozuyor, tıynetini şaşırtıyor. Uzay boşluğunda adeta insan eliyle dünya adında tekinsiz bir çukur açılıyor. Tek bir insanın kalbinden başlamayan hangi öykü sonsuza dek yaşayabilmiştir oysa? İnsanın varlık esenliğini idealleştirmeyen hangi hayat tasavvuru ebedilik iddiası taşıyabilir ki?

Dünyanın herhangi bir yerinde açtığınız bir radyo istasyonu, kumandasına dokunduğunuz bir televizyon aleti, sesler ve görüntüler eşliğinde felaketlerle her tür yapay olup bitenlerin harmanlandığı ağlar atar üzerinize. Yetmedi internetin çektiği her yerde önünüze düşen bilgilerle hayatın hakikati ve tabiatın gerçekliği arasında büyük uçurumlar açılır. Yeryüzü ülke ülke toprak toprak sınır sınır parçalanırken her sınır duvarında yüzleri birbirine benzeyen kurtarıcı lider kültleri yükseltilir. Arada bir yükselen müzik sesleri, çocuk gülüşleri olmasa tesadüfen altından geçtiğiniz ağacın dalından bir kuş sekip şakımasa, dünyanın kurgusal bir tımarhane olduğuna inanacağız. Rüyaların arada bir kafamızın içinde yarattığı cennet hatırlatmalarından uyanıp da daha ekmeğe elimizi uzattığımız ilk andan itibaren yaşamanın ateşi canımızı yakıyor.

İnsani oluş adına binlerce yıldır onca mücadele boşuna verilmiş, kahramanlar gereksiz yere can bulmuş, dehaların elmastan kıymetli kültür ve sanat eserleri yokluğun altını çizmek için yaratılmış gibi. Şimdi dişleri keskin ve ağzı çok geniş bir saçmalık canavarının ağzında düşüp kayboluyor. Dünya eskisinden daha güvenli değil. Su eskisinden daha su ekmek evvelkinden daha ekmek hiç değil. Bir yokluk anaforu dönüp duran. Bir annenin bebeğini hiçbir endişe taşımaksızın ninniyle emzirme ihtimali neredeyse kalmadı. Şifa diye insana sunulan her sıvının zehri sızıyor parmak uçlarımızdan. Çok gelişmiş bilim laboratuvarlarında hazırlanmakta olan yapay formüllerin ne zaman ve ne şekilde önümüze konulacağından emin değiliz.

Ağrı Dağı’nı gören bir pencerenin önünde otururken bir yandan tütününü içip tutkuyla büyüttüğü ıtır çiçeğinin yapraklarına elini sürüp burnuna götüren adamın da kendisine ait bir sabahı yok artık. Ya da Marmara Adası’nın yüksekçe bir yerinden Kapıdağ Yarımadasına bakan adam için de geçerli bu. Anadolu’nun herhangi bir köyünde önüne kattığı sürüyle otlaklara doğru yol alan çobanın sopası bile bu halden kopuk değildir desek abartı sayılmaz. Henüz adı konulmamış ve doğu ve batı mitolojilerindeki hiçbir kahramanın trajedisine benzemeyen bir hayat içine düşülen. Hemen her gün inanılmaz derecede para harcanan reklamlar binbir çehreye bürünen her tür propaganda dili sonuçta sadece sayıları yüzlerle, binlerle ifade edilen dünya üzerindeki büyük şirketlerin ve onların sahiplerinin kasasına hizmet etmekten öte gitmiyor. Dünya ve insan sönüp giderken onların cepleri şişiyor.

Dünyaya anlamını insana ise varlığının derin karşılığını gösterecek yegana element dildir her şartta ve ancak onun sakin ve yaratıcı hamleleriyle bu kaostan çıkabiliriz. Bir insan dünyanın herhangi bir sabahının sadece kendisine ait olmasını istiyorsa bu dilin de farkındadır demektir. Kıyamet sahnelerini sayısız kalabalıklarla tasvir edenler hep yanıldılar. Kıyamet denilen asıl şey insanın kendi biricikliğinin kalabalığında yok olmasıdır. Sabahsız kalmak yeterlidir neyi yitirdiğini kavramak için.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum