Çocukluğunda oynadığı onca oyunu hatırlayan kaç kuşak kaldı acaba? Oyuncağın, oyun içine türlü nesnelere indirgendiği, soyutlandığı dönemlerde ortak hayatın şevkiyle çınlardı sokaklar. Sonuçta oyun kolektif bir olgudur çünkü oyuncak ise doğası gereği bireyseldir. Tamamen tabiattan koparılmış ve her bir parçası mesafe fikri getiren oyuncak hali vakti yerinde ailelerin harcıydı. Kız çocukları bez bebeklere ilgi duyarken erkek çocukların dünyası çemberden gazoz kapağına, tel arabadan hüppük denilen söğütten oyulma düdüğe kadar değişirdi ve sıradan şeylerdi benim çocukluğumda. Oyuncak bir araba gördüğümüzde elbette içimiz giderdi fakat yokluk herkese ait bir eşitlik getirdiği için orada kalır, daha ileriye gitmezdi. Fakat oyun sosyal hayatın kolayca nesilden nesile aktardığı bir yaşama şevki olarak arada dönerdi. Hacıbaba Fışfış, Met, Cirit, Köle, Ara Kesit, Kümbüklü Saklambaç, Birdirbir, Uzun Eşek, Güvercin Taklası, El El Üstünde Kimin Eli Var? Çızgılı, Bilye, Kazık ilk aklıma gelen oyunlar. Öyle ki her biri bedensel aktivite kadar ortak rekabet isteyen bu oyunlar, oyuncağı devre dışı bırakırdı. Oyuncak daha çok ev içi bir nesne gibi gelir bana hep. Çocuk sokaktan eve düştükçe oyuncağın simgeselliğinde teselli arar.
Anadolu Oyuncak Kültürü kitabında vurgulandığı gibi ‘oyuncak oyundan farklı bir olgudur.’ ‘Sadece insana özgü olmayan oyun’, oyuncakla birleştiğinde insana dair olanı da imler. Oyun diğer canlılarla benzer kılarken insanı, oyuncak onlardan koparır. Oyunu kültür öncesi bir edim olarak niteliyorlar kitabın yazarları ve ‘oyun oynamak için üretilen ve kullanılan her türlü maddeyi oyuncak olarak’ tanımlıyorlar. Burada önemli olan oyuncağın doğuşu değil onun hangi sosyo- kültürel bileşenleri içermesidir.
Günümüzde neredeyse kültürel vasfından hızla uzaklaşarak küresel ekonominin ve kapitalist kültürün ikonik imgeleriyle taçlanan oyuncak dünyası başlı başına ilginç bir konudur. A. Ceren Göğüş ve Doğanay Çevik oyuncağın arkeolojisine dalarken insanın ekolojik geçmişinin de topografyasını çıkarıyorlar. Eski çağdan bu yana kültürler şaşırtıcı şekilde benzer formlar etrafında birleşirken geride benzer figürler bırakıyorlar. Kültürlerin kesişme noktası sayılan Anadolu her ne kadar şu ana değin tespit edilmiş en eski oyuncağın vatanı olmasa bile bin yıllar içinde sergilediği manzara göz yaşartıyor. Çıngırak, düdük gibi materyaller sese dair ipuçları verirken oyuncak bebek, oyuncak hayvan, oyuncak araba, minyatür eşyalar, çember, aşık kemiği, topaç birbirini tamamlıyor. Mozayikler, kil, metal, ahşap ve mermer formlar yan yana diziliyorlar. At, eşek, katır, köpek, domuz, horoz, kuş benzeri canlılar daha çok öne çıkıyor.
Yedi bölüm boyunca Anadolu’nun çok eski geçmişinden bu gününe oyuncak üzerinden yolculuğa çıkıyoruz. Osmanlı Hanedan çocuklarının canlı bebekler üzerinden oyuncak ihtiyaçlarını giderdiklerini okuyunca şaşırıyoruz. Saray ve çevresinde hayvan ve kuş türlerinin yanı sıra ‘küçük padişah kızları için Kafkas, Çerkez asıllı genç, küçük bebek sahibi cariyelerin satın alınması’ hayli ilginç bir tercih olarak öne çıkıyor. 18 ve 19. yy’dan itibaren ise Dürrüşehvar Sultan’ın oyuncaklarında görüldüğü haliyle Avrupa’ya göz kırpıldığını tespit ediyoruz oyuncağın. Eyüp Oyuncakçıları ise daha çok halk çocuklarına hitap ediyor. Top, beşik, topaç, tef, testi, şeytan minaresi formları, eski İstanbul sokaklarının oyun nesneleri olarak beliriyorlar.
Cumhuriyet Dönemi Oyuncakçılığı ise iç üretimle dıştan gelen malzemeler arasında dalgalanıyor. Kurşun Askerlerden yarış arabalarına, yapbozlardan düdüklere, bilyeden yo yo’ya, tel dolaptan mantar tabancasına on yıllar boyunca Türkiye benzeri onun gibi hep değişen oyuncaklar. Laklak gibi acayiplikler bile var içinde bu değişimin. 1990’larda iyice belirginleşen ve 2000’lerde çığırından çıkan bir durum bu. İşin ilginç yanı Türkiye’de şehirleşmeye bağlı kalarak çocuğun değer kazanmasına rağmen oyun ve oyuncağın hep geri kalmasıdır. Birkaç oyuncak müzesi kurulmuştur kurulmasına fakat bugün geleneksel oyuncaklar hayattan koparılmış , turistik figürlere indirgenmiştir. Anadolu’da köylerin çocuksuz kalması nedeniyle de oyunlar hepten unutulmaya yüz tutmuştur.
0-7 yaş arasında oyun çağında çocuk sahibi aileler, televizyonlar, tablet oyunları, popüler kahraman mitleri arasında çocuğa dair hemen her eşyaya yayılmış, fiyat olarak fahiş rakamlarla kuşatılmış çevrilmiş durumdalar. Çocuğun hayal gücü yanında yaratıcı düşünü geri planda tutarken fantastik ve gerçek dışı aksiyonlarla çarpıcı sahneler ören bu durum, ekonominin ötesinde kültürün, felsefenin, sanatın ve insan biliminin meselesi olmak zorundadır. Bir görsel şölen sunan ‘Anadolu Oyuncak Kültürü’ belki asıl gösterdiklerinden çok düşündürdükleriyle de daha kıymetli bir çalışma. Sabri Koz’un titiz editörlüğünde bir kültür yolculuğu yapmak isteyenlere vazgeçilmez bir armağan.
*Anadolu Oyuncak Kültürü. Haz: A. Ceren Göğüş. Doğanay Çevik. Yapı Kredi Yayınları.
FACEBOOK YORUMLAR