RUSYA’DA PAN-TÜRKİZM VE MÜSLÜMANLIK
Rus yazar ABD’li bilim adamı Serge A. Zenkovsky “Rusya’da Türkçülük ve İslam” eserini yazıma başlamasıyla çalışmalarını Rusya’daki Türkler üzerine derinleştirdiğini ve “ Rusya’da Pantürkizm ve Müslümanlık” adıyla daha kapsamlı bir eser kaleme aldığını anlıyoruz.
Rus yanlısı ve Slav bakış açısıyla kaleme alındığı anlaşılan “ Rusya’da Pantürkizm ve Müslümanlık” eseri oryantalist bakış açısının ürünü olarak ta değerlendirilebilir.
Orta Asya topraklarında en eski topluluğun Türkler olduğu vurgusuyla başlayan ve bunu ortaya koymak amacıyla yazıldığı anlaşılan “Rusya’da Pantürkizm ve Müslümanlık” eseriyle ile ilk kez Rusya’daki Türklere yönelik kapsamlı çalışmanın yapıldığı anlaşılmaktadır.
Türkistan’ın en kadim milleti olan Türklerin araştırılmasında olayları anlatırken Ruslar açısından tek taraflı değerlendirmelerle okuyucuyu bilgilendirmesi eserin özellikle Avrupa ve Rusya okuyucusu düşünülerek yazıldığı kanısını güçlendirmektedir. Öyle ki Türkler hakkındaki değerlendirmelerinde Rusların kendi topraklarında asi, eşkıya olarak değerlendirdiği Türklerin taşkınlıklarını eleştirebilmekte ve Rusların her türlü baskı, şiddet, zulüm ve tahakkümlerini normal bir devlet politikası olarak görebilmektedir yazar.
1905-1920 yılları arasında Türkistan’da yaşanan Türklerin Milli Mücadele hareketinin doğuşu gelişmesi ve Ruslarla yapılan mücadeleler geniş şekilde anlatılmaktadır.
1906 ve 1917 Müslüman Kongreleri hakkında detaylı bilgiler vererek Türklerin bağımsızlık ve milliyetçilik çalışmaları hakkında önemli değerlendirmeler yapmaktadır. Türklerin Orta Asya’da verdiği mücadelelerin Rusların Japon savaşını kaybetmesiyle daha da güçlendiğini anlatan yazar “Rus-Japon Savaşını takip eden 1905 Rus Devrimi, dışarıya göç eden Türklerin, Avrupa’nın özgürlük, Türkiye’nin Türkçülük-Türkiye’deki Türkçülük de Avrupa’nın milliyetçiliğinden esinlenmiştir-fikirleriyle beraber Rus işgali altındakilerin kendi vatanlarına geri dönmelerine sebep olmuştur.”[1] Diyerek Türklerin Ceditçilik çalışmalarının Özbekler arasında yayılmasında şu isimler üzerinde durmaktadır.
Özbekler arasındaki Ceditçilik hareketinin öncüleri olarak Ahmet Daniş, Münevver Kari ve Mahmud Hoca Behbudi’dir.
Türklerin Çarlık döneminde ve Sovyet hükümetleri döneminde ortaya koyduğu Milli Mücadele ve Bağımsızlık mücadelelerinin komünistlerin ifade ettiği gibi “emperyalist gaye” değil, belki Türkleri emperyalist baskıdan kurtarmanın bir yolu olarak benimsenmiş olsa gerektir.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından itibaren Kafkaslar, Karadeniz ve Orta Asya’ya Doğru hızla genişleyen Rusların bir yandan Osmanlı, diğer yandan da İran’la yaptığı mücadelelerde birini ötekine karşı kullanma ve Karadeniz’e inerek Kafkaslar, Orta Asya ile Osmanlının bağlarını koparmayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
Tatar Türklerinin ünlü Türk düşünürlerinden İsmail Gaspıralı’nın Cedit okulları ve Tercüman gazetesiyle Kafkaslarda başlattığı ilim ve kültür mücadelesi dalga dalga yayılmıştır. Tatarlar arasında başlayan “Dilde, fikirde, iş’de birlik” düşüncesi Rusların İlminsky eğitim programına karşı en önemli cevap niteliği taşımaktadır. Bu durum Rusları korkutmuş ve Türk Birliği düşüncesini ortadan kaldırmak amacıyla Kadimcileri kışkırtma(Gelenekçiler), medreseyi harekete geçirme, bazı Kafkas ve Orta Asya Türk topluluklarını yanına çekme taktiği gütmüştür.
“Usul’ü Cedit” eğitim modeli ile düşünce ve eğitimde kalkınmanın yanı sıra Osmanlı Türkçesinin Türk- İslam dünyasına hâkim olmasını amaçlayan Gaspıralı Genç Osmanlılar(Jön-Türk) hareketini de derinden etkilemiştir.
Türkçülük ve Pantürkizm’in doğuşu ile hareket kazanan Kafkaslar, Orta Asya coğrafyaları 1905’te yapılan Müslümanlar Kongresi ile yeni bir boyut kazanmıştır.
Çarlık Rusyasına karşı Bolşeviklerin başlattığı komünizm mücadelesi öncesi Rusya’nın hâkimiyetinde yaşayan tüm Müslüman ve Türklere Bolşevikler tarafından tam bir dini ve milli kimlik serbestliği, bağımsızlık ve hürriyet vaatleri verilmiştir.
Yedinci kısımda Azerbaycan Türklüğünün uyanışı konusuna eğilen yazar Azerbaycan topraklarının İran, Rusya ve Türk devletleri arasında yaşadığı kültürel, milli ve ekonomik durumu gözler önüne sermektedir.
Bin yıldan fazla Şia egemenliğinde kalan toprakların kültürel ve mezhep olarak İran’dan etkilense de Türklüklerini hiçbir zaman terk etmemeleri önemli bir ayrıntıdır. %60’ı Şii olan Azerbaycan Türklerinin hiçbir zaman İranlılaşmadıkları (Fars) 19. Yüzyıldan itibaren başlayan Türkçülük fikirlerinin Azerbaycan’da karşılığını kolayca bulduğunu görmekteyiz.
Azerbaycanlılar arasında Türk diline karşı ilgi (1860-1870) yıllarında artmaya başlamıştır.
Fatih Ali Ahond Zade ile başlayan dil ve kültür milliyetçiliğinin Hasan Melikof Zarbadinin yayımladığı Akıncı gazetesinin tutuşturduğu Türk Dili fitili zaman içinde daha fazla ışık saçmaya ve İsmail Gaspıralı’nın da etkisiyle Türkistan ve Türkiye’nin de etkisiyle Azerbaycan bağımsızlığına doğru gitmeyi amaçladığını görmekteyiz.
19 yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte petrolün Azerbaycan için taşıdığı önem anlaşılacak ve bölge sömürgeci devletlerin ilgi alanı olacaktır. İran ve Osmanlı’nın 1828 sonrası Azerbaycan’dan çekilmesiyle Rusya bölgeyi tamamen ele geçirecektir.
1905 sonrası Azerbaycan milliyetçileri arasında tam bir fikir birliğinden bahsetmek mümkün değildir. Bir kısmı Rus yanlısıdır. Ancak Mehmet Emin Resulzade’nin öncülüğünü yaptığı Musavat Partisi her ne kadar başlarda Müslüman birliğini amaçlasa da zaman içinde Rusya’nın etkisinde kalmıştır. İslami sosyalizm denilebilecek fikir etrafında düşünceleri savunan Musavat ve ekibi Osmanlı Jön Türk aydınlarının etkisi ve Osmanlının I. Dünya Savaşı sırasında Bakü’yü kurtarmak amacıyla başlattığı hareketten sonra fikirlerini Türkçülük-Pantürkizm’e doğru kaydırmış görünmektedir.
Musavat partisinin liderleri başlangıçta Pan-Türkist olmaktan ziyade kalben sadece Türk taraftarıydılar.
1905-1907 yılları arasında Türk birliği, Türkiye ve Türk dünyası arasındaki derin ilişkiler Rusya’yı tedirgin ediyordu. Tatar Türkleri arasında hızla yayılan ve Gaspıralı İsmail’in çalışmalarıyla Pantürkizm’e doğru genişleyen düşünce ve eğiti hareketi Osmanlı’da Ziya Gökalp gibi milliyetçi çevreyi yanına almıştı.
Yusuf Akçura’nın dillendirdiği “Üç Tarz-ı Siyaset” Türkçülükten başka mantıklı bir çözüm yolun olmadığı noktasında birleşiyordu.
Yeni Lisan, Türk Ocağı, Türk Yurdu gibi kuruluş ve yayın organlarının tek amacı Pantürkizm ve Türkçülüktü. İsmail Gaspıralı’nın hedeflerini benimsemişlerdi.
Gerek Rusya’daki Müslüman okullarında gerekse Osmanlı devleti okullarında her geçen gün artış gösteren ve çözüm olarak kabul edilmeye başlanan Pantürkizm düşüncesi Tatar okullarını sarmıştı bile.
I Dünya savaşının başlamasıyla birlikte durum savaş ortamında daha da alevlenmeye başlayacaktır. I. Dünya Savaşıyla beraber başlayan 1917 Bolşevik İhtilalinin oluşturduğu bağımsızlık havası içinde Türklerde Lenin’in ifadesiyle “ Adalet, eşitlik ve bağımsızlık” düsturuyla hareket etmiş ve kısa süre de olsa 1920’li yıllarda bağımsızlığın tadını almışlardır. Ancak Sovyet yönetimi ihtilal sırasındaki vaatlerini bir kenara bırakmış; Azerbaycan gibi bağımsız bir Sovyet devleti veya Tataristan, Başkırya, Kazakistan ve Türkistan gibi otonom yapılarla hâkimiyetini tesis etmiştir. Sonuçta olarak Rusya’daki Türk halkları kendi kaderlerinin tayininde daha kesin rol oynamaktan alıkonulmuşlardı.
I.Dünya savaşı yıllarında Azerbaycan, Tatar Türkleri, Kırgızlar, Buharalılar, Hiveliler Türkistan Milli Mücadele Hareketi (Basmacılık) başlamıştır.
Bolşevik İhtilal öncesi milliyetçilik problemine sıcak yaklaşan ve hatta bağımsız devlet vaatleriyle Türklerin desteğini alan Sovyet yönetimi 1917, özellikle Sovyet yönetimin güçlenmeye başladığı 1920 sonrası milliyetçilik düşüncesini sadece Slav milliyetçiliğine indirgemiştir.
Bizce Kızıl Tatarlar gibi Sovyet yönetimi ve ideolojisini benimseyen Türk halk ve aydınlarını yanına alan Bolşevikler diğer halk ve aydınlara karşı baskıcı politikalarını arttırmış ve hatta soykırıma varan asimilasyon politikalarını başlatmışlardır.
Tatar, Başkırt, Tacik, Kafkas ve Orta Asya Müslümanları 1917’da kongre yaparak ortak bir düşünce oluşturmaya çalışmışlardır.
Rusya’nın desteği ile kızıl kuvvetler(Komünist Müslümanlar) birleştirilme yoluna gidilmiş ve Sovyetlere bağlı otonom devletler oluşturulmuştur. Tatar, Başkırt, Kazaklar arasında Rus yanlıları ve Bağımsızlık yanlıları arasında yer yer savaşlar görülmüş ancak Kızıl Birlikler Rusların desteği ile yönetimlere hâkim olmuşlardır.
Türkistan’da Ruslara karşı başlayan ve Rusların Basmacılık olarak nitelendirdiği “Türkistan Milli Mücadele Hareketi” 1916’da Ceditçiler tarafından başlatılmış, Enver paşa’nın hareketin lideri olmasından sonra daha da güçlenerek ciddi başarılar, mesafeler katetmiştir. Ancak Enver paşa’nın 1922’de şehit edilmesinden sonra Buhara, Başkırt, Kazak, Tacik, Hive, Tatar mücadelesi 1934 sonrası önemini yitirmiştir.
Türkistan Türklerinin bağımsızlık mücadelesinde Enver Paşa gibi Mirseyit Sultangaliyev, Çolpan, Fıtrat, Osman Batır, Magcan Cumabay, Mesut Sabri, Yakup Rahmanoğlu, Abdurehim İsa gibi büyük Türkçüler başta olmak üzere, yüz binlerce şehit verilmiştir.
Netice olarak Rusya’nın komünist Türk aydınlarını otonomi vaadiyle kandırması ve aydınların bu yolu tercih etmeye başlamasıyla Türkistan’da Ruslara karşı başlayan mücadele zayıflamıştır. Rusya kendine bağlı otonom Azerbaycan, Buhara, Kazakistan, Kırgızistan, Tataristan devletlerini kurarak Orta Asya’yı yönetmeye başlamıştır. Böylece Rusya Türklerin kendi kaderlerinin tayinini engellemiş ve 1990’lara kadar buna izin vermemiştir.
Yazar Hakkında
Serge A. Zenkovsky (1907-1990)
ABD Vanderbilt Üniversitesi Slav dilleri Tetkikleri Enstitüsünde görev yaptı. 1959 yılından sonra Rusça yayın kurulu üyesi oldu. Rus asıllı Amerikan bilim adamı olan yazar 31 Mart 1990’da öldü.
Eser 1971’de Prof. Dr. İzzet Kantemir tarafından Türkçeye çevrildi.
Yazar Rusya’da büyük nüfusa sahip Türkler hakkında çalışmalar yapmış “Rusya’da Türkçülük ve İslam”[2] adıyla eser ortaya koymuştur.
[1] Zenkovsky,s. 62
[2] Serge A. Zenkovsky, Rusya’da Türkçülük ve İslam ,Çev. Ali Nejat Ongun, Günce Yay. Ank. 2000.
Rus devletinin tarih sahnesine çıkması ve bu süreci takip eden yüzyıllar boyunca izlediği istila politikasına farklı bir bakış açısından bakan Zenkovsky, ne yazık ki Batılı aydın çevrelerinin yüzyıllardır içinden çıkamadığı oryantalist bakış açısının klasik bir temsilini eserinde bizlere sunmaktadır.