Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

YUNUS EMRE DÖNEMİ ANADOLU VE YUNUS’UN MEZARI MESELESİ?

20 Ekim 2017 - 22:11 - Güncelleme: 22 Ekim 2017 - 11:13

YUNUS EMRE DÖNEMİ ANADOLU VE YUNUS’UN MEZARI MESELESİ?

NACİ YENGİN

www.tarihistan.org

Yunus Emre, Anadolu Türklüğü kadar Türkistan, Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar Türklüğü için de önemli bir semboldür. Öyle ki Türkistan Türklüğünün Pir-i Türkistan Hoca Ahmet’e yüklediği anlam neyse orta, Batı ve Anadolu Türk coğrafyalarında yaşayan Türklerin Yunus Emre’ye yüklediği anlam öyledir.

Türkistan Türklüğünün var olma yok olma mücadelesi verdiği dönemde adeta kurtarıcı olarak Türklerin milli kimliğinin korunmasında önemli rol oynayan bilgeler arasında Hoca Ahmet Yesevi ilk sırada yer alır.

Hoca Ahmet Yesevinin Türkistan’da yaktığı meşale, Anadolu’ya gönderdiği Horasan Erenleri ya da kolonizatör Türk dervişleri, bazen bir Hacı Bektaş-ı Veli aracılıyla bazen de Yunus Emre gibi  hak ve halk dostları sayesinde kök köklerde ve gönüllerde yerini almıştır.

“Büyük Türk mutasavvıfı Yunus Emre ile ilgili pek çok araştırma yapılmıştır. Bununla beraber Yunus Emre’nin Türk düşünce hayatında bugünkü düzeyde konumunu alması oldukça yenidir. Türk tarihi ve kültürüne ait verilerin yer aldığı temel kaynaklardan biri olan İslam Ansiklopedisinde Yunus Emre maddesinin bulunmaması konunun ihmaline dair çarpıcı bir örnektir. Bir anlamda (sadece bir derviş-şair olma dışında) 1919’dan önceki dönemde Yunus Emre yoktur. Yunus Emre’nin bugün bilinen yönleriyle keşfi, ilk baskısı 1919’da yapılan Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eseriyle olmuştur. Bu tarihin Türk milleti açısından önemi bellidir. Bu dönem,  (Mondros sonrası) milletimiz açısından var oluş-yok oluş kesitini içerdiği için Yunus’un bu anlamda Türk milletine ontolojik bir değer kattığını söyleyebiliriz.[1]

“Köprülü’den sonra Yunus üzerine ilk önemli çalışmaları gerçekleştiren ve Köprülü’nün ortaya çıkardığı Yunus’la bir hesaplaşma içine giren Burhan (Ümit) Toprak olmuştur. Bu amaçla Burhan Toprak, 1933 yılında Yunus Divanı’nı üç cilt olarak yayınlamıştır. Yunus Emre’nin maddî (fizikî) varlığı, hayatı ve mezarı ile ilgili araştırmalar ise bu dönemde başlamış ve 1946’da büyük Türk bestecisi Ahmet Adnan Saygun tarafından Yunus Emre Oratoryosunun bestelenmesiyle birlikte ivme kazanmıştır.”[2]

Mevcut bilgiler ışığında Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beyliklerinin kurulmaya başladığı XIII. Yy. ortalarında Osmanlı Beyliği’nin filizlenmeye başladığı XIV. yy. ilk çeyreğinde Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir Türkmen hocası, şair bir erendir. Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasi otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. XIII yy. ikinci yarısı, sadece siyasi çekişmelerin değil hetorodoks mezhep ve inançların, Bâtıni ve Mutezile görüşlerinde yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır.

Yunus Emre’nin Moğol tehlikesi ve Selçukluların dağılma döneminde Anadolu’da kurulan pek çok beyliğin meydana getirdiği siyasi otorite boşluğu ortamında dil, inanç ve milletin öz benliğinin yaşatılması yolunda vermiş olduğu mücadele sevgi, kardeşlik ve barış mücadelesi olmuştur.

Böyle bir ortamda, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Ahmet Fakih gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yunus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır.

“Risalet-ün Nushiyye” adlı eserinde verdiği bilgiler ışığında Yunus Emre M. 1240–41 yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra M. 1320–21 yılında ölmüştür. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ifadesi ile bir Türkmen hocası olan Yunus, ilim ve irfan yolunun merdivenlerini birer birer geride bırakmış 40 yıllık bir çilenin ardından “pişmiş” etkili ve benzersiz söyleyişi ile Türk dilinin ve tasavvufunun en büyük şairi olma mertebesine yükselmiştir.

Yunus Emre’nin Mezarı Meselesi

Anadolu’nun milli ve manevi kurtuluşunda Yunus Emre faktörü her şeyin üstesindedir. Hoca Ahmet Yesevi’nin Türklük ve İslam aşkını kalbine yerleştirerek XIII. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’da genellikle Konya- Karaman civarlarında yaşayan ve Azerbaycan’dan Anadolu’nun pek çok şehrinde iz bırakan Horasan Erenlerinden Tapduk Emre’nin dizinin dibindeki kabrinde 1321’den bu yana Anadolu nöbetini tutmaya devam eden Yunus Emre’dir.

“Yunus Emre, XIII. yüzyıldan XIV. yüzyıla akan zaman içinde, Selçuklu idaresinin çöktüğü, fakat yenisinin henüz belli olmadığı bir zamanda ölmüştür. Ama onun etkilediği Türkmenlerdeki 'birlik' fikri, siyasi birliğin de en kısa zamanda sağlanacağını gösteriyordu.”[3]

Yunus Emre hakkında Fuat Köprülünün ortaya koyduğu bilgiler ışığında hareket eden araştırmacıların çoğunluğunun söz birliği etmişçesine Yunus Emre’nin mezarının Sarıköy’de olduğuna dair görüşlerinin kesinlik arz etmediğini vurgulamak gerekir.

Yunus Emre’nin mezarı meselesi hakkında onun mezarının Sarıköy’de olduğuna dair efsanenin tamamen uydurma olduğuna dair önemli bilgiler veren Beşir Ayvazoğlu “Yunus’un Mezarı”[4] makalesinde şu ifadeleri kullanmaktadır: “Sarıköy’de anıtın inşasına devam edilirken Yunus’un mezarı Halim Baki Kunter, Ahmet Adnan Saygun, Kemal Güngör, Raci Temizer ve Hasan Bıçakçı’dan oluşan bir ekip tarafından 28 Haziran 1947 Cumartesi günü öğleden önce açılmış, bir eli başının altında, bir eli kalbinin üzerinde, bozulmamış halde yatan bir iskelete ulaşılmıştı. Ekipteki uzmanlar tarafından yapılan antropolojik inceleme, bu iskeletin altı yüz yıl kadar önce, seksen yaşlarında ölmüş Türkmen soyundan birine ait olduğunu gösteriyordu.[5] Ne var ki bu incelemenin ne kadar uzmanca yapıldığı hep tartışılacak, Yunus’un Karamanlı olduğunu ve Karaman’da yattığını savunanlar tarafından, yıllar sonra, Adnan Saygun ve Kemal Güngör’ün şahitliklerine başvurularak açılan mezardan aslında on beş iskelet çıktığı, bu yüzden büyük bir hayal kırıklığı yaşayan ekip üyeleri arasında ciddi tartışmalar cereyan ettiği ve “halkın duygularını incitmemek” için hazırlanan olumlu raporu Halim Baki Kunter’den başka kimsenin imzalamadığı iddia edilecekti.[6] Başka bir iddia da, Konya Evkaf Arşivi’ndeki eski vakıflar defterinde Yunus’un Karamanlılığını açık bir şekilde gösteren kayıtların yer aldığı sayfaların çalındığı yolundaydı.”[7] Bu makale Yunus Emre’nin mezarının en azından Sarıköy’de olmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yunus Emre’ye ait olduğu söylenen bazı mezar veya makam yerleri bulunmaktadır. Bunlar arasında: “Sivrihisar(Sarıköy-Yunus Emre Köyü), Karaman ve Aksaray’ın Ortaköy İlçesi sınırları içinde kalan Ziyaret Tepe’deki mezar veya makamlardır. Şairin bunlardan başka Kula’da(Manisa-Kula-Emre Köyü), Erzurum Dutçu(Düzcü) Köyünde, Isparta Keçiborlu’da, Afyon Sandıklı’da, Ünye ve Sivas’ta bir yol üzerinde ve hatta Azerbaycan’ın Gah bölgesinin Oncallı kentinde makamları bulunmaktadır.”[8]

Şurası bir gerçektir ki Yunus Emre’nin mezarının Taptuk Emre’nin mezarının yanında olduğu bilgisi herkes tarafından kabul edilmektedir.

Taptuk Emre’nin Sarı Saltuk, Barak Baba gibi Anadolu’ya gelen Kolonizatör Türk Dervişlerinden birisi olduğu kabul edilmektedir.[9]

Taptuk Emre’nin her ne kadar Nallıhan’da dergâhının yanındaki mezara gömüldüğü ve Rıfai tarikatı mensubu olduğu, Yunus Emre’nin de aynı silsileyi takip ettiği ifade ediliyorsa da[10]  Taptuk Dergâhının yüzyıllar öncesinden kalma tarihi bir eser olup olmadığı belli değildir. Ancak Manisa-Kula İlçesi Emre Köyünde bulunan Taptuk Emre Türbesininde elde edilen bulgu ve tamgalar türbenin XIII. Yüzyıla ait olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.

Tabduk Emre’nin Kula Emre köyünde olduğuna dair bilgiler M. Çağatay Uluçay’ın “Yunus’un Mezarı”[11] eserinde ayrıntılı olarak verilmiştir.

Yunus Emre’nin Hocası olan Tabduk Emre’nin Türbesi, Kula’nın Emre Köyündedir.

Büyük bir Türk mutasavvıfı olan, Tabduk Emre hakkında yazılı kaynaklar Tabduk Emre’nin Barak Baba, Sarı Saltuk gibi Hacı Bektaş-ı Velinin halifesi olarak göstermektedir.

Tabduk Emre miladi 1200’lü yılların sonunda Manisa ili Kula ilçesi Emre köyünde yaşadığına inanılmaktadır. Ayrıca Tapduk Emre’nin Hoca Ahmet Yesevi’nin yolunda giden müritlerinden olduğu bilinmektedir.

Rivayete göre bir gün Hacı Bektaş-ı Vali Anadolu’daki erenleri yanına çağırır. Tabduk Emre “Ben nasibimi aldım” deyip davete uymaz. Fakat Hacı Bektaş’ın ısrarı üzerine dergâhına varır. Kendisine gelmeyişinin sebebi sorulur; şöyle cevap verir. “Erenler meclisinde bir gün perde aralığında el uzandı ve bize nasibimizi verdi.” der. Hacı Bektaş-ı Veli “O eli görsen tanır mısın?” der. Tabduk Emre: “Elbette tanırım. Ayasında yeşil bir ben vardı, o eli bir ordunun içinde görsem tanırım.” Diye cevap verir. O zaman Hacı Bektaş-ı Veli sağ elini Tabduk Emre’ye uzatır. Tabduk Emre o yeşil beni burada görünce, heyecanlanır ve “Tabduk Sultanım”diye bağırır. Aradığı kişinin karşısında olduğunu anlar ve o günden sonra Ermem Şeyhin adı “Tabduk Emre” olur. Tabduk aradığımı buldum anlamında kullanılmaktadır.

Yine bir rivayete göre Tabduk Emre, Saruhan Beyinin kızı Fatma Sultanı istetmek için, annesini Emre köyünden, Saruhan beyinin konağına yollar. Tabduk Emre’nin annesi, Saruhan beyinin kızı Fatma Sultanı oğlu Tabduk Emre’ye ister. Saruhan Beyi, Tabduk Emre’nin annesine oğlu kırk yük altın getirirse ancak o zaman kızını vereceğini söyler. Annesi boynu bükük olarak Emre köyüne dönüp, durumu Tabduk Emre’ye anlatır. Tabduk, annesini tekrar Saruhan beyine göndererek, beyin şartlarını kabul ettiğini bildirir. Tabduk Emre Saruhan Beyi’nin Emre köyüne gönderdiği kırk deveye, çuvallar içinde kum ve çakıl doldurarak Saruhan Beyine geri gönderir. Çuvallar Sultanın hazinesine boşaltılırken içindeki kum ve çakıllar altın olur. Bunun üzerine hayretler içinde kalan Saruhan Beyi de sözünde durarak kızı Fatma Sultanı Tabduk Emre’ye verir.

Yunus Emre hakkında söylenecek söz bitmez. Bitmemelidir.

Yunus Emre’nin ebedi istirahatgahı Manisa’da olduğu inancı güçlü olduğundan bizler Yunus Emre ile ilgili 1940’lı yıllarda yapılan araştırmaların ötesine geçip Yunus Emre ve Manisa bağının her geçen gün zayıflatılmasına karşı bir şeyler yapmamız gerekmektedir.

Günümüzde Tabduk Emre Türbesi olarak anılan yapı mimari unsurlar bakımından Manisa’daki Saruhan Bey Türbesi ile büyük benzerlikler taşımaktadır.  

Yunus Emre’ye ait olduğu söylenen Türkiye’de 14 Azerbaycan’da ise 4 farklı yerde mezarının bulunduğu bilinmektedir. Ancak Kula Emre köyünde mezarının Tapduk Emre Türbesinin yanında Yunus Emre’ye ait bir mezarın olması hasebiyle gerçek Yunus Emre mezarının burada olduğunu söylemek mümkündür.

“Yunus’un, Anadolu’nun on beş yerinde mezarının olduğu rivayet edilir.  Bazı araştırmacılar onun Eskişehir-Sarıköy’de medfûn bulunduğu görüşünde her ne kadar ısrar etseler de,  M. Çağatay Uluçay’ın,  Manisa Halkevi tarafından 1943 yılında bastırılan “Yûnus’un Mezarı” adlı eserinde öne sürmüş olduğu birtakım deliller göz önünde bulundurulduğunda, Yûnus’un, Manisa’nın Kula İlçesi’ne bağlı Emre Sultan Köyü’nde medfûn bulunduğu görüşünün daha ağır bastığını söyleyebiliriz.”[12]

Manisa Kula İlçesi Yunus Emre Köyündeki Tabduk Emre Türbesinin kapısının hemen önünde, taşında balta tasviri bulunan mezarın ise Yunus Emre’ye ait olduğuna inanılmakta ve her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Tabduk Emre’nin Türbesinin hiçbir şüpheye meydan vermeyecek denli açık olan bilgiler ışığında Manisa-Kula Emre köyünde[13] olduğunu kanıtlayan pek çok delil vardır. M. Çağatay Uluçay tarafından 1943’de neşredilen “Yunus’un Mezarı” kitabı bu alanda yapılan ilk çalışmadır.

Ancak ne üzücüdür ki Yunus Emre'nin Manisalı olduğu (Kula -Emre Köyü) bilgisi bilinçli olarak Fuat Köprülü ve onun takipçileri tarafından unutturulmaya çalışılmıştır. Bu konuda başta üniversite olmak üzere Yunus Emre ve Tabduk Emre gibi şahsiyetlerin detaylı bir şekilde araştırılması gerektiği ortadadır.

Yunus Emre ve döneminde meydana gelen siyasi ve sosyo ekonomik ilişkiler ortaya çıkarılmadan; kültürel ve inanç değerleri araştırılmadan Yunus Emre’nin yeterince anlaşılamayacağı aşikârdır.

Yunus Emre’ye ait olduğu kabul edilen merkezlerdeki gelişmeler, Anadolu’nun içinde bulunduğu koşullar, Moğolların siyasi ve kültürel yapısı, beyliklerin çalışmaları ortaya çıkarılmalıdır.

Yunus Emre’nin tam olarak ortaya çıkarılmasında kullandığı dil yapısı ve Anadolu Türkçesi, Yöre ağızları araştırılmalı ve Türkçe’ye olan katkılarından yola çıkılmalıdır. Yunus Emre’nin milli yönü ile yaşadığı ve kendisine ebedi istirahatgah olarak seçtiği yer olan mezarının bulunduğu yerler dil açısından da karşılaştırılmaldır. Zira Yunus Emre Türk edebiyatının, Türk dilinin gelişmesine öncülük edenlerin başında gelmektedir.

“Moğollar ’la Selçukların Anadolu’sunda Mevlâna Celâleddin-i Rumî güçlü şiirlerini Fars dilinde yazmakta idi. Vak’anüvisler ile Konya sultanlarının saraylarında görevli kâtipler de dosyalarını ayni dilde tutuyor, buna karşılık medreselerdeki bilginlerle öğretmenler Arap dilinde kitaplar kaleme alıyordu. Fakat 13. yüzyıl içinde İbn-i Ala’nm “Danişmendname”si, Sultan Veled’in bazı Türkçe şiirleri, Ahmed Fafih(Fakih Olmalıdır) ile Seyyid Hamza’nın şiirleri ve nihayet Yunus Emre’nin kendisi, ulusal nitelikte bir Türk edebiyatının yavaş yavaş gelişmesine yol açmışlardı.”[14]

Uyarı: Yazarın özel izni olmadan hiçbir şekilde alıntı, kopya, çoğaltma yapılamaz.

Not: Yazının kaynakları ve dipnotları özellikle verilmemiştir. Makale neşredildiğinde verilecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Reklam