ŞEHİRLER VE ŞEHİRLİLER
NACİ YENGİN
www.tarihistan.org
Çoğu zaman şehir meydanlarından kaçıp öze dönmek isteriz.
Özümüz, kendimize doğru yaptığımız yolculuğun diğer adıdır bir bakıma.
İçimizdeki kültürel yoksulluğu yaşarken bu ihtiyacımızı şehir meydanlarında karşılayamayız. Modern şehir her ne kadar haftalık, aylık, mevsimlik etkinliklerle modernizmin hayat standartlarını beynimize kazımaya çalışsa ve her ne kadar biz buna yatkın gönüller biriktirsek te metropolün kenar semtlerinde bir yerlerde; ruhumuzun derinliklerindeki tarihi geri getirme isteği hiçbir zaman peşimizi bırakmaz.
Hiç kimse batılı anlamda kurulan şehirleri ve şehir meydanlarını, şehir kültürünü sevdiğimizi iddia edemez.
Ruhumuzun kültürünü arar ve bu alanda yapılan çalışmalara açarız gönlümüzün irfan kapılarını…
Her ne kadar batı normlarında yaşasak ve secüler hayatların savunucuları olsak ta tarihin yaşamayı arzuladığınız bir anında bir gün bir yerlerde hayata bakışımızın bizi kendisine çektiğini görürüz ki aslında peşinde koştuğumuz, savunduğumuz, yaşamak istediğimiz hayat hiç te yaşayageldiğimiz, savunduğumuz hayat değilmiş!
Şehri imar edenlerin düşünemediği en önemli mesele şehirleri inşa ederken şehirlilerin ruh dünyalarına cevap verip veremedikleridir! Şurası bir gerçektir ki şehirler modern aklın pozitif kurallarıyla inşa edileli beri şehirliler şehirlerine soğuk, bigâne ve yabancı yaşıyorlar!
Birçok büyük şehir için “kültürsüz”, “köylü”, “taşralaşan kent” benzeri benzetme ve eleştiriler yapılır. Ancak üzerinde durulmayan, dikkatlerden kaçan önemli bir ayrıntı da “taşralaştığı” iddia edilen şehirlerin neden taşralaştığının, kültürsüzleştiğinin yeterince araştırılmamasıdır.
Başta İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Gaziantep gibi şehirler olmak üzere büyük şehirlerde yapılacak sosyolojik araştırmalar şehre aidiyet duymayan insanların çokluğunu gözler önüne serecektir.
Tarihi misyonunu zamanında layıkıyla yerine getirmiş şehirlerimizi bekleyen en önemli tehlike kültürsüzlüğün had safhaya ulaştığı ve şehre aidiyet duymayan insanların çokluğu olacaktır!
Bizce meselenin gelip düğümlendiği asıl nokta burasıdır. Nirengi noktası olarak kabul edebileceğimiz bu durum sanayi ve sanayi ötesi toplumlarının en büyük sıkıntısı olarak varlığını sürdürmektedir. Köyden kente göçün yoğun yaşandığı, toplu göç alan, göçlerle gelen ihsanların farklı mahallelerde, sanayi çevrelerinde gettolaşmaya başlaması; şehre olan ilgi ve bilgilerinin minimum düzeyde olması gelecek adına en büyük handikap olarak görülmelidir şehirlerimiz adına.
Şehirler eğitim, kültür ve şehirlilerin sahip olduğu milli, manevi değerlerle ayakta tutulabilir ancak. Şehirle şehirlileri buluşturacak ortak nokta modern anlayışı milli değerlerle yoğurarak bulunabilir.
Şehre ait basın-yayın kuruluşları, sivil toplum örgütleri, resmi ve tüzel kişi ve kurumlara düşen görev de bu tür faaliyetlere her türlü desteği vermek olmalıdır.
Bu cümleden hareketle üniversitelerin de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme adına çaba harcaması ve Babil kulesinde oturan akademisyenler yerine şehirle bütünleşen, şehre ve şehirlilere değer katan “içimizden birileri” olarak çalışmalar; programlar yapmaları gerekmektedir. Valilik, il özel idare, üniversite, sanayi ve sivil toplum kuruluşlarının desteğini alan şehirlerin ortaya koyduğu çalışmalarla bunun tersini yaşayan şehirlerin içler acısı durumu kıyas kabul etmeyecek ölçüdedir.
Şehir dergileri, fuarlar, festivaller, sanatsal çalışmalar… Şehirlerin sanayi, sanat, spor, kültürel ve ekonomik alanlarda cazibe merkezi haline gelmesi için el birliği ile yapılacak çalışmalara, organizasyonlara ihtiyaç vardır.
Şehri uslandırmanın, kendisini hatırlatmanın yolu belgesel, dizi, konferans, araştırma… Kısaca şehrin hafızasını yenilemesine yardımcı olmaktan geçer.
Senede bir yasak savmak adına yapılan etkinliklerle ne şehir ne de şehirliler şehrine aidiyet duyabilir!