Bir kenti yaşanır kılan faktörler arasında elbette cadde ve sokaklarını temizliği, görünümü, insanların medeni oluşu ve kenti çevreleyen yaşam alanlarının oluşu da etkilidir. Ancak bu kadar açıklama modern kent için yeterli değildir.
Öyle bir şehir düşünün ki modern binaları imar planlarıyla modernleştirilmiş ancak bunları yaparken kentin tarihini, geçmişi ile olan bağlarını yok etmek için elinden geleni ardına koymasın!
Evet, çelişkili bir durum var karşımızda. Ancak bu çelişkili durum yaşanmış ve halen de yaşanmaya devam ediyor!
UNESCO İstanbul’u Dünya Tarihi Miras listesinden çıkaracak!
Neden?
Genellikle İslam toplumlarının sorunu olarak görülen çöküş dönemi intihar psikolojisi ile eşdeğer sayılabilecek kültürel ve tarihi dokuya karşı vurdumduymazlık ülkemizde had safhada!
Nedeni basit.
Yüzyıllarca Bizans ve Osmanlı’ya başkentlik yapmış İstanbul’da tarihi miras ortadan kaldırıldı! Haksızlık etmeyelim 1950-60 arasında yaşanan tarihi kıyıma rağmen İstanbul hala yine de Türkiye’de tarihi dokusu itibarıyla ilk sıralarda yer alır. Ancak bu yer alış koskoca bir imparatorluğa başkentlik yapmış olmanın bir sonucudur. Yoksa Anadolu kentlerinden birisi olsaydı şu ana kadar gelen tarihi doku da ortadan kalkmış ya da kaldırılmış olurdu İstanbul’un!
1 Aralık 2010 Perşembe günü Sabah Gazetesi Gül Kireklo imzasıyla İstanbul’un modern planını yapan Aron Agel’in ölümü ile ilgili bir haber yorum yayımladı! Söz konusu haber yorumda Aron Angel 1936-1950 yılları arasında İstanbul’un şehir planını hazırladığı anlaşılıyor. Metro, yollar, Bağdat Caddesi… Günümüze kadar elen önemli çalışmalara imza atmış Angel! Ancak her ne olduysa 1950 sonrası Demokrat Parti hükümetinin çalışmalarıyla başladı İstanbul ve tüm Anadolu kentlerinde tarihi kent dokusunun kıyımı!
“Cumhuriyet döneminde yapılan ilk kent planları İstanbul’un başına gelenlerin diğer bütün kentlerin de başına geldiğini göstermektedir.”[1]
1950 sonrası ülkemizi genellikle muhafazakâr iktidarlar yönetti. Ancak tarihi çevreye, kültürel mirasa sahip çıkması beklenen, halkın değerlerinin iktidara yansımış şekli olarak kabul edilmesi gerek iktidarlar döneminde daha çok tarihi ve kültürel dejenerasyonların yaşanması ilginç bir paradokstur!
“1950 yılına kadar, Türkiye’nin içinde bulunduğu tarihi koşullar büyük kent toprağı spekülasyonunu kısıtlamıştır. Zamanla bütün devlet politikasını kent toprağı rantı üzerine yoğunlaştıran mekanizmalar, toplumun kültürel davranışlarını da bu süreci destekleyecek şekilde yoğurmuşlardır.” [2]
“Tarihi çevre koruma, uygarlığın en üst düzeyindeki estetik gösteridir. İnsanın ürettiği en büyük boyutlu ‘artifact’ı korumak için, çağdaş yaşamın politik, sosyal, ekonomik ve teknik baskılarına karşın, toplumun bilinçli bir direnişidir. Bu bilinç geçmişin yaratıcı ve özgün olduğuna inanılan mirasına toplumun sahip çıktığını gösterir. Türk toplumu tarihi kentlerini büyük ölçüde yok ederek böyle bir bilince sahip olmadığını kanıtlamıştır.
Tarihi çevrenin korunabilmesi kentlerin değişik çağlardaki fiziksel yapılarına ilişkin gelişmiş bir sanatsal ve teknik bilginin varlığına bağlıdır. Çağdaş kentin gereklilikleri ile tarihi mirasın gereklilikleri arasında kültürel ve bilimsel olarak yapılacak seçimlerde tarihi mirasa öncelik verilmesine, bu bağlamda uluslararası uygulama ölçütleri ve uygulamalarının bilinmesine, bu alanda deneyimli uzman ve bilim adamlarının danışmanlığına bunları anlayan bir politik iradenin varlığına bağlıdır.
Türkiye’de bu koşullar oluşamamıştır. Bütün bileşenlerini bir araya getirecek politik bilinç yoktur. Bunun üniversite açmakla, örgüt kurmakla ilişkili olmadığını bugünkü durum göstermektedir.
Türkiye’ye özgü koşullarda çok hızlı kentleşen kırsal nüfusun bilgisizlik ve tarihi bilinçsizliğini dengeleyecek bir kentli geleneği ve politik gelenek de oluşmamıştır. Kaldı ki geri kalmış dünyanın her köşesinde hızlı kentleşmeye paralel olarak gelişen toprak ve yapı spekülasyonu, Türkiye’de önlenemez bir salgın olarak toplum yaşamına yerleşmiştir.”[3]
Uncubozköy!
Bir şehrin öte yanından kalbine uzanan can damarlarından birisi.
Burada üzerinde durmamız gereken asıl konu yıllarca sözünü ettiğimiz ancak sesimizi duyuramadığımız Manisa’nın Uncubozköy’ü ile ilgili bir durum tespiti yapmaktır.
Günümüze kadar gelen binalar az 250 yıllık. XVI. Yüzyıla kadar giden geçmişi ile[4] Uncubozköy’deki son tarihi binalar da yıkılmaya başlandı! 1981’e kadar müstakil köy olarak yönetilen Uncubozköy bu tarihten itibaren Manisa şehrine dahil edildi.
“Uncubozköy’ün üst kısımlarında bulunan eski evlerin yıkımı ile başladı. Yapılan istimlâk çalışmaları sonucunda Manisa Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’ne bağlı ekipler 11 evin yıkımını gerçekleştirdi… “
“Belediye Başkanı ise:’Burada bir yıldır ev sahipleriyle görüşme içerisindeydik. Şu anda 12 evin 11’i ile anlaşılarak paraları ödendi. Yıkımı gerçekleştirilen evler üst kısımda yapılan yeni evlerin önünü kesiyordu. Eski evlerin yıkılmasıyla birlikte yol yapım çalışmaları da hemen başlayacak. Böylelikle yeni binaların da ulaşım sorununu çözmüş olacağız’ şeklinde konuşmuş.”[5]
Şehri yöneten belediyenin bakış açısı buysa söylenecek çok fazla bir söz yoktur. Hâlbuki bu durum tam bir tarihi intihar ve geçmişi yok sayarak tarihi köklerden uzaklaşma psikolojisinin ruh halini yansıtmaktadır! Geleceğin geçmişten uzaklaştırılarak yaşatılma girişimidir!
Ne diyelim böyle durumlarda Avrupa şehirlerinde görülen tarihi dokunun korunması konusunda çıkarılan yasalarla ülkemizde mevcut olmasına rağmen uygulanmayan yasaların varlığının anlamını sorgulamak gerekiyor.
Sanırım temel sorun anlayış sorunu. Tarihi içselleştirememe sorunu!
“Anadolu’nun taşrasının kent vizyonunda tarih, sadece bir figüran olarak anlam taşır. İdeolojik amaçlarla kullanılabilir, fakat kültürel içeriği sınırlıdır. Türkiye kentlerinin son yarım yüzyıl içinde tarihi kimliğini acımadan yok eden tavır bu kültürel boşluğun sunucudur.”
“Geleneksel politikaları temel almış gibi görünenler, geleneksel fiziksel çevrenin tek bir taşına bile hürmet etmemişlerdir. Bu olumsuz tavır tarihin maddi boyutlarının bilinçlendirilmemesinden kaynaklanır ve toplumun kültürünün davranışsal bir bileşenidir.”[6]
Bugün yine dayanamayıp yok olmadan önce son bir keza daha Uncubozköy’e uğradım.
1 Ocak 2011. Saat 11.30. Uncubozköy’ün yerlisi ve atadan dededen bu köylü olan Hatice Teyzeyi ziyaret ettim!
Abdullah Dirlikten kalma 200 yıllık evde oturuyorlar Hatice Teyze ve Mustafa Dayıoğlu Dere Sokak 14 numarada oturuyor.
Köy, Kent Ormanı Mevkiinden aşağıya doğru yıkılmaya başlamış. Hatice Teyze sıranın kendi evlerinde olduğunu yaşlı gözlerle anlatıyor yine.
Dayanamadım. Kaçtım adeta oradan! Kendimden kaçtım!
Teselli edecek cümleler bulamadım.
Son bir kez baktım eve.
Doğduğum ev gibi geldi bir an. Köy evimiz böyleydi ya. Ancak artık sadece fotoğraflarda kalacak haliyle son kez baktım! Fotoğraflarını çektim… Buruk ayrılmanın sızısı ile Hatice Teyze ve Mustafa Dayıoğlundan elimden gelmeyen, yapamadığım yardımlar için özür diledim!
“Anladım ki, gerçek batıcılık, sadece modernizm demek değildir. Modernleşmenin alanları ve gerekleri vardır. Ama kültür, çağdaşla beraber, geçmişi de kucaklar. Yenilik, yeni alanlara uygulanır, eskinin yararlısı ve güzeli, kendi ölçüleri içinde yaşatılır ve korunur.”[7]
Uncubozköy yıkılırken ortada ne bir kent planı ne de tarihi dokuyu koruyacak herhangi somut bir koruma yoktur. Hâlbuki aynı durumda Batı’ya baktığımızda tam tersi bir durum söz konusudur.
“Batı’da büyük anıtların çevresinin boşaltılıp, soyulmuş muz gibi teşhir edilmeleri yerine, onları sarıp sarmalayan eski dokuyu koruyup, büyük bir mimari esere dar yolları aştıktan sonra ulaşan, onların perspektiflerini sürdüren bir dokunun güzelliği anlaşılmıştı.”[8]
Darısı ülkemizin ve tarihi dokuyu korumaktan aciz yöneticilere demekten başka bir şey yapamıyoruz!
[1] Doğan Kuban, ‘Menderes ve İstanbul’ İstanbul Ansiklopedisi C.5, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İst. 1994, s.391
[2] Kuban, agm, s.392
[3] Doğan Kuban, “Türk Toplumu Tarihi Çevreyi Neden Koruyamaz?” 23 Temmuz 2010 Cumhuriyet Gazetesi
[4] Yard. Doç.Dr. Necdet Bilgi, Temettuat Kayıtlarına Göre Manisa Uncuboz Köyü ve Tarihi Gelişimi, Tarih İncelemeleri Dergisi XIII. Cumhuriyetin 75. Yılına Armağan, Ege Ün. Edebiyat Fak. Yay. İzmir, 1998, s. 122vd.
[5] http://www.manisa.bel.tr/haber_detay.asp?id=1817-21.12.2010
[6] Doğan Kuban, ‘Menderes ve İstanbul’ İstanbul Ansiklopedisi C.5, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İst. 1994, s.389
[7] Çelik Gülersoy, İstanbul Maceramız, “ İstanbul’daki İlk Değişim” Remzi Kitabevi, İst. 1995, s.16
[8] Çelik Gülersoy, İstanbul Maceramız, “ İkinci İmar” Remzi Kitabevi, İst. 1995, s.20