YAŞAMAYI BİLMEK-YAŞAMAYA BİLMEK
NACİ YENGİN
Gülümseyerek geçip gidiyorum yanlarından. Yavaş adımlarla, fısıldayarak.
“Günaydın armut, elma, kestane, çınar, meşe, erik, ıhlamur, çam, kavak ve dut ağaçları…” “Günaydın, kuşlar, börtü böcek…” Bir gün sizleri de yok etmezler umarım aç gözlüler! Villalar, gökdelenler dikecekler belki yerinize. Ancak şimdilik varsınız ve yanı başımda benimle birliktesiniz. Sessiz güzelliğinizle, yalnız ve bakir yaşamaya devam ediyorsunuz. Yalnızlığımı paylaşıyor ve anlıyorsunuz ya beni bu da bana yeter…
Elimin altında istersem ulaşabileceğim ancak çoğu insanın sahip olmak için birbirlerini öldürdüğü huzur, mutluluk, neşe ve sevinç dünyasında yaşamanın sırrına ermedikten sonra hangi yaşamaktan bahsedilebilir?
…
Kendi sessizliğine bürünen sokakta soğuk rüzgârın uğultusuyla birleşen yağmur serpintilerine aldırmadan yürümek ve fenerin uzaktan gözümü yalayarak geçen ışığında damlaları teker teker soğuyan ”tıpır tıpır” başıma düşüşlerini hissetmem…
“Ne saçma mısralar”,”Çok saçma kurguların insanı bu şair” diye geçirdim. “MM” adlı şairini mısralarını okurken. Ancak kendi içinde yaşanan dünyayı yansıtmış olmalı şair. Kendine ait, özlenen bir kurguydu mısralar. Şiir denemezdi klasik anlamda ancak ona “şair” diyorlardı epeydir kendisine! Olsun. Beğenmek zorunda değildim ya. Tıpkı yazılarıma herkesin beğenmek zorunda olmayışı gibi!
Oturduğum, bir tarafı kırık, yaslanacak yeri olmayan ahşap sandalyeden kalkıp ormanın içinde ortalığa savrulmuş yapraklarla oynaşmaya başlıyorum.
Orman uyanıyor. Kuşlar, tavuklar uyanıyor. Tepenin arkasından gelen denizin sesi uyanıyor. Hayat uyanıyor. Bu kadar uyanıklığın içinde benim uyuyor olmam mümkün mü? Hâlbuki bu saatlerde şehir uyuyor, insanlar uyuyor, apartman dairelerinde yeşile, tabiata hasret doğallıkların bütün renkleriyle odalarının duvarlarını süsleyen çocuklar uyuyor!
Biraz önce beni gözlediğini fark ettiğim kedinin ayak sesini yeniden duyar gibi oluyorum. Çalıların arasından beni gözlüyor olmalı. Ağzında bir şeyler taşıyor. Yeniden göz göze geliyoruz. Hızla uzaklaşıyor. Gittiği yöne doğru seğirtiyorum. Ancak hayır. Orman içinde kendine kurduğu hayata müdahale etmek olmaz. Belki yavrularıyla yaşıyordur. Sonuçta buralar onlara ait. Bizler günün birinde yeniden yalnızlar ülkesine dönüp boyunduruğun altına gireceğiz! Şehirlerin boyunduruğu altında yaşayan insanlardan olacağız!
“Derken ruhum güçlü duyguları, güçlü heyecanları yapmaya yönelik şiddetli bir istekle yanıp tutuşuyor. Gönlüm bu renksiz, sığ belki normlarla sterilize edilmiş yaşama ateş püskürüyor…”(Hermann Hesse, Bozkır Kurdu, s.29)
Yıllardır saklandığım medeniyetin mabetleri olan gökdelenlerin, apartman dairelerinin, ofislerin, çarşı ve iş merkezlerinin arasından çıkmam kolay olmadı. Saçlarıma ak düşene dek farkına varamadığım, sorgulamak, hatta düşünmekten dahi kaçtığım yaşadığım hayatı ben mi tercih etmiştim. Yoksa bu hayatın tek seçenek olduğu mu fısıldanmıştı kulaklarıma? Önümde hazır bulduğum ve bunu gerçekleştirmek için yıllarımı, gençliğimi, insanlığımı, sevgilerimi, gözyaşlarımı ve hatta sağlımı verdiğim hayatı ben mi istemiştim? Yoksa hayatımın böyle yürümesini isteyenlerin kurguladıkları bir oyunun parçası mıydım? Öyle ya hayatın hangi evresinde sağlıklı düşünebiliyoruz ki! Hep bir koşturmaca, bir yarış, bir telaş içinde geçiyor ömrümüz. Bir yerlere gelme, bir sınavı başarıyla geçme, rakiplerini yenme, kazanama, bir koltuğa oturma, işi kapma, daha fazla para kazanma, daha çok yeme, daha çok sahip olma… Daha çok eşya, teknoloji, ev, araba, yat, kat. İtibar görme insanların önünde saygıyla eğilmesini bekleme… Bu muydu hayattan beklediğimiz? Bu muydu hayatın bizden beklediği?
Ancak, bu hayatın birikimlerinizi elinden aldığını düşündüğünüzde çıldıracak gibi olmanızın ne siz ne de başkalarına faydası olmayacaktır.
Sade bir hayatı aşağı, kaba ve çekilmez bulan, kimsesiz, huzursuz, sancılı, stresli, düşüncesiz kalabalıkların içinde hayatı kurgulayanların istediği standartların dışına çıkmadan yaşamak birçok insan için normal bir insan davranışı gibi görülebilir. Ancak modern hayatın da bir sonu olduğunu düşünenler her geçen gün artacak ve bizim kervana katılacaktır umudunu hiçbir zaman yitirmedik. Yalnız da kalsak devam edeceğiz ormanın, kuşların, börtü böceğin; tabiatın sesini dinlemeye…
Sahilde, sakin bir kasabada fenerlerin yağmur damlası gibi gözlerindeki yaşları usul usul akıtarak serin ve nemli yolu aydınlatmasının sırrına ermeden yaşamak yaşamaksa modern insan gerçekten yaşıyordur! Varsın yaşamaya devam etsinler… Tabii buna yaşamak denirse!
Gece yarılara kadar paltoya bürünüp avare avare dolaşmak, yağmurda ıslanmak, bir türkü tutturup ıslık çalmanın hazzını alamadan yaşamak yaşamak değildir.