Şehre ve laleye dair
İlkbaharla başlayan lale mevsimi şehirleri canlandırdığı kadar insan hayatında da bir rahatlama, kalbinde bir ferahlama, insana coşkun bir ruh hali vermesi beklenir. Ancak bu durum çoğu zaman gözle görülmeyebilir. Hissedilerek, farkında olmadan hayatımızda meydana gelebilecek pozitif değişimler Lale mevsimi ilkbahara yorulur
Ne derece isabetlidir bilinmez ama lalenin Türk’e has bir çiçek olduğu ve mutasavvıflar eliyle Türk’e has bir sembol haline getirildiği söylenir. Bu konuda gül ve lale arasında bir çekişmeden de bahsetmek mümkündür. Allah’a yaklaşma ve O’na layık olma adına tatlı bir rekabetin ne güle ne de laleye halel getirmesi düşünülemez. Yeter ki insanlar birbirlerini yok edecek derece bu güzelliklere farklı anlamlar yüklemesin! Ne gülün laleyi ne de lalenin gülü kıskanması düşünülemez.
Lale Allah’ı teşbih eden gül ise peygamberi hatırlatan anlamlar yüklenerek günümüze kadar gelmiştir. Gül Araplara, Lale Türklere ait güzelliğin temsilcileri olarak da bilinir.
Lale dikensiz bir bitki ve ömrü kısa olan güzelliğin sembolüdür. Manisalı divan şairlerinden Birri Mehmet’in Lale’yi anlatan şiiri, gerek lalenin gerekse Saruhan Sancağı Manisa’nın ‘’Lale Şehri’’ olduğunu hatırlatır.
Lale şehirli olmayı hak etmesi gereken bir şehir varsa o da ilk olarak Manisa’dır. Her ne kadar bir dönem Manisa ve lalenin kopmaz bağı koparılmış gibi görünüyorsa da zaman geçirmeden bu bağı yeniden tesis etmek gerekir.
Türkistan bozkırlarından Horasan Erenlerinin atlı süvarileri eşliğinde lalenin Anadolu topraklarında geldiği ilk bölgenin Batı Anadolu ve Manisa olduğu söylenir.
Saruhan Beyliği döneminde Ulu Cami ve Manisa Kalesi’nden Dumanlı Dağı’n zirvelerine kadar rengârenk lalelerle donatıldığı ve zaman içerisinde dağ, bayır, ova demeden lalenin bütün Gediz Havzası’na yayıldığı bilinir. Gerçi bazı araştırmalar lalenin Manisa ve yöresinde antik dönemden itibaren var olageldiğini söyleseler de lalenin Osmanlı’ya ve Türk’e has bir Türkistan bitkisi olduğundan şüphe yoktur.
Türklerin tabiat kültü, yer-surlar ve ağaç kültleri Gök-Tengri inanç değerleriyle İslamlaşmadan yüzlerce yıl sonrasına hatta günümüze kadar yaşayagelmiştir. Türklerin hayata bakış açısı lale gibi pek çok bitkinin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmesinin önünü açmış görünmektedir. Bu nedenle Saruhan Beyliği’nden düzenli ve mamur bir şehir devralan Osmanlı Devleti Saruhan Sancağına özel bir önem vermiştir.
Saruhan Sancağının siyasi ve dini açıdan en önemli şehirlerin başında gelmesi iki açıdan değerlendirilir. Bunlardan ilki Osmanlı’nın hükümdar namzedi şehzadelerinin Manisa’ya gönderilmesidir. Bu nedenle Saruhan Sancağı 1395-1595 yılına kadar Osmanlı’nın en gözde ve en mamur şehirlerinden birisidir. Öyle ki Edirne, Manisa ve İstanbul dışında Osmanlı’nın payitaht şehrine yaraşır büyük saray yaptırdığı başka şehirler yoktur.
Edirne Sarayı, Saray-ı Amire ve Topkapı Saray’ı (Saray-ı Hümayun) bu durum Manisa’nın siyasi gücünü arttırırken bir yönüyle Manisa ikinci (gölge) başkent gibi algılanmıştır. Özellikle II. Murad’ın Manisa’da bulunduğu 1444-1446 yılları arasında Anadolu’nun başkentliğini yapan ve adeta payitaht gibi algılanan şehir olduğu gözlerden kaçmamalıdır. Aynı özellik Şehzade Sultan II. Mehmet’in Manisa’da bulunduğu yıllar için de geçerlidir.
Manisa’nın Osmanlı’nın gözde şehirlerinin başında gelmesinin ikinci nedeni de Mevlevihane’dir. Konya’dan sonra ikinci sırada bulunan Manisa’da Saruhanoğluları döneminde yaptırılan Mevlevihane’de eğitim gören dervişler Konya Mevlevihane’sinin başına geçecek ehliyette yetiştirilirdi. Bu nedenle Manisa’da şehzadelik yapan ve hükümdar olan padişahların Mevleviliğe önem vermelerinin nedeni Manisa’da Mevlevilikle içli dışlı olmalarıdır.
Manisa lalesi, şehrin havası, sağlığı, sanatı, edebiyatında yüzyıllarca etkili oldu. Şehzade Şehir lale kokusuyla medeniyetin kokusunu ve rengini değiştirecek, Türkleştirerek sultanlar, âlimler, zahitler, şairler, edipler, tüccarlar, kadılar, kaptanlar, komutanlar... yetiştirdi. Son dönemde Manisa bu alanlarda arka planda kalmışsa bunda biraz da lalenin ve gülün mana ve önemini kavrama reflekslerinden uzaklaşılmasının etkisi de vardır.
Lale iklimine layık insanların yeniden inşa edeceği köklü medeniyetle yeniden önem kazanacağını umduğumuz medeni şehir- medeni insan bütünleşmesinin ilk adımı sanata, mimariye, şiire, musikiye; parklara, bahçelere lale çiçeğinin güzelliklerini süslemektir. Umarız lale şehir yeniden mana ve ruh iklimine geri dönecek ve medeniyetin yeniden inşasında eski görevini hatırlayarak ‘’Şehzade şehir’’ olma yolundaki yürüyüşünü kararlılıkla sürdürecektir.
İlkbaharla başlayan lale mevsimi şehirleri canlandırdığı kadar insan hayatında da bir rahatlama, kalbinde bir ferahlama, insana coşkun bir ruh hali vermesi beklenir. Ancak bu durum çoğu zaman gözle görülmeyebilir. Hissedilerek, farkında olmadan hayatımızda meydana gelebilecek pozitif değişimler Lale mevsimi ilkbahara yorulur
Ne derece isabetlidir bilinmez ama lalenin Türk’e has bir çiçek olduğu ve mutasavvıflar eliyle Türk’e has bir sembol haline getirildiği söylenir. Bu konuda gül ve lale arasında bir çekişmeden de bahsetmek mümkündür. Allah’a yaklaşma ve O’na layık olma adına tatlı bir rekabetin ne güle ne de laleye halel getirmesi düşünülemez. Yeter ki insanlar birbirlerini yok edecek derece bu güzelliklere farklı anlamlar yüklemesin! Ne gülün laleyi ne de lalenin gülü kıskanması düşünülemez.
Lale Allah’ı teşbih eden gül ise peygamberi hatırlatan anlamlar yüklenerek günümüze kadar gelmiştir. Gül Araplara, Lale Türklere ait güzelliğin temsilcileri olarak da bilinir.
Lale dikensiz bir bitki ve ömrü kısa olan güzelliğin sembolüdür. Manisalı divan şairlerinden Birri Mehmet’in Lale’yi anlatan şiiri, gerek lalenin gerekse Saruhan Sancağı Manisa’nın ‘’Lale Şehri’’ olduğunu hatırlatır.
Lale şehirli olmayı hak etmesi gereken bir şehir varsa o da ilk olarak Manisa’dır. Her ne kadar bir dönem Manisa ve lalenin kopmaz bağı koparılmış gibi görünüyorsa da zaman geçirmeden bu bağı yeniden tesis etmek gerekir.
Türkistan bozkırlarından Horasan Erenlerinin atlı süvarileri eşliğinde lalenin Anadolu topraklarında geldiği ilk bölgenin Batı Anadolu ve Manisa olduğu söylenir.
Saruhan Beyliği döneminde Ulu Cami ve Manisa Kalesi’nden Dumanlı Dağı’n zirvelerine kadar rengârenk lalelerle donatıldığı ve zaman içerisinde dağ, bayır, ova demeden lalenin bütün Gediz Havzası’na yayıldığı bilinir. Gerçi bazı araştırmalar lalenin Manisa ve yöresinde antik dönemden itibaren var olageldiğini söyleseler de lalenin Osmanlı’ya ve Türk’e has bir Türkistan bitkisi olduğundan şüphe yoktur.
Türklerin tabiat kültü, yer-surlar ve ağaç kültleri Gök-Tengri inanç değerleriyle İslamlaşmadan yüzlerce yıl sonrasına hatta günümüze kadar yaşayagelmiştir. Türklerin hayata bakış açısı lale gibi pek çok bitkinin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmesinin önünü açmış görünmektedir. Bu nedenle Saruhan Beyliği’nden düzenli ve mamur bir şehir devralan Osmanlı Devleti Saruhan Sancağına özel bir önem vermiştir.
Saruhan Sancağının siyasi ve dini açıdan en önemli şehirlerin başında gelmesi iki açıdan değerlendirilir. Bunlardan ilki Osmanlı’nın hükümdar namzedi şehzadelerinin Manisa’ya gönderilmesidir. Bu nedenle Saruhan Sancağı 1395-1595 yılına kadar Osmanlı’nın en gözde ve en mamur şehirlerinden birisidir. Öyle ki Edirne, Manisa ve İstanbul dışında Osmanlı’nın payitaht şehrine yaraşır büyük saray yaptırdığı başka şehirler yoktur.
Edirne Sarayı, Saray-ı Amire ve Topkapı Saray’ı (Saray-ı Hümayun) bu durum Manisa’nın siyasi gücünü arttırırken bir yönüyle Manisa ikinci (gölge) başkent gibi algılanmıştır. Özellikle II. Murad’ın Manisa’da bulunduğu 1444-1446 yılları arasında Anadolu’nun başkentliğini yapan ve adeta payitaht gibi algılanan şehir olduğu gözlerden kaçmamalıdır. Aynı özellik Şehzade Sultan II. Mehmet’in Manisa’da bulunduğu yıllar için de geçerlidir.
Manisa’nın Osmanlı’nın gözde şehirlerinin başında gelmesinin ikinci nedeni de Mevlevihane’dir. Konya’dan sonra ikinci sırada bulunan Manisa’da Saruhanoğluları döneminde yaptırılan Mevlevihane’de eğitim gören dervişler Konya Mevlevihane’sinin başına geçecek ehliyette yetiştirilirdi. Bu nedenle Manisa’da şehzadelik yapan ve hükümdar olan padişahların Mevleviliğe önem vermelerinin nedeni Manisa’da Mevlevilikle içli dışlı olmalarıdır.
Manisa lalesi, şehrin havası, sağlığı, sanatı, edebiyatında yüzyıllarca etkili oldu. Şehzade Şehir lale kokusuyla medeniyetin kokusunu ve rengini değiştirecek, Türkleştirerek sultanlar, âlimler, zahitler, şairler, edipler, tüccarlar, kadılar, kaptanlar, komutanlar... yetiştirdi. Son dönemde Manisa bu alanlarda arka planda kalmışsa bunda biraz da lalenin ve gülün mana ve önemini kavrama reflekslerinden uzaklaşılmasının etkisi de vardır.
Lale iklimine layık insanların yeniden inşa edeceği köklü medeniyetle yeniden önem kazanacağını umduğumuz medeni şehir- medeni insan bütünleşmesinin ilk adımı sanata, mimariye, şiire, musikiye; parklara, bahçelere lale çiçeğinin güzelliklerini süslemektir. Umarız lale şehir yeniden mana ve ruh iklimine geri dönecek ve medeniyetin yeniden inşasında eski görevini hatırlayarak ‘’Şehzade şehir’’ olma yolundaki yürüyüşünü kararlılıkla sürdürecektir.
FACEBOOK YORUMLAR