Olmanın hâlleri var. Olmayı olgudan hayata taşıyan, varlığın, onu duyma şuurudur. Süreklidir oluş. Tekrar değildir ama kendisini gerçekleştiremediği her aşamada tökezler. İnsan oluş şuurunu kendisinde keşfedip varlığa ne zaman açıldı bilmiyoruz. Fakat böylece geliştiği, olduğu, tabiatın kaba bir parçasına dönüşmekten kurtulup toplumsal erdem kazandığı açık. Bireysel erdemler toplumsal akla büründüğü zaman belki daha esaslı hissedilir varlık şuuru. O yüzden olacak temel değerler yazıya sığmayan ama varlık naturamızda sigorta işlevi gören özelliklerdir. Varlığı gözetmek, olmayı bir göreve ya da mesleğe değil fakat doğamızın oluş şartına dönüştürmek az ülkü sayılmaz.
İnsanın sonsuz oluş hâlleri var. Onları maddeye indirip sığdırmak imkansız. Yine de tam anlamıyla bakabilmek, bu hâlleri bütünüyle kavrayabilmek için, bazen bir zaman içindeki sonsuzu unutmadan ama, birkaç temel başlıklandırmaya başvurmak mümkün. Keza çağımızda bakılması gereken oluş hallerinin en önemlisi yoksulluk... Gökyüzü, denizler, toprak bu hızla yok olup adaletsizlik artarken, yoksulluğu dert edinmek çetinleşecektir. Görünen o ki gelecekte yoksulluk daha da yaygınlaşacak, insanlık tarihinin görmediği boyutlara ulaşacaktır. Dijital güdüleme, zihinsel işgal, gönüllü ele geçirme, kutsayarak yönetme ve yönlendirme aktörleri kabiliyetlerini artırdıkça yoksulluğun teolojisi de başka bir şekle bürünecektir.
Yoksulları düşünmenin bir anlamı yok, ayrıca, özellikle yoksulluğu düşünmedikçe. Yoksullar, her tür yoksulluğun doğal mağdurudurlar. Yoksulluk çünkü sadece fiziksel bir hâl değildir. İnsanın varlık olarak elde etme hakkı taşıdığı şeylerden mahrum bırakılmasıdır ve bu sebepten dolayı bireysel değil toplumsaldır. Yoksul yaşamayı, onun fiziksel yönünü kendi iradesi ile tercih edenler oldu hep. Her kültürde farklı kavramlarla karşılandı bu tercih. Ruhun ve zihnin gıdasını başka âlemlerde ve yaşama tercihlerinde aramanın kınanacak tarafı olamaz. Dinî inanıştan doğaya dönüşe, felsefi anlayıştan sosyo-kültürel gerekçelere bağlı kalarak gerçekleşti böylesi yaşayışlar. Geleceğin ortamında yine olacaktır bu yolu tercih edenler. Unutulmaması gereken mahrumluktur. İnsanın insanı oluş hakkından mahrum bırakmasıdır. Yoksulluğu bir mesele etmeden yoksulun gündelik hâline kapılmak aklın oyunudur.
Din insanlara pek çok erdemi telkin ederken pek çok yolu da önerir. ‘Yoksulu gözet’ bunlardan birisidir fakat gerisinde bir tabula rasa gibi duran yoksulluğu düşünme ve alt etme bilinci olmadıkça, yoksulluk, yoksul, varsılın bir vicdan temizliğine dönüşür. Varsıl, kendi varlığında yoksulun hakkını idrak edip de kendisinin neden ölçüsüz bir varsıla dönüşerek yoksulluğun kaynağı/ müsebbibi olduğunun farkına varmalıdır. Yoksulluğu mal, mülk, para, eşya, yiyecek içecek ile ölçme ilkelliğidir bu ve varoluşun yüksek erdemine aykırıdır. İnsan elde ettiği her maddi ve manevi varsıllıkta başkalarının payını emanet alır. Bilgiyi (her tür bilgi, felsefi bilgi dahil) kendi yığını, kalesi, zırhı, silahı yapmayan kişi ‘yoksulu gözet’ebilir. Öteki hâlde yoksulluğun tekrarı kanun olmayı sürdürecektir.
Yoksulluğu gidermenin, ‘yoksulu gözet’menin bir değil binlerce hâli var. Hâlle birlikte asıl gerekçeye yoğunlaşmalı. Varsıl, varsıllığını ‘temizlemek’ için değil, ontolojik gerekçesini sağlamlaştırmak ve adaletin mümkün şiirini yazabilmek için de ‘yoksula değil yoksulluğa’ odaklanmalıdır. İnsanın kendi bedeninin ve ruhunun ihtiyaçlarını gidermesinin uzun erekteki güvenliği ötekinin hakkını mutlak gözetmekten geçer. Varsıllığından huzursuzluk duymadığı gibi elindekinin bir kısmını yoksula vererek bu özelliğini sürdürme şevkine kapılan kişi yoksulu değil fakat kendisini gözetmenin derdindedir. Yoksulluk, varsıllığın adaletsiz ve şişkin yüzüdür.
Bugün dünyanın her yerinde çeşitlenen yaşama biçimleri vesilesiyle yoksulluk daha da yaygınlaşıyor. İyi bir yönetmenin çektiği filmden, iyi bir kitaptan, iyi bir tiyatro eserinden, insanın hakkı olan her tür felsefi ve bilimsel bilgiden mahrum tutulması, totaliter rejimlerin yaygınlık kazanması, eğitim ve sağlık haklarının paraya göre şekillenmesi bu yaygınlığın görüntüleri arasında. Beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçları ise konuşmanın yararı yok. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir yoksulluk görüntüsü varsa bu yoksulun değil, bütün insanlığın sorunudur. Hele yoksulluk bir kader değil, ortaklaşa işlenmiş suçtur. Biriktirme hastalığı antropolojik bir kalıttır; kendisini güncelleme ustalığına sahip bir hastalık. Oluşa sahip çıkmak yoksuldan önce yoksulluğa kafa yormakla başlar.
FACEBOOK YORUMLAR