İlkin bir çift çalı bülbülü gördüm. Öylesine gelip konmuşlardı sanki bir anlık zaman parçasının dalına. ‘Bir ağacın altına oturmaktır bir ülkede yaşamak da’ diyordum mırıldanarak. Ağaca kendimi bildim bileli meftunum. İnsan insan olmasaydı ağaç olurdu diye düşünmem yeni değil. Buna rağmen insanın ona nasıl gaddar davrandığını da unutmam hiç. Fakat sonunda insan gelir bir şekilde ona bağlanır. Efsanelere, masallara, türkülere, mimarinin tarihine hiç girmeden, ister kırda ister sonu gelmez büyük bir metropolde yaşasın insan, işin özü gelip bir ağaca bağlanır. Geniş bozkırda güneş her şeyi adeta bir su dalgası varmışçasına seraplarla kandırdığında bir ahlat ağacı boyut değiştirip her şeyi kolları altına alır. Onun bu duygusu insanda en zor anda kabaran umuttan başka bir şey değildir. Hiçbir zaman bir ağacın boyu gökdelenle yarışamaz fakat hiç bir gökdelende de bir ağacın endamı bulunmaz. Zaten gökdelen dediğiniz insan hırsından yapılmış yapay bir ağaç değil midir? Şuuraltı maddeyle böyle sürtünür insanoğlunun. Bizim çalı bülbülleri ses ve sekişlerle birbirleriyle cilveleşiyorlar. Her an çekip gidebilirler. Zamanın zarı patlar böylece. Kuşlar ağaç dilinin ansiklopedistleridir. Kuş dilini bilmekle Süleyman sanki bütün dilleri öğrenmiş olur. Ağaç isimlerine bu yüzden de düşkünüm. Dilin canı kadar yaşama gücü ağaç isimlerini kapsama genişliğidir. Türkçe bu konudaki kıvraklığı kadar kompleksizliğiyle göz yaşartır. Meyvelerden tutun çalılara, orman ağaçlarından girin kırda yetişenlere hasılı hemen her yerde birer dil coşkusuyla çıkarlar karşımıza. Ağacı düşünüp düşlemek varlığımızın sigortası saydığımız dili hissetmek onun üzerine titremektir. Şu bir çift çalı bülbülüne çırak olsam, hiç konamadığım dallarda sekip, o gövdeden bu gövdeye sıçrasam da ağaç denilen o büyük maneviyatın sarhoşu kesilsem ne güzel olurdu. Ve aklıma Şeyh Bedreddin’in Varidat’ındaki ‘ağaç denizi’ isimlendirmesi üşüşüverdi. Öyle ya ağaçlar da denizidir tabiatın, toprağın. Bir ağacın altında oturmak her tür çağrışıma da kapı aralamaktır. Sadece ilham vermez bir ağaç telkin de eder sizi. Madem ki son imparatorluğumuz bile bir ağaç metaforu ile kendi varlığını simgeleştirdi öyleyse bastığımız toprağın öyküsü kupkuru bir maddeden ibaret değildir. Baktığımız her yönde bir çağrışım göz kırparken bize gözümüzü her kapadığımızda hafızamızın kapakları açılıverir. Günlerdir Ege köylülerinin ağaçlarını savunmak için gösterdikleri canhıraş savunma salt sosyo-politik bir reflekse indirgenemez. İnsan denilen ‘saz parçası’ en beklenmedik zamanda hiç akla gelmeyen bir yüzle kendi müzik aletini alır ve oluşun o lirik bestesini dillendirir. Zeytin ağacı sadece bir meyve değildir. Tıpkı incirin, ıhlamur ve ahlatın olduğu gibi. ‘Karlı kayın ormanında yürümek’ yurt duygusunun kemiğidir çoktan. Sırtımı dayadığım ağacın ufkunda belki de yüzbinlerce ağaç görünüyor. Hemen önümden aşağıdaki vadilere, karşı yamaçlara ve yalçın Bolkar tepelerine değin çamdan ladine, ıhlamurdan meşeye bir ‘ağaç denizi’ uzanıyor. Bu sebepten bu mevsimde aşağılar, denize yakın yerler insan beynini buharlaştıracak kadar kavrulurken buralar insana esenlik veriyor. Bir ağacın boy atıp can bulduğu yerde tabiatın gizli saklı nice dengesi bulunur. Ağaç aradan çekildikçe, bir kıyım duygusu iştahı düşmeyen maddiyat hırsıyla birleşir, insan tabiatın alnına suçlu diye yazılır, adım adım umut söner, dilden kısalıp çıraklaşır günlük hayatın neşvesi kaybolur. Bir ağacın telkin ettiği varoluş neşesinden nasipsiz olanlar her fırsatta ellerine balta alırlar. Balta barbarların ilkel mekaniğidir. Eğer tesadüfün değil de şu altına oturduğum ağacın bir armağanıysa bu bir çift çalı bülbülü onlarla biraz daha konuşmak isterdim. Hayır hayır sonsuza dek değil yeteri kadar onların mucize seslerine kapılıp sadece kulağımı açmak dilerdim. Lakin bir kuşun zamanıyla bir insanın zamanı bir değildir. İşte şu öpülesi gagalar işte şu ruha şapka çıkartan tüylerdeki renk uyumları ve iç ürperten ürkeklikler ve birer lokmacık canlar... İnsanın da canı böyle bir lokmacıkken nasıl olur da bir yıkım/ yakım kurucusu oluverir? Ağaca sorsam iç geçirip saklı göz yaşı dökecek. Zaten soracaklarımı da çoktan biliyordur. İyisi mi gözleri sonsuzca kapatmak ve bu ağaç denizinin sularında bir süreliğine de olsa kulaç atmak.
FACEBOOK YORUMLAR