Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

erdemomer67@gmail.com

Günler yorulurken…

09 Nisan 2025 - 09:50

Hiç sanmadığınız şeyler görülmeyecek şekilde hayatın içinde can bulup birbirine ulanarak varlık kazanır. Her şeyi bildiğini ve kontrol ettiğini düşünmek bu sebepten bir zayıflık belirtisidir ve çokça kahramanlıklar en çaresiz hale düşmenin sonucunda ortaya çıkar. İnsana düşen en beklenmedik olan için bile tedbir almak onun muhtemel sonuçlarını tahmin etmek sonra da gayrete koyulup çare aramaktır. Aksi halde akıl devreden çıkıp aşırı duyguların egemenliği öne çıkar, kerameti kendisinden menkul kahramanların ardı arkası kesilmez. Kendi evinin düşünü kuramayan o evi sosyal, kültürel ve ekonomik şartların eşliğinde varlığının kültürü yapamayanlar mesela, evlerinin başkaları tarafından engellendiğini, yağmalanıp tehdit edildiğini söylemeye başlarlar. Bir şehir, medeni bir şehir o ilk evden başlayarak kurulmadığında, sokak sokak, cadde cadde, meydan meydan büyümediğinde karmaşa ve kaos kaçınılmaz olur. Bu mekanın yorulması demektir. Mekanın yorulduğu yerlerde insanlar felah bulamazlar. Karmaşa ilişkiler arası denge bozukluğudur.

En az üç yüz yıldır yorulduğunu kabul ettiğimiz değerlerin yerine genç, diri, çağdaş ve yeni amaçlar koymanın derdindeyiz biz. İster Osmanlı modernleşmesi olsun isterse Cumhuriyet atılımları kendisine yeni bir ufuk seçmişti; batı. Oradaki temel değerlerle birlikle yol ve yöntemler, biçimler ve davranışları da istiyorduk. Ne var ki Avrupa başkentleri içinde, Londra, Paris, Roma vb herhangi bir şehrin yapılanmasını kendimize uygulayabileceğimiz bir örnek yaratamadık. Galata ve çevresinden söz etmenin anlamı olmaz çünkü orası doğuşundan beri Suriçi İstanbul’dan zaten ayrıydı. Bununla birlikte, Üsküdar, Eyüp gibi sembol yerleri koruyamadığımız gibi Moda’nın da canına okuduk. Sur içinde ruhu bozulmadık mekan bırakmadığımız için her şey yoruldu, mekanlar yorgun düştü. Çünkü zihniyet yorucuydu. Ya Cumhuriyet? Ya o, niye bir özgün model yaratamadı? Ona engel olan sürüp gelen zihniyet değil miydi?

Sizin bir mekanı kutsamanız onun gerçekliğini ortadan kaldırmaz, zaten dünyanın bütün eski şehirleri, efsaneler, tılsımlar, kutsayışlarla örülüdür. Mesela, İstanbul için üretilen efsane ve kutsayışların sonu gelmez. Fetih öncesinde Ayasofya’da mucizenin gerçekleşeceğini bekleyen Hristiyanlar da inançlıydılar. Fatih Sultan Mehmet, zihnindeki Roma’yı mekansal bir ruha kavuşturmak için arka arkaya devrimler yapıp, kanunlar çıkarmıştı. Sonrasında da Yahya Kemal’in ‘Türkler yeryüzünde medeniyet adına bir şey yapmamış olsalardı İstanbul onlara yeterdi’ dediği çiçeklenme gerçekleşmişti. Ya sonra ne oldu? Bu şehri kim yordu? Bugün onun yorgunluğu kiminle yarışıyor? İstanbul’dan başlayarak halka halka yorgun şehirlerle doluyuz. İlk sarsıntıda yıkılıyoruz.

Bir ülkenin eğitim hayatını gözden geçirelim bir de. Bırakalım üniversiteleri , ilk ve orta eğitimin baştan ayağa bir yorgunluk düzeni olduğunu kim inkar edebilir? Öğrenciler mi? Öğretmenler mi? Veliler mi? Yoksa tuzu kuru, çenesi başkasının zihnine göre çalışan, hayatı sabahtan akşama, para pul, parti, ideoloji, rejim, sen ben, biz onlar kavgası görüp de ceplerindekini özel okul paralaksına gömenler mi? Binaları yorgun, sistemi arapsaçı, gündemi insansız bir eğitim döngüsü kimin icadı?

Bir de günlerin yorulması, hayatı yormak diye bir şey var ve onu uyanık bir şuurla her an her yerde görebilirsiniz. Ekranlar yorgunluk kaynağıdır söz gelimi, haberler, kadın ve tartışma programları, futbol yorumları gün gün, günleri yora yora ortalıkta dolaşır. Politik kavgalar da öyle. İçlerinde ne özgün bir üslup vardır ne de dört başı mamur bir plan ve program. Güne göre, duruma göre şekil alır yorma yöntemleri. Hainlikler, kahramanlıklar dört nala koşar. Hele kitlelerin tuhaf ve akıl dışı tezahüratlarıyla birleşince dışarıdan şenlik ve karnaval özde tükenişin ilanıdır bütün bunlar. Sanki yeryüzünde yapayalnız, başka uluslar, diller, ülkeler yokmuş da kainat bizim etrafımızda dönüyormuş havası. Az da işe yaramaz bu yöntem böylelikle asıl meseleler unutulur bir yorma ve yorgunluk müsabakasının tezahüratı hiç dinmez. Yora yora yönetmek kolaycılığı mı demeli buna?

Ne yapmalı peki diye sorar uyanık bir şuur. Sorumlu kişi ne yapabilirim diye bir adım öne çıkar. Bu zevk ve üleşim olduğu kadar tükenme çarkının dışında ne olabilir diye düşünür. Başka bir yol başka bir akıl ediş başka bir olma yöntemi yok mudur diye iç geçirir. Belki de ilkin insanın kendi eylemleri kadar zihniyet dünyasının, çevreyle ilişkilerinin bir yorgunluk mu yoksa yenilik mi taşıdığını buna niyetli ve hazır olup olmadığını tartması gerekiyor. Bir başına kalmayı göze alarak en azından kendi olma hakkını, kendi kendini yormama fırsatını gözden geçirmesi kaçınılmaz gözüküyor. Ömür ve hayatın biricikliği bunca yorgunluğa değmez.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum