Mini bir kara üzüm salkımını soğuk suda yıkadıktan sonra iştahla yiyen kişi elinde kalan çöp karşısında hayrete düşer. Damağındaki doygun tadı zihninde tartarken az önce salkımı bir arada tutan örgünün hafifleyip sessizce sonuna razı olmasına bir kez daha şaşırır. Dünya aradan çekilmiş, üzümün ruhu yükselip gitmiş gibi olur sanki . Gerçekten de bir üzüm salkımından geriye kalan çöp ne kadar da ilginçtir.
Nice sanat çağrışımıyla dolu görselliği bir yana insana telkin ettiği düşünceler az değildir. Bazı taneler koparılırken geride ıslak alevi bir iz bırakmış, kabuk parçacıkları çekirdekle birleşerek son bir hayat tesellisi diye uçta parlamıştır. ‘Armudun sapı üzümün çöpü’ sözü çokça yanlış yorumlandığından olacak, bir üzüm çöpünün bize telkin ettiği fikir ıskalanmış, görmezden gelinmiştir. Üzümün çöpü armudun sapı demek her varlık ve nesnenin güzel sonuna nazar kılmak kadar her şeyin asıl varlık sebebini de unutma demektir. Esası kaçırırsan varlığın ve hayatın kıymeti kalmaz diye seslenmektir.
Varlığın ve hayatın kıymeti tam da burada, bir üzüm çöpünün bir armut sapının mahiyetinde düğümlenir. Çöpün ruh ve şekil değiştirip bambaşka bir hale bürünmesiyle varlık ve hayat tehdit edilir. Gökyüzü petrol türevi yakıt çöplüğüne, denizler akla hayale gelmeyen artıklara, şehirler ve toprak ise cin taifesinin nesneleri gibi nereden ve nasıl çıktığı belli olmayan artıklarla doldurulur. Organik olmayan her şey tabiatı tehdit eder ve üzüm çöpündeki sessiz geçişten çıkarak büyük bir şiddet mekanizmasına dönüşür. Etrafınıza dikkatle bakın, cilalı parlak arabalar, gökyüzünde süzülen uçaklar, süt şişeleri, sigara paketleri, alışveriş torbaları, oyuncaklar, giysiler, elektrik kabloları, cep telefonları hemen hepsi potansiyel çöptür ve doğanın böğrüne saplanma zamanını beklemektedirler.
Bir malı, bir ürünü saklamak, bir hizmeti görmek bir derde deva bulmak için binlerce yıldır eşya üretiyor insan. Yünden kumaş, topraktan testi, bitkiden ilaç, ağaçtan ahşap yapıyor. Sanayi çağı öncesinde yapılan her eşya üretilen her mal, antik şehirlerdeki görkemli mermer sütunlar, mezar lahitleri, rüzgara dayanıklı deniz aşan gemiler sonuçta doğanın kanununa boyun eğerler ve onun sinesinde sessizce eriyip giderlerdi. Deniz ticareti sırasında batan gemilerde dibe gömülen mal ve eşyaların bile kendisine has bir güzelliği ve doğallığı vardı. Nitekim onlar bugün çöp değil arkeolojinin konusudurlar. Fakat ne zaman ki malın ve eşyanın, üretip tüketmenin dahası ticaretin doğası bozuldu, sanayileşme daha çok ve dayanıklı madde üretme sevdasına kapıldı, dünyanın büyüsü bozuldu, güneşin ışığı kısıldı.
Etrafımıza şöyle bir baktığımızda, günü gelince sararıp düşen bir yaprağın toprakla yaşadığı bütünleşme ne bir kola kutusunda ne bir pet şişede ne bir araba lastiğinde var. Artık, hemen her ürün, markete girdiğinizde gözünüzün gördüğü her nesne potansiyel birer çöp demek. İnsan neredeyse her gün çöp üretmek için uyanıyor. Yediği içtiği çöpe dönüşmekle kalmıyor kendi bedeninin ve ruhunun dengesi bozuluyor. Görünüşte bir yaşam kolaylığı varmış gibi gözüküyor fakat sakince düşünüp aklını başına aldığında kişi bir çöp taşıyıcısı olmaktan öte gidemediğini fark ediyor.
Bir görüşe göre bir ailenin bir semtin hatta bir şehrin hayatı çöp üzerinden okunabilirmiş. Orada nasıl bir hayat yaşandığının, ne tür bir kültürel ve ekonomik ortam bulunduğunun şifreleri çözülebilirmiş. Çöpü, mutfakta toplanan atık maddelere indirgediğinizde bu görüşün bir anlamı bulunabilir. Fakat çöp acaba sadece bundan mı ibarettir? İnsanların sesleri, konuşmaları, rüyaları, düşünceleri de bir şekilde çöpe dahil değil midir? Gereksiz yere çıkarılan her ses, şehirleri bürüyen trafik gürültüsü dahil çöp değil mi sonunda? İnsanın şehvetle çoğalttığı her şey onun felaketi olurken çöpü tekrar düşünerek bir çıkış yolu bulabilir mi?
Yoksa dünyaya egemen olmuş kapitalist sistem bir değil yirmi çeşit cips üretmekten ve ürettiği her ürün için sonunda çöp olacak ambalaj kullanmaktan vazgeçer mi? Cips çok masum bir örnek belki ama hemen her tür elektronik eşyanın ve petro -kimya endüstrisinin ürünü olan mallar, beton çapağı şehirler ne olacak? Bu kartların yeniden karılması, her şeyin yeniden gözden geçirilip başka bir evrene geçilmesi demek değil mi? Öyleyse kulaklıklarımızı takıp sevdiğimiz müzik eşliğinde bir süre sonra birer çöpe dönüşecek, renk renk, ışıl ışıl, cazibeli ve iştah açıcı ürünlerin arasından yürüyebiliriz. Sadece yakın ve uzak çöp var artık dünyamızda. Çöpün bizi de kendisine benzetip benzetmediğini düşünüp düşünmemekse herkesin kendi idrakine kalmış. Hele bir gün elimize alıp iştahla yiyemeyeceğimiz bir salkım üzümden mahrum kalma ve çöpün ruhunu bile unutma korkusu yeterince irkiltici değil mi?
FACEBOOK YORUMLAR