NEYİ KAYBETTİĞİNİ UMUTMA!
Naci YENGİN
Önce söz vardı. Sözü unutan medeniyetimizin insanları nezaketi de unuttu. Söz, aşkla başlar aşkla biterdi. Sözü kaybeden aşkı da kaybetti.
Aşksız bir hayatı yaşayanların medeniyeti ayağa kaldırmasını beklemek ham hayal. Sözü unutan, esirgeyen bir milletin yeniden köklü ve görklü bir medeniyet kurması muhaldir.
Çoğu zaman hayıflandığımız sözleşmeme, konuşmama, hasbıhal etmeme, edememe hastalığımız had safhaya ulaşmış durumda.
Eskişehir’den gelen Yazar Mustafa Özçelik Beyefendiyle Ulu Park’ta “İnsan, söz ve aşk” üzerine yaptığımız doyumsuz sohbetimizin gelip düğümlendiği nirengi noktası “sözü ne zaman yitirdik” oldu. Hoca Ahmet Yesevi dedik sustuk. Yunus Emre ile devam ettik. Sonra Hacı Bektaş-ı Veli geldi. Ardından Karacaoğlan… ve nice söz ustaları sökün etti… Yalnız söz mü? Elbette hayır. Gönül ustaları. Sözü gönüllere nakşeden ustalar, pirler, dervişler ve ozanlarımızın bıraktığı söz mirasını bugün devam ettiremiyorsak, hatta devam ettirmeye çalışanların kıymet-i harbiyesi yoksa cemiyetimizin içerisinde gelin gerisini siz düşünün!
"Yetmiş iki millete bir göz ile bakamayan/Şer’in evliyasıyla hakikatte asidir” diyen bir söz ustasından geçmek olmazdı.
Önce söz vardı. "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı" ile başlayan cümleler kurulurdu. Sözün gücüne inanılırdı. “Su küçüğün söz büyüğün” terbiyesi verilirdi hanelerde...”Su gibi aziz ol” temennisiyle büyürdü insanlar.
Ulu Park’ın (mezarlık) akşamın alaca karanlığına düşen kısmında çam ağaçları ve musiki tadındaki cümlelerin etrafında toplanmış dört söz erinin cümleleri arasında demlenen düşünceler, düşler söz olmaktan çıkmalı temennileriyle bitiyordu.
Filibeli Ahmet Hilmi “A’mak’ı hayal” romanında ne çarpıcı ifadelerle anlatılır Ulu Mezarlık. Sonra Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli”nin roman kahramanı sık sık uğrar Ulu Parka ve insanları gözlemler… Konuşmak yerine daha çok konuşulanları dinler… Dinler.
İnsanlar hiçbir zaman sözün bittiği yere gelmemeye çalışır. Hele hele ülkeler arasında sözün bittiği yere gelinmişse savaş kapıda demektir. Sözlü kültürün temsilcileri olan bizler daha iyi anlamalıydık sözün değerini, gücünü ve büyüsünü. Sözün senet olduğu bir kültürden gelen milletin genetiğiyle oynandı oynanalı sözün değeri düştü, itimadı azaldı ve din adına yapılan ahitleşmeler bile çöpe atılır oldu!
Ancak heyhat! Eski gücünde değil sözler! Ağzımızdan çıkan sözlerin ağırlık derecesi yok denecek kadar azaldı! Konuştuğumuz insanların üzerindeki tesiri eskisi kadar yok! Anaların ak sütü gibi kulaklarına değen ilk nağmeler olan ninnilerimizle büyümüyor artık çocuklarımız! Batı müziği var kulaklarında…25. Karenin bilmem ne frekanslarda bilinçaltımızı iğfal eden müziklerle başlıyor nesiller hayata! Kur’an ve Ezan sesinden mahrum yaşayan modern mabetlerin-kent soyluların çocukları milli değerlerin atmosferinde yetişmiyor.
Sözün kutsiliğini yeniden keşfetmek, kalbin aşkla yanan ateşini keşfetmekle mümkün. Kalbin yüceliğine inanan insan sözün büyüsüne de inanır. Sözler içinde bir sözün olduğunu ve varoluşunun tek gayesinin de o sırlı sözü bulmak olduğunu bilir ve ona güre hayatını düzene koyar!
Mustafa Özçelik, Ertem Özuşaklı, Celil Altınbilek ve bendeniz; Ulu Parktan Şehzade Şehrinin en mutena sokaklarına, Dumanlı Dağa ve Gediz ovasına doğru uçuşan sözlerin sahipleri cümlelerin kurşuni ağırlığı altında gecenin geç saatlerinde yeni sözler derlemek, şehrin ve şehirlilerin arasındaki yerlerini alarak Mustafa Özçelik’i Eskişehir diyarına yolcu ettikten sonra dağıldılar…