YOK EDİLEN ŞEHİR VE MEDENİYET
Karşımdaki sokağın sahipleri benden hesap soruyor!
Ben ise onların benden ne istediklerinden habersiz, umarsızca dalıyorum uzaklara! Biteviye yalnız! Biteviye kahırlı!
Süha Tuğtepe’nin duyguları, onun isyanları ve onun yalnızlıkları… Bende gizli, bende durgun akan bir ırmağı tekrar uyandırdı! Önüne kattığı her ne varsa bütün duygularımı alıp götürmeye başladı taşkın akan dereler gibi… Şehrim, medeniyet, tarih, kültür ve insanlık; her şey gizli bir bulmacanın karelerinden dışarıya taşan cümleler gibi bir bir döküldü suya… Karıştı kentlilerin salyalarına; karıştı rantçıların pis elleriyle saydığı banknotlara!
Şehirlerin insanları şekillendirdiklerine inanırdım. Şehirlerin insanları kendine benzettiklerine inandığım gibi. Ta ki kentli olduklarını iddia eden insanların şehrimi benden alıp beton yığını haline getirene dek!
Ta ki dozerlerin, kepçelerin; ta ki yıkıma dair tüm silahlarıyla, ahşap, taş, ,iman, medeniyet ve biz kokan sokaklarıma, caddelere girip beni, benliğimi elimden alana dek… İnanırdım!
Zamanla inancım zayıfladı şehrim dediğim kente karşı. İnancım zayıfladı şehrimde, sokağımda, mahallemde yaşayan kentlilere karşı! Boyunu rantçılara uzatmış, kâğıttan destelerini sayan; apartmanlarda köleliğe alıştırılmış ve özgürlük şarkıları söyleyen kuzey, pasifik, okyanus ve bilmem ne rüzgârına öykünenlere inancım zayıfladı!
Süha Tuğtepe.
İsmi hiç bir zaman kalın harflerle yazılmadı. Belki ismini hep gizledi ve öylece öldü kentlilere, köleliğe ram olanlara, dayatılan modernizme karşı verdiği mücadelenin sonunda!
Satırları kimliğini ele verir insanların. Satırlar ruh dünyalarını, hülyalarını; içinden geçen fırtınaları yansıtır. Satırlar, medeniyet algısının da tercümanlarıdır insanlar için. Süha Tuğtepe gibi!
“Denizler Prensesine Ağıt” şiirinde “Bir İstanbul Niye Kanar Edip Abi”[1] derken satırlar ele verir yazarını.
Süha Tuğtepe’nin şiirini okurken her ne kadar İstanbul adına yazılmış olsa da tüm şehirlere ve şehri tahrip edenlere karşı isyanı da içinde barındırdığını belirtmemiz gerekiyor.
“Ne yana dönsem üretmeyen rantiye mandalar.
İrad düşkünü, akar düşkünü, beleşçi, namussuz, yalancı, riyakâr…
Ne yana dönsem sadece, sadecesini yaşayanlar:
İki mühendis üç beş tüccar
bir avukat, bir nalıkırık partili,
kulak arkalarına kadar ellenip geceleri
akbaba gibi dikilip şehrimin üstüne
bir nazım planına bir gecede
milyarder ediyorlar soysuzun birini.”
“…”
“Bıktım artık eski kartpostal biriktirmekten
gravürleri çerçeveleyip
duvarlara asmaktan bıktım.
Artık kırmak istiyorum
bu çakalların kafasına vura vura.
Cam kırıklarını, heykelleri, sütunları
alıp elime bir sopa gibi
dağıtmak istiyorum, bu talan eden
yakıp-yıkan serserilerin suratına
Eline mi düştük bu nereden geldikleri
nasıl yaşadıkları
ne istedikleri bilinmez istilacıların.
Eline mi düştük bu hayvanların,
bu soysuzların
Bu bozan, ufalayan
Bu böceklerin
tutup ensesinden
göstermek istiyorum artık
bir şehir nasıl yaşanır
nasıl korunur…”
Başta İstanbul olmak üzere birçok şehrin yaşadığı yağma ve tarih katliamı hala daha yaşanmaya devam ediyor.
Büyükşehir statüsü kazanan şehrimi bekleyen talan, yağma ve yıkımları şimdiden hatırlatmak ve insanları hazırlamak gerekiyor!
Süha Tuğtepe avazı çıktığı kadar bağıra dursun, bizler kendimizi paralarcasına şehir, medeniyet ve insanlık adına yazılar yazalım, nutuklar çekelim imkanları mümkün kılmak için sadece birer aracı ve sadece birer çığlığız baki kalan bu hoş kubbede. Ancak şunu da biliriz ki hiçbir çığlık kaybolmaz evrende...
Süha Tuğtepe gibi birileri çıkar ve dur der diye umudumuzu korumaya devam ediyoruz şehrimiz adına!
[1] Sokak Dergisi, 26-30 Mart 1990 s.14 vd.