Yeniden Türklüğe Dönüş Mümkün Mü?
Türkler yaşadıkları coğrafyaya uyum sağlayan ve o coğrafyanın kültürüyle çabuk kaynaşan bir millet olagelmişlerdir. Aynı şekilde yaşadıkları coğrafyalar Türk yaşayış, anlayış ve kültürünü kolaylıkla benimsemiştir.
İçinde bulunduğu coğrafyanın siyasi, sosyo-kültürel dokusunun benimsenmesinde Türk kültürünün coğrafyaya kattığı değerler olduğu gibi kaybettirdiği bazı yönlerin de varlığını görmek ve bilmek gerekiyor.
İlk devirlerden itibaren başlayan siyasi, ekonomik ve kültürel alışverişler incelenecek olursa Türk kültürü ve Türk milletinin özgünlüğünü koruyup korumadığı tartışma götüren bir konudur.
Selçukiler, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinin Türklükle ilgisi ve bağı tartışma götürmeyecek denli açıksa da kültürel etkileşimin din bağlamında bazı handikaplara da yol açtığını görmek gerekir.
Cumhuriyet sonrası başlayan devrim hareketleri Atatürk’ün ölümüne kadar yeni bir millet, bakış açısı ve kültürel hedef ortaya koymuş olsa da Atatürk sonrası değişim ve dönüşümün yönü farklılaşmaya başlamıştır.
1950 çok partili hayata geçiş sonrası başlayan süreçte geleneksel dini kültürel yapıların önü açılmış ve günümüz Türkiye’sinde görülen yapının ilk palazlanma dönemi başlamış görünmektedir
Türkiye’nin içinde bulunduğu din algısının oluşumu ne kadar gerilere gidilerek tartışılır ve anlaşılabilir diye düşünüldüğünde en azından XVII. yüzyılda başlayan Kadızadeler ve Sivasiler arasında yaşanan tartışmalara kadar gitmek gerekmektedir.
Ancak özellikle 1960 sonrası başlayan tercüme kültür, tercüme dini algı temelli görüş bugünkü tartışmaların, savrulmaların en önemli nedenleri arasındadır.
Türkiye'de sonradan görme, tercüme kültürle irfan arayan bazı çevrelerin millî olanın dışında sürekli savrulmaları yol, yordam ve yöntem aramaları dini kisve adı altında yapılıyor gibi görünse de Türk olmayana öykünme ve hatta tapınma içgüdüsünden kaynaklanmaktadır.
Bazen Libya, Arap, bazen Mısır, İran… Ve hatta Afganistan’ın İslam’la karışık geleneksel uygulamaları gerçek din şeklinde ülkeye sokulmuş ve Türk İslam algısı ve hayat tarzı ortadan kaldırılmak istenmiştir.
İnsanın aklına Türkiye’de yaşanan dini algının milli algıyla özellikle çatıştırılmaya çalışılması tercüme dini anlayışla beslenen bazı çevrelerin milli algı ve düşünceyi ötekileştirme çabaları insanları Hoca Ahmet Yesevi'den, Hacı Bektaş-ı Veli'den, Ahi Evran’dan ve hatta Yunus Emre'den uzaklaştırılmıştır.
Her milletin kendine göre dünya, devlet, hayat tarzı ve inanç algısının olması kadar normal bir durum olamaz. Ancak bu algı ve anlayışın akla uygun olup olmadığı, genel geçer şartlara ve olaylara karşı ne tür cevaplar verip veremeyeceği inancın, devlet ve kültürün ömrünü, geçerliliğini ve evrensel olup olamayacağını da gösterecek doneleri içinde barındırmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında tercüme kültür, siyasi ve sosyal dokular, inanç temelli değerlerin bünyede meydana getirdiği, getireceği hastalıklar şimdilerde olduğu gibi karşımıza sorun olarak çıkacak ve hastalıklı fikirler, ideolojiler arasında yerlerini alacaklardır.
Türkiye’nin gerçekten öze dönmesi isteniyorsa tercüme İslam, tercüme tarikat anlayışı, ekonomik, siyasi ve sosyal yapı, tercüme ideoloji hastalığına bir son vermek gerekmektedir. Bunun en akılcı ve kuşatıcı yolu öze dönmek, kendine dönmek ve Maturidiliğin aklı ön plana alan dini anlayışı içerisinde engin hoşgörüyle Türkçenin ilahileştiği Yunus İslam’ına ve Yunus diline dönmektir.