Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Türk Aleviliği

28 Ağustos 2022 - 10:25 - Güncelleme: 28 Ağustos 2022 - 14:57

Safevi’den Osmanlı’ya Türk Aleviliği
Naci YENGİN[1]
Türkiye İran’sız, İran Türkiye’siz olmaz.
İran’ın kadim Türk yurdu olduğu gerçeğinden hareketle oluşturulacak politikaların uzun vadeli yapılması ve iki coğrafya arasındaki kültürel bağların iki kadim kültürün varoluş gerekçesi olduğunu hesaba katarak adımların atılması gerekmektedir.

Bu yazımızda günümüze ışık tutacak birçok unsuru da içinde barındıran iki Türk devleti arasında yaşanan gelişmeler üzerinde durulacaktır.
Osmanlı-Safevi devletleri arasındaki ilişkiler daha çok siyasi temeller üzerine şekillenmiştir.
Osmanlı ile Safevi arasında önceleri Sünni temelde devam eden ilişkiler Şah İsmail'in Osmanlı’ya karşı yeni bir Şiilik anlayışıyla (Safevi Şiiliği) siyasi boyuta bürünmüş görülmektedir. Öyle ki “XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik”[2] kitabının yazarı Saim Savaş giriş bölümünde şu ifadelerde bulunur.

"Safevilerin siyasi maksatları ortaya çıkıncaya kadar, sadece tarikat merkezleri Erdebil değil, hemen hemen bütün Ön Asya’da de manevi bir etkilerinin bulunduğu, kendilerine saygı ve sempati ile bakıldığı anlaşılıyor. Timur'un Anadolu’dan geri götürdüğü eserleri Safevilerden Ali'nin serbest bırakılması sebebiyle Anadolu Bâtınileri arasında Safevi muhabbetinin kuvvetle yerleşmesini yanında bizzat Osmanlı hükümdarlarının da her yıl Erdebil tekkesinde tekkesine çerağ akçesi göndererek hürmetler ini izhar ettiklerinin söylenmesi etkinin göstergesi olarak kabul edilir."[3]
"Aslında başlangıçta Sünni olan Safevi tarikatının Hoca Ali devrinden itibaren Şiliiği benimsemesinin temel sebebinin kendilerini Osmanlılardan ayırt etmek ve Suriye, Anadolu ve Azerbaycan'da ki Şii- Bâtıni oyunları ve hatta Şeyh Bedrettin taraftarlarını kazanmak olduğu söylenmektedir."[4] " Safevi Tarikatı, Şeyh Safiyüddinin XVI. asrın başında, daha önce müridi ve damada olduğu Şeyh Zahidi Giylaninin Zahidiye tarikatının başına geçmesi ile kurulmuştur."[5]
Zaman içinde Safevi Tarikatı Anadolu’da göçebe ve yarı göçebe yaşayan Türk Alevilerini kendi yanına çekmek amacıyla çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Suriye ve Doğu Anadolu'da Safevi propagandası yoğunlaşmış ve bazı Türk aşiretleri üzerine çalışmalar meyvesini vermeye ve Türk Alevilerinin İran Safevi devletine meyletmesine neden olmuştur.
"Ustacalu, Şamlu, Dulkadir, Musullu, Bayburtlu, Çapanlu, Karamanlı, Varsak, Tekeli, Afşar, Kaçar ve Karacadağ" sufileri üzerinde yapılan çalışmalar onların Safevilere mail etmesine sebep olmuş görünmektedir.

İlhanlı İmparatorluğu'nun yıkılma süreci Safevilerin hanedan haline gelmesi ve devletleşmesi 1427 sonrası Hoca Ali’nin Safevi tarikatını Şii bir görünüm kazandırmaya başlamasıyla paralellik arz eder. Hoca Ali’den sonra Şeyh Cüneyt döneminde tarikatın sadece tarikat olmaktan çıkıp devletleşmeye doğru gittiği ve halkı isyan ettirecek denli ihtilalci bir karakter kazandığı görülmektedir.[6]
 Şeyh Cüneyt ile başlayan siyasi örgütlenme Şeyh Cüneyt'in Uzun Hasan'ın kız kardeşi ile evlenmesi ile daha da güçlenmiştir.
Şeyh Cüneyt’ten sonra Şeyh Haydar da Uzun Hasan'ın kızı ile evlenerek Safevileri devletleştirme yolunda önemli adım atmıştır.
Bu dönemde Osmanlı Devleti'nde Fatih Sultan Mehmet’le birlikte Doğu Anadolu'da Akkoyunlu ve Karakoyunlu mücadelesinde önemli bir adım atarak Türk-İslam dünyasında hâkimiyet yarışına girme ihtimali bulunan Safevi tehlikesini görmüştür.
Ancak Fatih’ten sonra tahta çıkan II. Bayezıt döneminde Safevi Devleti'nin hızla güçlenmesi önce görülmemiş ya da önemsenmemiş, Safevilerin Alevi- Şii Türkmenler üzerindeki etkinliği ve çalışmaları ciddiye alınmamıştır.

1490 sonrası Anadolu, Azerbaycan ve Suriye’de yoğun bir şiir propagandası başlamış nihayet Erzincan’dan 7 bin taraftar toplayan Safeviler Nahçıvan'da Akkoyunlu devletini yenerek Tebriz'de Safevi Devleti'ni kurmuştur.
Safeviler kısa süre içinde İran’ın tamamını ele geçirmiş çoğunluğu Türkmen ve Sünni olan İran toprakları zorla ve tamamen Şiileştirilmiştir.[7]
Türkiye'de bilinen ve yaşana gelen ve bilinen bir gerçekliktir ki Alevi ve Sünni ayrımı kesin hatlarıyla ayrılamaz. Türklerin İslam dairesine girmesi ve Müslümanlığı benimsemesinde İmam Maturidi, İmam Hanife, Hz. Ali sevgisi ve Hoca Ahmet Yesevi'nin sevgi dilinin, akıl dilinin büyük önemi vardır.
Türkler hiçbir zaman Müslümanlar hatta dinler arasında ayrım gözetmemiş tüm insanların eşitliğine inanmışlardır.
Türkler İslam dairesine girdikten sonra Sünni Alevi ayrımı yapmayan İslam anlayışıyla peygamber ve dört halife arasında ayırım yapmamışlardır. Hz. Ali ve ehlibeyt sevgisi Türkler arasında hala diğer Sünni ve hatta Safevi Şiası taraftarlarına göre daha güçlü ve katışıksızdır. Hatta rahatlıkla söyleyebiliriz ki İslam dünyasında katışıksız ehlibeyt sevgisi Türkler sayesinde Türkistan, Kafkaslar, Balkanlar ve Anadolu’ya yayılmış bugüne kadar devam ettirilmiştir. Türklerin Hoca Ahmet Yesevi hikmetleriyle İslam’ı anlamaları, Anadolu’ya doğru gelen Yesevi dervişlerinin İslam’ı bir bütün olarak algılamalarında ve mezhep ve görüşler arasında ayrım yapmamalarıyla da kendini göstermiştir.
Daha çok ilk dönemlerde göçebe hayat bir hayat süren ve Halk İslam’ı-Türk İslam’ı (Heteredoks) İslam’la kaynaşan Hanif inancının bir versiyonu olarak görülebilecek Gök Tanrı inancının birçok uygulaması Türkler arasında günümüze kadar yaşatıla gelmiştir. Bu anlayış Halk İslam’ı olarak ifade edilmektedir.
İlk zamanlarda Alevi Sünni ayrımının kesin hatlarla belirginleşmediği Osmanlı devletinde Yavuz Sultan Selim dönemi kırılma noktası olarak kabul edilebilir. Bunda da dini gerekçelerden çok Safevi Türk devleti ile olan siyasi çekişmelerin rolü olduğu bilinen bir gerçektir.
II. Bayezıt döneminde aleni hale gelen Osmanlı Safevi mücadelesinde siyasi üstünlüğü ele geçirmek isteyen iki Türk devleti de inanç( mezhep) faktörüne sarılmış ve özellikle Safevi devleti Şiilik (Anadolu Alevilerini kışkırtarak Şiileştirmek) politikasını  Osmanlı’ya karşı silah olarak kullanıp Anadolu'da siyasi üstünlük sağlamaya çalışmıştır.
II. Bayezıt döneminde İslam dünyasının önde gelen devletlerinden Özbekler “Yeşilbaş”, Safeviler  “Kızılbaş” Osmanlılar ise “Akbaş” olarak anılmaktadır.
Anadolu'da Kızılbaş ifadesi daha çok yerleşik hayata geçmeyen ve Heterodoks diye tabir edilen Anadolu Alevi Türkmenleri için kullanılan bir ifadedir.
XVI. yüzyılda Osmanlı göçebe Türklerinin daha çok benimsediği görülen Halk İslami olarak ifade edilebilecek Kızılbaşlık diğer bir ifadeyle Aleviliğe karşı devletin desteğini alan ve Sünnilik olarak iki farklı mezhebin hakim olduğu bir devlet hüviyetine büründüğü görülür.

 "Ahmet Yaşar Ocak'ın ifadesine göre Rafızîlik veya Kızılbaşlık, İslami ve mistik bir kol altında eski inançlarını koyu bir tutuculuk ile koruyan konargöçer ve yarı göçebe halk kesimi içinde kendisini vergiye bağlayıp yerleşik hayata geçirmeye zorlayan Osmanlı yönetimine karşı yaşadığı sosyo ekonomik bunalımı kullanmak suretiyle tahrik eden şii propagandanın etkisiyle oluşan yeni bir siyasi dini ve sosyokültürel yapılanmıştır."[8]
Anadolu'da Selçuklularına karşı başlayan Babailer İsyanına kadar götürülen bir geçmişe sahip olan Türkmen Heterodoks isyanlarının mevcudiyeti bilinmektedir. Türkmenlerin Alevilik inanç ve hayat tarzı şeklinde devam ettire geldiği Halk İslam'ı daha çok Edirne, Kırklareli, Eskişehir, İzmir Narlıdere, Sivas, Mecitözü, Sungurlu, İskilip, Divrik, Tunceli, Malatya, Erzincan, Erzurum Balıkesir, Antalya, Hatay ve kısmen Manisa'nın bazı köylerinde görülmektedir. Elbette eklenecek bazı Alevi köyler ve yerleşim yerleri saymak mümkündür. Ancak XV. yüzyılın ortalarına kadar çok da sorun oluşturmayan bu durum tarihten sonra Safeviye tarikatının devletleşme yoluna gitmesi ile Osmanlı Safevi ilişkilerinde ve Osmanlı Anadolu Türk Aleviliği ilişkilerinde kırılmalara yol açmıştır.
Safevi devleti Türkler tarafından kurulan bir devlettir. Öyle ki İran coğrafyası Anadolu’dan önce Türklerin yaşadığı ve kültürlerinin yayıldığı bir coğrafyadır. Safevi Devleti'nin kurulmasında Anadolu Türklerinin de önemli rolü olduğu görülmektedir.
Türk aşiretlerinin Anadolu’dan İran'a gitmesi Safevi Devleti’nin güçlenmesinde rol oynamıştır. Dulkadir, Tekeli, Afşar, Bayburt, Çaparlı, Karacadağlı, Musullu, Varsak gibi Türk topluluklarının İran’a gitmeleri Osmanlı’yı zor durumda bırakmış Safevi Türk devletini Osmanlı’ya karşı güçlendirmiştir.[9]

Safevi Devleti'ni kuran Şah İsmail bir tarikat şehridir. Anadolu'ya gönderdiği müritleriyle kendisine üstünlük sağlamış ve bazı isyanların çıkmasına önayak olmuştur. Ancak Şah İsmail İran topraklarında Irak’ta katı Şiilik ve İsmailliye Şiası politikası uygulamış çoğunluğu oluşturan bölgedeki Sünni kesimleri adeta ortadan kaldırmıştır. Bununla da kalmamış Sünni ritüelleri, isimleri yasaklamıştır.
Şah İsmail'in Anadolu’da kargaşalık çıkarması Anadolu Sünnileri ve Osmanlı Devleti'nde rahatsızlık oluşturmuş ve Osmanlı Sünni uleması da Safevi devleti ile işbirliği yapan Alevi kesimlerine ve Safevi Şiasına karşı Sünni propagandası yaparak Şafevi Şiasına karşı yer yer Sünnileştirme yolunu seçmiştir.
Osmanlı-Safevi mücadelesi Anadolu’da Türkmenler arasında ayrışmalara ve yer yer çatışmalara sebep olmuştur. Osmanlı'yı tercih eden Türklerle Safevi Devleti'ni tercih eden Türkler arasında baş gösteren siyasi çatışmalar sonunda Anadolu Sünniliği ve Safevilerle işbirliği yapan Türkmenler arasında Alevilik daha da kemikleşmiş, her iki görüş taraftarları arasında ortak payandalar her geçen gün azalmıştır.
Bir yandan Safevi Devleti Sünnilere karşı baskı ve yıldırma politikaları güderken buna karşılık Osmanlı’da Safevilerle iş birliği yapan Anadolu’daki bazı Alevi Türkleri üzerindeki baskılarını arttırmış görülmektedir.
XVI. yüzyılda Anadolu’da Safevi propagandası yoğunlaşmış ve Şah İsmail’in halife olarak Anadolu'ya gönderdiği bazı müritleri “Celali İsyanları” adıyla isyanlar çıkarmıştır. Bu dönem Osmanlı Safevi ilişkilerini kopma noktasına getirmiş ve savaş sürecine girilmiştir.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki Şah İsmail'in Anadolu'ya gönderdiği Safevi Şiiliği propagandası yapan müritleri ile Anadolu’daki göçebe Türkmenlerin benimsediği Halk İslam'ı (Alevilik) arasında hiçbir zaman aynilik ve birliktelik oluşmamıştır. Günümüzde Anadolu Aleviliği ile İran Şiası arasındaki derin farklılıkların devam ettiğini görmek gerekmektedir.

Öyle ki Anadolu Aleviliğinde Ehlibeyt sevgisi güçlü olmakla beraber diğer halifelere karşı bir tekfir, bağnazlık görülmez. Kur'an, peygamber ve din anlayışlarında İran Şiiliği ile Anadolu Aleviliği arasında farklar azımsanamayacak kadar fazladır.
Osmanlı özellikle XVI. yüzyılın ortalarından itibaren Şiiliğe karşı Sünniliği adeta resmî ideoloji haline getirmiştir. Bunda Yavuz Sultan Selim döneminde yaşanan Safevi Türklerine karşı yapılan propaganda, savaş ve isyanların rolü büyüktür.

İki devlet arasında hiçbir zaman dini farklılaşma düşüncesi taşınmadan siyasi amaçlarla baş gösteren ayaklanma ve savaşlar zamanla çevrelerin birbirlerine karşı bakış ve anlayışlarında sertleşmelere neden olmuştur. Yavuz döneminde Osmanlı Sünniliği güçlenmiş ve halk arasında isyanları önlemek amacıyla bazı hurafeler yayılmış, gerçekçi olmayan bu hurafeler Alevilere karşı Sünniler üzerinde uygulanan propaganda yer yer günümüze kadar gelmiştir. Osmanlı Anadolu Alevileri ve İran Şiiliğine karşı Bektaşilik ve Halvetilik gibi bazı tarikatları desteklemiştir. Bu tamamen siyasi bir tercihtir. Devletin bekası Osmanlı’yı koyu Sünniliğe doğru itmiş görülmektedir.
Osmanlı devleti kuruluşundan itibaren yeniçerilere özel bir önem vermiş ve yeniçerilerin desteğiyle merkezi otoriteyi korumaya çalışmıştır.
Yeniçeriler Bektaşi tarikatına bağlı olsalar da Osmanlı Safevi ilişkilerinde Safevi Şiasına karşı Osmanlı’yı desteklemiş hatta Anadolu’da Safevi taraftarı olan bazı Alevi Türkmen taraftarlarına karşı isyanların bastırılmasında önemli rol oynamışlardır.
Bu durum Anadolu Aleviliği, Bektaşilik ile Safevi Şiiliği ( İsmailiye Şiası) arasında bazı dini farklılıklar olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.
Osmanlı XVI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da bazı Alevi Türkmen köylerine cami yaptırmış, Osmanlı yanlısı Heterodoks zümrelere ayrı bir önem vermiştir.

Osmanlı, Anadolu’dan İran’a göçü önlemek amacıyla özellikle Anadolu ve Güney Anadolu bölgelerinde yaşayan Alevi Türklerine karşı bazı engellemeler de bulunmuştur.  Osmanlı'nın uygulaması göstermektedir ki Osmanlı ile Safevi Türk devletleri arasında mücadelenin çıkış noktası dini değil siyasi sebeplere dayanmaktadır.
Safevi Devletinin Anadolu’da Alevi göçebe ve yarı göçebe Türkler üzerinde emelleri ve Osmanlı'ya karşı bazı Türkleri kullanmaya çalışmış, bir yandan da bu Türklerin İran topraklarına göç etmesine yardım ve teşvik etmiştir.

...
XIV. yüzyıldan itibaren Anadolu'da Sünni ve gayri Sünni anlayış birlikte yaşamaktadır. Selçuklulardan itibaren Türkmen babaları, Horasan Erenleri, dedeler, Sufi dervişler…  Tarafından oluşturulan tekke ve zaviyeler Anadolu’nun birçok bölgesinde varlığını hala devam ettirmektedir. Horasan Erenleri olarak Sünni ve gayri Sünni ayrımı yapmadan herkesin gönlünde taht kurmuş baba, dede, pir, şeyh, abdal gibi unvanlarla yaşatılan gelmiş Türkmen dervişlerinin varlığı bile Anadolu’da koyu bir mezhep ayrımının yapılmadığını göstermektedir.
Türklerin İmam Maturidi görüşlerine uygun olarak İslam’ı anlamaları dini tercihlerinin yanı sıra kültürel ve siyasi tercihlerinin de bu yolda olduğunu gösterir. Hâlbuki kuruluşunda Sünni bir tarikat olan ve Şeyh Safiyüddin tarafından kurulan Safevi tarikatı zaman içinde daha çok siyasi düşüncelerle Şii bir hüviyet kazanmıştır.
Osmanlı Safevi devletleri arasındaki mücadelelerde Safevi Devleti’nin baskıcı İsmailiye Şiasına karşı bazı Osmanlı ulemasının da teşvik ve baskıcı gücüyle devlet Sünnili pekişmiş görünmektedir.
"Kısaca ifade etmek gerekirse, XVI. asır boyunca Anadolu’da yaşananlar, toplumsal sorunların meydana gelişi ve çözümlenmesi hususlarında, ibretle hatırlanacak acı tecrübeler olduğu kadar, bilhassa siyaset ve bilim adamları bakımından çıkarılacak derslerle doludur."[10]
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki XXI. yüzyılda bölgede yaşanan olaylar dikkate alındığında görülmektedir ki Türk dünyası Şii-Sünni ayrımı yapmadan ortak kültür, ortak dil ve ortak tarih çalışmalarına ihtiyaç duymaktadır. İran topraklarında yaşayan ve Safevi Şiası ile çok da güçlü bağları olmayan Türklerin Türk dünyası ile bağlarını güçlendirmek gerekmektedir.
Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Suriye, Irak, Anadolu'nun değişik bölgelerinde ve hatta Balkanlarda yaşayan Alevi- Bektaşi Türkleri üzerinde Şia propagandası ve Alevileri Şiileştirme politikaları uygulamaya çalışan İran’ın resmi ideolojisi bulunmaktadır.
İran resmî ideolojisi ile Anadolu, Balkanlar ve Azerbaycan ve bölgede yaşanan Bektaşi ve Alevi Türklerinin inançları birbirlerinden çok farklıdır.
Türk dünyasında yaşayan Alevi Bektaşi Türklerinin dil, inanç, gelenek ve görenekleri yaşatılmalı ve onların milli değerleri ile Sünni Türklerin milli değerlerinin ortak yönleri ön plana çıkarılmalıdır. Aksi halde önümüzdeki süreçte Türkiye ile İran’ın yeniden mezhep farklılıklarını kışkırtılacak, İran, Azerbaycan ve Anadolu'da yer yer çatışmalar planlayacak bazı çevrelerin, devletlerin ve örgütlerin bulunduğunu söylemek gerekmektedir.
Siyasi bir tercih olarak hiçbir zaman ön plana çıkarılmaması gereken mezhep farklılıkları özellikle Türk dünyasında yüzyıllardan beri iç içe yaşamış olan insanların ortak değerlerle bugüne kadar gelmiş olmaları kültür, dil ve geleneksel bağların ne denli güçlü olduğunun kanıtıdır.

Bugünden sonra da aynı değerler çerçevesinde hareket etmek en akıllıca yol olarak görülmektedir.

 


[1] www.tarihistan.org

[2] Saim Savaş, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, TTK Yayınları, 2.Baskı, Ankara, 2018

[3] Age,s.1

[4] Age,s.1

[5] Age,s.2

[6] Age,s.3

[7] age,s.5

[8] Age,s.8

[9] Age,s.14

[10] Age,s.148
Not: Yazı ilk olarak Gerçektarih dergisinin Temmuz 2022 sayısında yayınlanmıştır.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum