NAZIM HİKMET-SAİD NURSİ VE TEK PARTİ ANLAYIŞI
NACİ YENGİN
“İnsanlar bir dünyaya kulak kesildi mi öbürüne sağır” der şair İsmet ÖZEL.
Yıllarca hafızamdan silemediğim yukarıdaki satırların yazarı dahi yazmış olduğu satırların kurbanı ise varın siz düşünün gerisini.
Cumhuriyet öncesi başlayan “biz” ve “ötekiler” kavramı devlet hayatımızı etkilediği gibi toplum hayatında da etkilerini sürdürmeye devam ediyor.
Türkler her ne kadar aynı millet olduklarını kabul etseler de farklı boylarla mücadele etmekten geri durmamışlar yüzyıllarca. Bunda diğer boyları hâkimiyetleri altına alma, dünyaya hâkimiyet kurma düşüncesinin yanı sıra kendisinden olmayanı yok sayma düşüncesinin de etkisi büyüktür.
“Tanrı Türklere dünyayı yönetsin diye yarattı” şeklinde Göktürk Kitabelerinde geçen ifade sanırım mevcut hükümdarların hükümranlığını devam ettirme şeklinde algılanıyordu.
Devlet olarak Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren muhalif görüşlere yer vermeyen ve devşirme unsurların ön plana çıkarıldığı bir toplum da muhalefet olarak görülebilecek Türkmenlerin sesi kısıla gelmiştir. Şehzadeler içinde Cem Sultan, İran Türk Devleti, Memluk Türk Devleti… Osmanlı muhalifi devletlerdendir.
Osmanlıda varlığını Fatih Sultan Mehmet ile başlatabileceğimiz “ben bilirimci”, “tek merkezci” anlayış Cumhuriyet Türkiye’sine de tevarüs etmiştir. İttihatçı –Tek Parti anlayışı 1950 ‘lere kadar her türlü muhalif fikri yok saymış ve baskı ile sindirme yoluna gitmiş görünmektedir.
Tek Parti anlayışının yer yer haklı yönleri olmakla birlikte Cumhuriyeti tekelinde bulunduran seçkinler gerek parti, gerekse düşünce muhalefetini sindirme yolunu tercih etmişlerdir.
1925 TPCF, 1926, İzmir Suikastı, 1930 SCF, Menemen Olayı gibi gelişmeler muhalefet istememe içgüdüsünün sonuçları olarak değerlendirilebilir.
1944 Türkçülük hareketinin yok edilmek istenmesi de İsmet Paşa’nın baskıcı totaliter milliyetçilik anlayışının sonucu olarak görülebilir. Üstelik İnönü dönemi nasyonalist politikaların had safhada olduğu dönem olarak bilinmekteyken!
Almanya ve İtalya’nın faşizan politikalarının etki ve baskısı altında kalan İnönü iktidarı bir yandan nasyonalist politikalar uygularken bir yandan da milliyetçi kesimlere sert tedbirler alarak yok etme politikası güdebilmiştir!
Meşhur söze göre “Devrimler önce kendi evlatlarını yok eder” anlayışı 1990 ‘lı yıllara kadar geçerliliği sürdürmüştür.
1950 sonrası DP’nin sözümona Komünizm ile mücadele amacıyla Nazım Hikmet gibi şair muhalifleri sindirme çabası neyse, CHP’nin Said Nursi, İskilipli Atıf Hoca, Kazım Karabekir, Necip Fazıl Kısakürek, Eşref Edip, Mehmet Akif Ersoy… şahsiyetleri sindirme ve baskıcı politikaları aynı düşüncenin ürünüdür.
Hâlbuki Nazım Hikmet Ran ile Necip Fazıl Kısakürek’in siirlerinin ana teması üzerinde yapılacak bir çalışma, birçok ortak noktanın bulunduğunu gösterecektir. Aynı durum Ziya Gökalp-Said Nursi arasındaki temellerin benzerliğin şeklinde de ele alınabilir.
18 Ocak tarihi birçok ilde Nazım Hikmet ‘in 110. yaş günü kutlandı.
”Nazım 110 yaşında” sloganıyla yapılan etkinlikler genellikle sosyalist damardan gelen çevrelerce düzenleniyor.
Said Nursi’yi anma etkinliklerinin, Necip Fazıl ve Kazım Karabekir’i anma etkinliklerinin muhafazakâr çevrelerden geldiği gibi!
Ülke olarak bir türlü bu “ben” ve “öteki” kabuğu kıramadık. Çemberden çıkma ve kabuğunu kırma konusunda epey yol alındı belki ancak henüz yeterli olduğunu söylemek mümkün değil.
Hâlbuki Manisa ‘da durum biraz daha farklı... MHP ‘li Manisa Belediyesi Nazım Hikmet etkinliklerine kapıyı araladı! Onu anlamaya çalışarak ve sağırlaşmayı önleme yolunda önemli bir adım attı.
Her ne kadar “Nazım 110 yaşında “etkinliğini Manisa Belediyesi organize etmese de etkinliğe salon ayırması dahi büyük bir adım olarak görülmelidir.