Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Olmamış olan şeylerin büyük hamlığı...

07 Eylül 2023 - 10:16

Ömer Lütfi Barkan, Sabri Ülgener, Mustafa Akdağ, İdris Küçükömer, Mehmet Genç, Cemal Kafadar gibi daha nice tarihçi düşünürleri okumanın zihniyet dünyamızın şekillenmesini anlamamız açısından kritik önemi var. Onlar, Türkiye’nin toprakla ve sanayileşme ( veya sanayileşememe) ile geçirdiği macerayı sadece geçmişte kalmış ölü bir konu değil daha derin ve sonuçları günlük hayatımızı etkilemeyi sürdüren bir mesele olarak da önümüze koyarlar. Uzun sürmüş ve bir türlü çözülememiş temel konuların canlı süreği her an karşımıza çıkar çünkü. Bir toplumun değişim, dönüşüm ve atılım dinamiklerinin zihniyet dünyamızı nasıl şekillendirdiği sorunu/ sorusundan yola çıkmak gerekir daima. Öteki türlü gündelik olanın kaotizmi her şeyi etkisi altına alır, gücü elinde tutanın yönlendirmesiyle hakikatler hayattan koparılıp karartılır.

Tarihsel paralaks icadı bizde eski bir hastalıktır ve çoğunlukla zihniyet meselelerini ıskalamaktan doğar. Türkiye’nin felsefi ve bilimsel tarihçilikten uzaklaşıp popüler ikonlar üretmesi sebepsiz değil şüphesiz. Bundan dolayıdır ki toplumun ortak birikimini harekete geçirecek kolektif şuur ortadan kaybolur. Fertler kendilerini kurtarmanın peşine düşerler. Devlet topluma doğru açılıp nefes alacağı yerde kendisine doğru katlanarak sertleşir. Sermaye birikimlerinin devletten kayıtsız oluşması engellenir. Bu bakımdan temsilcileri değişmekle beraber niteliği aynı kalan bağlı/ bağımlı bir sermaye oluşur hep.

Üretim ile tüketim arasındaki maddi açık ise yıldan yıla büyür, konu sadece rakamlarla izah edilecek basitliğe indirgenir. Özellikle toprak bir düşünce ve üretim meselesi görülemez. Hamasetin rüzgarında kurutulup atılır. Sanayi ve türev üretimler ise ithalatçı karakterini daha da belirginleştirir. Hangi koşullarda neyin nasıl üretilip tüketileceği bir özgürlük tartışması sayılamaz oysa. İnsanın dünyayla kurduğu ve yaşadığı ülkeyle mayalanan esaslı bir varlık bağlamıdır üretip tüketmek. Türkiye üretmekten öte tüketmeye koşullanmış bir toplum olarak içine düştüğü yanılsamayı görmezden geliyor nicedir. Üretmek bir düşünce olduğu halde tüketmek sadece bir reflekstir. Hatta bağımlılık bile sayılabilir. Nüfus artışı, plansız kentleşme ve toprakla olan bağın niteliksiz zayıflaması beraberinde bir dizi problemi doğurmuş gözüküyor. Dışarıdan gelen hammadde oranı üretimin temel elementi olmayı sürdürürken, doğalgaz ve petrole ödenen paraları dengeleyecek iç üretim dinamikleri çok kırılgan.

Trakya, İç Anadolu, Akdeniz, Ege ve Karadeniz dolaşıldığında toprak karşısındaki çaresizliğimizi görmek zor değil. Gittikçe sahipsizlik görünümüne bürünüyor Anadolu. Neşesini yitirmiş bahçe misali sağı solu kırılıyor. Bir gelişmiş akıl karış karış toprağa hükmedemiyor buralarda. Kars platosunda hala Ruslardan kalan tarım izlerine rastlamak bu yüzden şaşırtıcı değil. Tesadüflerin yönlendirdiği parça parça çabalar ise derde deva olamıyor. İnsanlara üretmenin ve toprakla ünsiyet kurmanın felsefesini anlatmaya ihtiyaç var. Ne var ki tarım kesiminde bilgili ve üretken genç nüfus geri çekiliyor.

Barkan, Ülgener, Genç gibi tarihçilerin altını çizdikleri gibi içine kültürü de alan zihniyet dünyası, özünde insana bakışla ilgilidir. Toprak bu bakışla işlenir. İktisat üretip tüketmenin felsefesidir, rakamların defteri değil. İnanmayanlar büyük iktisatçılar neden aynı zamanda filozof sorusunu yanıtlayabilirler. İnsanı öncelemeden yapılan her tür faaliyet gözle görülür, rakamlarla ölçülür bir tablo oluşturabilirler ama bir ülkenin kaynağı değil kendisi olan insanı açıklamakta yeterli kalmaz. Bugün Türkiye’de üretmenin özünde bir insan derdi olmadığı için şehirler mantar gibi şişmekte, tarımsal üretim sendelemekte, maliyet fiyatlarındaki artış Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi boyunca nadir görülmüş büyük enflasyon tabloları doğurmaktadır. Enflasyonun yüksek ve sürekli olduğu bir ülkede dolaylı bir tek taraflı zenginleşme mekanizması işlemektedir. Devlet bu zenginleşmenin seyircisi olunca hele kırılmanın derinliği artmaktadır.

Enflasyon kitlesel yoksulluğu körüklerken sınıfsal zenginleşmeyi de doğurur. Zamlar yoluyla dar gelirlinin yaşam düzeyi aşağı çekilirken devlet otoriterleşip kendi uydusu zenginler yaratır. Başta adil, yaygın ve yaşar bir hukuk atmosferine kavuşamamış ülke düzeninde uzun vadede toplumsal duyguları yaşatmak da mümkün değildir. İnsanlar salt duyguyla değil temel yaşama içgüdülerinin güvenliği içinde kendilerinden çıkıp çevrelerine yönelmeye başlarlar. Ülgener’in tasavvuf üzerinden okuduğu insan tipolojisi güncel iktidar- tarikat örüntülerinin teknik donanımına dönüşür. İnsan güç için bir ara malzemedir böyle durumlarda.

Hayatın hamlığı ile insanın hamlığı kol kola girdikçe hele şehirler, kurumlar, her tür sosyolojik yapılar olmamışlık içinde kaotik bir görüntüye bürünerek zihniyet dünyasında olup bitenleri anlamayı daha da zorlaştırır. Böyle zamanlarla sayıları hep azalan idealist ve yöntem sahibi aydınlara çok iş düşer. Olmamış olanın büyük hamlığını çünkü ancak özgür olanlar fark ederler.

 

 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum