Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Prof. Dr. Abdulkadir Donuk Hocama dair bir hatıra

04 Eylül 2022 - 20:28 - Güncelleme: 05 Eylül 2022 - 09:47

Abdulkadir Donuk Hocama dair bir hatıra/ İlk yazımın hikâyesi

1987'nin Nisan ayıydı. Prof. Dr. Abdulkadir Donuk Hocamın dersiydi. Hocanın ders sırasında beni çağırdığını söylediklerinde ilkin inanmadım. Kürsüye doğru gitmekten çekindim. Gençtim, tecrübesizdim. Hocaya bir saygısızlık yapıp yaptığımı düşündüm. Zihnim ancak bir türlü hocanın beni neden çağırdığına dair bir neden bulamıyordum.
Biraz da arkadaşların teşvikkâr zorlamasıyla ve daha çok hocamı kırmamak için ezile büzüle kürsüye çıktım. İstanbul Üniversitesinin en büyük amfisi 1No’lu amfiydi. Salonda en az 150 arkadaş vardı. Herkes olacakları yorumlamaya ve bu durumdan keyif almanın yollarını aramaya başlamıştı bile! Keyif almayan ve konu ile ilgili hiçbir fikri olmayan bir kişi vardıysa o da bendim!
Kızlar, erkekler, hepimiz genç ve delişmen ruhlar taşıyanlardık. Ancak kürsüye doğru çıktığımda hocamın hiçte kızgın ve sorgulayıcı bir tavrı olmadığını gördüm. Aksine sevecen ve her zamanki gibi güleç yüzü vardı. Güldüğünü ve sevdiğini çok da göstermeyen bir yapısı olan hocam aksine güleç yüzle karşıladı beni. Üniversitenin ikinci sınıfındaydım. Hocayı şimdi olduğu kadar tanımıyordum. Şu anki kadar tanısaydım hiç tereddüt etmez hoca adımı söylediği anda yerimden fırlayıp gider hocanın ne emrettiğini sorardım. Ellerim önümde ve saygıyla…
Hocamın yanına varırken elinde bir gazete tutuğunu gördüm. Merakım, biraz da endişem giderek artıyordu.
Aklımdan geçen onlarca soru var.
Hakkımda bir haber mi çıkmıştı?
Gazeteye haber olacak herhangi bir şey de yapmamıştım.
Hocam gazetenin arka sayfasını tamamen dolduran yazıyı arkadaşlara doğru çevirerek okumaya başladı!
“Türk’ün Nizam-ı Âlem Davası!”
Yaşananların ne anlama geldiğinin hala ayrıma varamamıştım. Zihnimde çakan şimşekler vardı ve bu yazıyı bir yerlerden hatırlıyordum. Hatta bir süre önce bu başlıkla bir yazı da ben yazmıştım. Ama bir gazetenin yarı sayfasında yer alacak kadar bir yazı benim yazı olamaz diye düşünüyordum. Hem de bizler için önemli bulduğumuz yazar ve akademisyenlerin bulunduğu bir gazetede yazı yazmış olabileceğime imkân ve ihtimal veremiyordum.
Yeni Düşünce Gazetesi rahmetli Akkan Suver’in sahipliğinde, Ergun Kaftancı’nın yönetiminde yayımlanan haftalık bir gazeteydi. 1981’de yayım hayatına başlamıştı. Yanlış hatırlamıyorsam  can arkadaşım Turhan Kaçar’la birlikte gitmiştik gazeteye. O yıllarda deneme, makale, şiir ve biraz da araştırma yazıları yazmaya yeni başlamıştım. Cemil Meriç, Erol Güngör, Mümtaz Turhan, Osman Turan, İdris Küçükömer, Kemal Tahir gibi Türkiye’nin birikim yazarlarla, mütefekkir ve bilim insanlarından güç alarak yazılar yazıyordum.
Gazete formatında yayımlanan Yeni Düşünce’nin arka sayfasındaki “Türk’ün Nizam-ı Âlem Davası” yazısının bir bölümünü okuyan Prof. Dr. Abdulkadir Donuk Hocam: “Arkadaşlar okuduğum yazının yazarı aramızda. Kendisini tebrik ediyorum.” Diyerek bana bakıp durdu. Ben hala üzerime alınmıyor ve acaba kim yazmıştır diye düşünüyordum. Ancak hocamın gelip tebrik edip bana sarılmasıyla yazının bana ait olduğuna ikna oldum! Ne ikna oluştu ama! O anda kıpkırmızı olduğumu söyledi arkadaşlar. Heyecandan konuşamaz olmuştum. Cümleleri seçemiyor, kendimi ifade demiyordum.
O günden sonra hayat bana şunu gösterdi ki yaza yaza yürümem, yaşamam, yol almam hatta nefes almam gerekiyor.
İlk ciddi yazı deneyimimin vermiş olduğu mutluluk ve arkadaşlarımızın teşvikleriyle başladığımız yolculuğun bu kadar meşakkatli olacağını bilmezdim. Bir o kadar da mutluluk verici.
Hayata, olay ve insanlara bakış, duruş ve değerlendirmelerde genellikle yalnız kalma pahasına devam eden ve bir ömür boyu süren bir tercihti bizimkisi. Eminin okuyan, yazan ve derdi olan birçoğumuzun tercihi de aynı yöndedir. Yalnız kalmayı göze alanlar; fedakârlık yapabilenler, hayatlarını hiçe sayabilenler seslerini duyurabilmiş, çileleri anlaşılabilmiştir. Evet, belki gün yüzü görmemiş, refah içinde yaşamamış ve hatta ailelerine çok zaman ayıramamış olabilirler. Ancak ölümsüzlüğün yolunun üretmek, çalışmak, çabalamak; çile, gam, keder ve her zaman fedakârlıktan geçtiğini bilenler bu yolu tercih edebilirler…
İlk günkü gibi aynı heyecanla yolculuğa devam edenler ancak bugünü omuzlarında taşıyan ve geleceğe hazırlanan; medeniyeti geleceğe taşıyacak olanlardır diye düşünüyorum.
Bunları yazarken boğazım düğüm düğüm. Abdulkadir Hocam, nikah şahidim. Abim. 24 Ağustos 2022’te ebedi aleme göçtü. Mekânın cennet olsun hocam.
Naci YENGİN
www.tarihistan.org



 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum