TÜRKİYE VE BÖLGENİN YAKIN GELECEĞİ
NACİ YENGİN
www.tarihistan.org
15 Ağustos 1984 tarihinde başlayan terör örgütünün faaliyetleri sanıldığı gibi yalnız Türkiye’ye has bir oluşum değildi.
Bunun böyle olmadığını İran(PEJAK), Suriye’de Batı Kürdistan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM), Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Türkiye’deki PKK ile organizeli bir hareket olduğunu son yıllarda fark etti bizim kamuoyu!
Kuşkusuz ABD’nin 1980 sonrası, özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasına doğru ortaya koyduğu Yeni Dünya Düzeni politikaları çerçevesinde görülen gelişmeler Türkiye, Türk dünyası ve Arapları da derinden etkiledi. Daha da etkiyecek!
Özal’la başlayan Türkiye’de İslamizasyon ve muhafazakârlaşma politikaları bir ABD politikası mıydı?
Günümüzde gelinen noktada devam eden politikalar bize ait midir?
Türkiye’nin kendine özgü iç ve dış politikasından bahsedilebilir mi?
Türkiye’yi içten ve dıştan çevreleyen hareketin yakın zamanda Türkiye’yi bölmesi beklenmiyor. Ancak beklenen nihai tehlike maalesef bu!
Türkiye, İran, Irak ve Suriye başta olmak üzere Mondros ve Sevr Antlaşmalarında bahsedilen bölgelerde bir zamanlar İngiltere’nin şimdilerde ise ABD, İsrail ve İngiltere’nin alt yapısını oluşturdukları yeni bir yapılanma söz konusu! Bağımsız bir devlet olmasa bile yeni bir yapılanma, bir otonomi düşüncesi artık gizli olmaktan çıktı!
Her gün yeni şehit haberlerinin geliyor olması bunun durum her neyse adı konulmamış bir savaştan başka nedir?
Ancak tüm bunların yanı sıra Ferhat Ünlünün 5 Ağustos 2012 günü Sabah Gazetesi Pazar ekinde paylaştığı fikir hiç te yabana atılır cinsten değil.
ABD'nin 1991 ve ardından 2003'te Irak'a askeri müdahalede bulunması Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin önünü açtı. Bu, elbette ABD'nin sırf Kürt devletinin tohumunu atma saikıyla Irak'a müdahalede bulunduğu anlamına gelmez. ABD, Irak'a, Bağdat yönetimini Şiiler alsın da İran'la yakınlaşsın niyetiyle de saldırmamıştı. Ancak sonuç böyle oldu. Suriye'de de 'post-Esad' döneminde 'de facto' olarak böyle bir durum ortaya çıkabilir. Yarın öbür gün yine ABD'nin müdahalesinden ötürü İran'da da otonom bir Kürt bölgesi oluşabilir. Sonra da Batı bloku -Ortadoğu'daki en büyük müttefiki olan Türkiye'ye savaş açmayacağına göre- bu üç otonom bölgeyi Ankara'ya verip "Federatif bir esnemeyle hinterlandını genişletebilirsin," teklifinde bulunabilir.
Olmaz demeyin. Hegelian anlamda tarihin Kürtlere sunduğu fırsatlar var. Ancak aynı tarih, bu fırsatların -Kuzey Irak örneğinde görüldüğü gibi- ancak Türkiye ile işbirliği içinde hayata geçirilebileceğini de öngörüyor. Bir başka deyişle Hegelian anlamda tarihin Türklere de sunduğu büyük fırsatlar var. Herkes yüksek sesle dillendirmeye çekiniyor ama seçenekler belli: Ya Türklerle Kürtler 'win-win' (kazan kazan) stratejisini benimseyip birleşecek ya da ayrılacak. Üçüncü bir yol yok.
Türkiye'nin ekonomik ve siyasi anlamda bölgede hegemonyasını artıracak bir 'Türk-Kürt İttifakı’na ulusalcılar bile "Toprak kaybetmekten evladır," diyerek razı olabilir.
Cemil Meriç'in deyişiyle bir elinde Kur'an, öbür elinde kılıçla sürekli toprak fethedip, sonra fethettiği toprakları yavaş yavaş kaybeden bir millet için belki de en kazançlısı budur.
Türkiye’nin önüne konan ve alternatifi olmayan tek seçeneği Türk-Kürt-Arap… ayrımı yapmadan bölgeyi yeniden yönetebilecek iradeye sahip insanlar yetiştirmeye hız vermesi ve yeniden Misak-ı Milli sınırlarını hayatiyet kazandırmaktan geçiyor.
Başka yolu yok bunun. Türkiye ya Osmanlı hinterlandına sahip çıkacak ya da parçalanacak!
Hinterlant Arakandan Türkistan’a, Macaristan’dan Kuzey Afrika’nın uçlarına kadar uzanan devasa bir kimlik, kültür coğrafyasının diğer adıdır.
Türkler eğer dünyaya nizam vermek ve İslam’ın bayrağı olmak için yaratılmışsa bu görev Türkün boynun borcudur. Yoksa dünyaya, bölgeye huzur geleceği falan yok!
Yaşanan gelişmeler yaşanmış gelişmelerden çıkarılacak derslerle aşılabilir ancak. Bu tecrübe tarihsel perspektif okuyuşu Türkiye’ye kaç kişide var merak konusu!