Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Muhsin Yazıcıoğlu

24 Mart 2021 - 10:04 - Güncelleme: 24 Mart 2021 - 10:19

Yazımız daha önce yayınlandı. Ancak Muhsin Yazıcıoğlu'nun hatırasına sahip çıkmak siyasi bir partiye angaje olmak demek değildir.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun rüyası Türkiye'nin rüyasıdır.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun rüyası sefere çıkanların, seferden dönmeyi düşünmeyenlerin rüyasıdır.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun hatırasına sahip çıkmak Hoca Ahmet Yesevi'nin Anadolu'ya gönderdiği Horasan Erenlerinin kutlu ülküsüne sahip çıkmaktır.
Muhsin Yazıcıoğlu'na sahip çıkmak binlerce yıldır yaşadığımız coğrafyada ebediyete kadar yaşamayı bilmektir.
***
Mart ayı hüzün ayıdır kimilerine göre.

Mart ayı dert ayıdır.

25 Mart 2009'dan itibaren hüzün ayı oldu Mart!  İlk ve son kez birisine “Reis” olarak kabul ettiğim, ağabeyim olarak gördüğüm Muhsin Yazıcıoğlu’nu 1987’de İstanbul Üniversitesi koridorlarında kulaktan kulağa dolaşan ve destanlaşan birisi olarak tanıdığım.

O yıllarda cezaevlerine “Yusufiye” adını koymuştuk. Hoş o yıllarda vatan-millet sevdalıların kaldığı; çile çekilen cezaevlerinin hepsi birer Yusufiye idi! Zindan ismi bize yabancı gelirdi. Haklı davasında Allah rızası için çekilen çile ceza olamazdı. Hele hele zindan hiç olamazdı. Hala daha öyle görüp öyle düşünenler vardır!

Çok kez niyetlendik Ankara’ya ziyaretine gitmeyi ancak maddi imkânsızlıklar bir türlü fırsat vermedi. İstanbul ve çevresindeki Yusufiyelerde çile dolduranları ziyaret edebiliyorduk sadece. Biz de imkânı olup ziyaretine gidebilen arkadaşlarla selam gönderirdik sık sık. Dua gönderirdik ve selam ve duamıza karşılık alırdık…

Hayata atılınca daha sık görüşme imkânı bulduk. Kurduğu parti vesilesiyle birkaç defa görüşme imkânı bulsak ta bir türlü Ankara’ya gitme ve yerleşme cesareti-imkânı bulamadığımızdan bu isteğini gerçekleştirememiş olmanın mahcubiyetini her zaman duydum.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun 25 Mart 2009 tarihinde öldürülmesi hafızalarda kara bir leke olarak her zaman duracaktır. Helikopter kazası olarak kayıtlara geçen ancak milletin hafızasında bunun bir kaza olmadığına dair kanaat devam ettiği sürece Anadolu’nun semalarından ayrılmayacaktır kara gölgeler.

Millet, Muhsin Yazıcıoğlu’nu severken Anadolu’nun saf, katışıksız imanını sevdi. Onda dürüstlük, hasbilik, kardeşlik, erlik, alperenlik olarak yaşayan Hoca Ahmet Yeseviden Anadolu yaylalarına uzanan; Yunus gönüllü, Ahi Evran kararlılığıyla devam eden, Hacı Bektaş-ı Veli ruhunda cem olan Kutlu Mesajıyla gönülleri coşturan Peygamber sevgisinin Türk Milleti olarak ete kemiğe bürünmüş halini sevdi!

İktidar, muktedir olmaksa eğer Muhsin Yazıcıoğlu gibi düşünenlerin taşıdığı değerlerin iktidarı çoktan yok edilmiş ve Osmanlı bu değerlerin yitirilmesi sonucu ortadan kalkmıştı! “Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah’ta onları değiştirici değildir” gerçeğinin idrakine varan her iman sahibi gibi önce insan yetiştirmek ve zihinlerimize yüzyıllar öncesi giydirilmiş deli gömleklerimizi çıkarıp atmak için mücadeleyi bırakmadı hayatı boyunca. Bu uğurda da hayata gözlerini yumdu!

İnsanın değerinin yokluğunda daha iyi anlaşıldığını bir kez daha görüyor ve yaşıyor olsak ta bu durum ölüm gerçeğini değiştirmeyecektir! Önemli olan bundan böyle Muhsin Yazıcıoğlu’nun taşıdığı değerlerin yaşatılması konusunda neler yapıldığı ve neler yapılması gerektiğini idrak ederek hareket etmektir.

Üzülerek görüyoruz ki Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünden sonra gençlik, üzerine gönderilen suni fırtınalar karşısında daha savunmasız, korumasız kalmış görünmektedir. Nereye gideceğini bilmeyen, kaptanını kaybetmiş tayfalar gibi çalmadık kapı bırakmayan genç gönüllüler çeşitli adlar altında ve daha çok bireyselleşmeye doğru gitmekte, ülke, vatan, iman, milletin kutsal değerlerini unutma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar.

Muhsin Yazıcıoğlu düşüncesi siyasi bir parti düşüncesi olmaktan çıkmış ve gerçek sinesine dönerek milletin ortak mayası haline gelmiştir. Gelmelidir.

Muhsin Yazıcıoğlu düşüncesi kadim milli değerlere sahip çıkma adına geçmişten geleceğe köprü olacak denli geniş; Türkistan’dan Anadolu’ya, Balkanlara, Kafkas ve Bereketli Hilal’e… uzanan iman, milli şuuru yaşama, yaşatma azminin düşüncesidir.

O bir rüyanın peşindeydi. Oğuz Kağan’dan Bilge Kağan’a, Alparslan, Osman Gazi’den Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim… II. Abdülhamit ve Mustafa Kemal’e uzanan bir rüyaydı bu. Bu rüyayı İmam Maturidi formülleştirmiş, İmam Ebu Hanefi omuzlamış, Hoca Ahmet Yesevi’nin Türk ruhu ile Peygamber müjdesini cemleştirerek Anadolu’ya gönderdiği İlahi bir rüyaydı bu. Her daim görülmesi gereken bir rüyaydı. Yaşanması için adanmışlık gerektiren bir rüya! Bu rüyayı görenler sayesinde ayakta, tek başına durmaya devam eden bir devlet ve millet varsa adanmışlar sayesindedir.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun rüyasını gerçekleştirmek için iğdiş edilmemiş taze zihinler yetiştirmek gerekir…
Özünü, sözünü bilecek, özgüveni yüksek milli olmanın, millet olmanın nasıl olması gerektiğini bilecek; istikbalin köklerden alınan güçle göklere çıkılacağını bilecek; millete, vatanına adanmış insan yetiştirmek gerekir!

Naci YENGİN

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum