Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Böylesi nerede var?

21 Haziran 2023 - 20:01

İstanbul’un tarih gören herhangi bir köşesine oturduğunuzda ilkin her şey alelade görünür. Bu aleladelikte şaşkınlıkla yazıklanma at başı gider. Her zaman bir içimizdeki bütün İstanbul vardır bir de parçalanmış aktif İstanbul. Kültürle bir vesileyle hemhal olanlar kendi şehirlerini bulmaktan öte yol olmadığının ayırdına erkenden varıp bu çelişkiden kurtulurlar. Hatta çelişkilerden yeni hikayeler yaratırlar. Çünkü şehrin genel atmosferi içinde tarih duygusu çoktan kayıptır. İstanbul Batı Roma’ya ve Osmanlı’ya başkent olmuş bir şehir olmaktan çok nicedir yükünü nereye boşaltacağını bilemeyen yorgun taşıyıcı gibidir. Fakat detaylara her dikkat ettiğinizde ‘böylesi nerede var?’ demekten alamazsınız kendinizi.

Mesela, Azapkapı Camiini arkada bırakıp da ( Reşat Ekrem Koçu’ya göre kimi denizcilerin bazı maymunlarla akla hayale gelmez işler çevirdikleri yerdir burası) Cenevizliler zamanından mı yoksa başka bir devrin artığı mı tam kestirilemeyen sur kalıntılarının üstünden akan metro vagonlarının çığlıklarını duyunca irkilirsiniz. Kalk borusunu andıran karışıklıklar, cayırtılar yürüyen merdivenlerden mi yoksa Haliç’in dibinden mi yayılır emin olamazsınız. Ağır metala sürtünen raylar kıyamet nefiri üflercesine kayıp gider. İşte o an Haliç’in üstünden yukarı kayan gözleriniz birden Süleymaniye ile buluşuverir.

Aleladeliğin sırrı aniden dökülür, az önceki kakafoni ile baktığınız mimari abidenin imgesi havada çarpışır. Öndeki zaman yaraları gibi dökülen binaları ciddiye almazsanız ‘ha dersiniz bu açıdan hiç bakmamıştım ona. Süleymaniye bu noktadan nasıl da sakin gözüküyor! .’ Süleymaniye her ne kadar varlık yarışını Ayasofya tarafına yöneltse bile Fatih Camii ve Zeyrek’e selam verir. Kırklar Kilisesi kadar Zeyrek’in manevi geçmişine duyduğu bu hürmette mimarın sırlı nezaketi saklıdır.

Tam da mimar diye düşünürken birden bu yakada, Süleymaniye’nin tam karşısında, Haliç’in Galata kıyısında yeni döküm Mimar Sinan heykelini farkedersiniz. Omuzları gergin, kuş pislikleriyle sıvanmış, zorlama kürkünün içinde ulu mimar acemi bir yeni zaman talebesinin elinden çıkmışçasına karşıdaki eserini seyreder. Bu seyredişte heykelin maddesine sinmiş tuhaf bir kekrelik vardır. Zaten onu buraya diken irade de bunu amaçlamıştır sanki fakat bu sadece bir amaç olarak kalır. Heykel geleneğinin hala böylesine kaba ve küt kalması düşündürücüdür. Ayrıca heykel üstüne konduğu platformdan dolayı da iyice maddeleşir. Oysa yaratıcı bir zeka onu da buradan geçen insanlardan birisi gibi tasarlayabilirdi.

Sol yanda The Halich diye asılmış bir otel tabelasına nasıl şaşırmazsanız Mimar Sinan Heykeli’nin yanındaki Horn Hotel tabelasına da iç geçirmezsiniz. Çünkü Metronun geçtiği ve Haliç’i iki yakadan birleştiren köprü de güya uzaktan bakılınca boynuza benziyormuş. Hangi mimari akıl böylesi bir yığını bu iç denizin boğazına geçirerek mesela Eyüp Sultan’dan bakıldığında bir duvar etkisi yarattığını düşünememişse şehri dünden bugüne kopmaz bir akış olarak görmeyenler metro tünelinin Küçükpazar semtini çiğneyerek deldiğini de farketmeyecektir. Oturduğunuz yerden tekrar edersiniz ‘böylesi nerede var?’

Sanki sol tarafta, Şişhane’den ( ah Haldun Taner) ta Tepebaşı’na oradan Galata Kulesi önlerine değin Latin, Ceneviz boyası zamana hiç çalınmamış gibi hırdavat dükkanlarının arasında kaybolur. Araplarla ilgisi olmadığı halde Arap Camii adını alan yapı zihninizin koridorundan size doğru yaklaşırken başınızı tekrar karşıya Süleymaniye’ye çevirir ve Beyazıt Yangın Kulesi ile Yahya Kemal’in adını bir kez daha ebedileştirdiği ‘hendesi’ ötesi yapıyı düşlersiniz. Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul’da kahramanını konuşturur. ‘İstanbul’un fethi Süleymaniye’nin kurulmasıyla tamamlanmıştır.’ Yine tekrar edersiniz, bunca düzensizlik içinde bunca iç akış ve ilişki böylesi nerede vardır? Nerede görülür bunca karmaşa içindeki derin tarihsel ve kültürel örülüş?

20.yy’ın başına kadar şehrin damgalarında Constantinople ismini canlı tutanlar alttan alta bir Roma şuuru da taşırlar mıydı bilinmez. Fakat ne zamanki taşradan Dersaadet’e bir tuhaf İstanbul dürbünü yapılmıştır böylece adeta şehri doğası sapıp neşesi de yitmiştir. İstanbul’un tarih gören herhangi bir köşesine oturduğunuzda etrafınızı saran aleladelik sosyoloji ile ilgilidir bu sevepten ve bu sosyoloji kendisine has ekonomik kültür simgeleri taşır.

Çarpıcı olan İstanbul’un tarih gören herhangi bir köşesine oturduğunuzda içinizden dökülen ‘böylesi nerede var’ sözünün Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ‘buradan başlamış dünyayı sevmek’ mısraıyla hep birleşmesidir.

 

 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum