TÜRK DEVLET ANLAYIŞI
/ ŞEHZADE MUSTAFA’NIN KATLİ /
NACİ YENGİN
Ne gülüyorsun anlattığım senin hikayen diye başlar bir kızılderili hikayesi. Bizim hikayemiz de böyle başlasın!
Osmanlı hakkında konuşmayan ve yalan yanlış da olsa yorum yapmayan kalmadı bu ülkede! Ancak yazan, yorumlayan ve hüküm verenlerin çoğunluğu tarihçi ve iz'an sahibi bilimsel disipline sahip insanlar değildi.
Haftalardır basın yayın organlarıyla başlayan ve bazı çevrelere sirayet eden bir Osmanlı kıyımıdır gidiyor! Tarihe, kültüre ve İslam’a olan hınçlarını Şehzade Mustafa’ının öldürülmesi bahanesiyle Kanuni’den, Osmanlı’dan çıkarmaya çalışıyorlar! Bu çarpık ve kasıtlı bakış açısı bir kez daha insanların hayatlarıyla devlet ve hanedanların hayatlarının aynı şekilde değerlendirilemeyeceği, değerlendirilmemesi gerektiği gerçeğini gözler önüne serdi.
Büyük Hun devletiyle başladığı bilinen anlayışa göre hükümdar olma yetkisini kimse kimseye bahşetmezdi. Hükümdarlık Türk’e Tanrının verdiği bir ödül bir emanet olarak görülürdü. Hükümdarlık anlayışı İslam sonrası da devam etmiş ve halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle devlet geleneğimiz İslami bir hüveyetle de güçlendirilmiştir. Öyle olmasaydı Büyük Hun hükümdarı Mete Han babasını töre gereği öldürmezdi. Yavuz Sultan Selim babasını al aşağı etmek için Trabzondan kalkıp istanbul’a gitmezdi. Devletleri ve devlet adamlarının hareketlerini kontrol eden töre ve din hukukuydu.
Türk töresine göre siyasi hayatın devamı ve devletin bekası her şeyden önemlidir. Devlet kutsal kabul edilmiş ve devleti yönetmek Tanrının verdiği görev olarak görülmüştür.Türklerin dünyayı yönetmede coğrafya ve şahısların değil yönetim ve siyasi hakimyet sürelerince devamlılık esas kabul edilmiştir. Büyük Hun devletinden günümüze kadar kurulan Türk devletleri incelendiğinde bu devamlılığın sağlandığını görmek mümkündür.
Türkiye'de yaşanan yetişmiş insan kıyımı dikkate alındığında Osmanlının Şehzadelerle ilgili uygulamaları devede kulak kalır! Cümlelerim Osmanlı’da şehzade kıyımını açıklamaz ve iki yanlıştan bir doğruya ulaşılmaz belki ama en azından akıl sahiplerine, vicdan ehline bir fikir verebilir. Bu nedenle Osmanlıyı dizilerden öğrenerek eleştiri ve galiz küfürler savurmak yerine, oturup tarih şuuruna vakıf olan vicdan sahibi bilimsel yaklaşımlara kulak ve gönül vermek gerekir.
Osmanlıyı dizilerden öğrenip mahkum ve kahreden, tarihin karanlık çöplüğüne gömmek isteyen, suçlu gören ve yuhalayanlar doğru yaklaşım sergileyen yazılara gelince şaşı bakmaya ve gerçekler karşısında suçluluk duygusuyla ne yapacaklarını bilemez hale gelmeye başlar!
Osmanlı, Fatih Sultan Mehmet’le birlikte merkeziyetçi bir devlet haline gelmiş töre gereği diğer Türk boy ve beyliklerinin de kendi devletlerini kurabileceği endişesiyle sürekili teyakkuz halinde bulunmuştur. Bu nedenle daha çok devşirmeler ön plana çıkmış ve Türkler taşraya, tarıma ve yerleşik hayata yöneltilmiştir. Öyleki Fatih’in Kanunname-i Ali Osman hükümlerinde tarihten gelen anlayış benimsenerek devletin kutsal görülmesi ve saltanatın paylaşımının engellenmesi anlamında en önemli sürece girilmiştir. Zira Fatih Kanunlarıyla birlikte binlerce yıllık töre kanunları yazılı hale gelmiş ve adeta Osmanlı Devleti kendisinden önceki Türk devletlerinin devamı ve temsilcisi olduğunu da kabul etmiş bulunmaktadır.
Fatih’in yasalarında devletin ve siyasi hayatın devamlılığı anlayışı hakimdir. Bu nedenle şeyhülislam ve ulemanın da onayı ile “Nizam-ı Alem için hükümdar çocukları ve kardeşleri öldürülebilir.” Zaten fiilen uygulanmakta olan bu durum Fatih’le beraber meşrulaşmış ve devletin otoritesinin paylaşılmasının önüne geçilmiştir. Bu gerçeği en iyi yorumlaması gereken Türkiye Cumhuriyeti olmalıdır. Son çeğrek yüzyıldır yaşanan hadiseler devletin kutsiyetine zarar vermiş ve vatanın birlik ve bütünlüğüne halel getirecek denli tehlikeli gidişatın içerisine girilmiştir!
Not: Devamı gelecek yazıda...