Lise yıllarına kadar gözümde tüterdi Mesir Bayramı.
Köyden kalkıp şehre gelmek mümkün olmazdı. Ve mutlaka bir iş çıkardı bayram etkinliklerine gelmek istediğimde!
Lise yılarımda şenliklere çokça katıldım. Şemsiye açtım mesir şekeri kapmak için Sultan camisinin etrafındaki kalabalığın ortasında.
Biraz da heyecan olsun ve o coşkuyu yaşayalım diye katılırdık kalabalığın arasına. Kapabildiğimiz mesir şekerleri bizim için özel bir anlam taşırdı. Tatile giderken “okunmuş” olarak kabul edilen bu şekerlerden götürebilmek için var gücümüzle şeker kapmaya çalışırdık. Hatta ekip oluşturtur ve kapabildiğimiz şekerleri arkadaşlarla kardeş payı yapar ve bu şekerleri götürürdük ailelerimize. Bizim için özel anlamı vardı mesir şekerinin. Manevi bir haz alır ve bir ibadet duygusuyla saygıyla katlar ve özenle korurduk şekerlerimizi.
Büyükler anlatır biz dinlerdik Mesir Kıraathanesinde ya da Karaköy’de Kahvehanelerde Mesir hikâyelerini…
Rivayet odur ki Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan Manisa'da hastalanır.
Merkez Efendi'ye durum bildirirler. Bunun üzerinde yoğun bir çalışmaya girer Merkez Efendi. Sonunda 41 değişik baharattan ürettiği macunu tarifi ile beraber saraya gönderir. Hafsa Sultan, üretilen bu macun ile sağlığına tekrar kavuşur. Bu olaydan sonra Merkez Efendinin ünü imparatorluk sınırlarını aşar.
Merkez Efendi, Manisa’ya katkıda bulunabilecek bir plan hazırlar;
* Her yılın belli bir gününde sergi düzenleyerek, bu sergide bizzat halkın kendi el emeği ürünleri tanıtmak,
* Civardan gelen halkın Manisa'ya ekonomik ve sosyal canlılık getirmesini sağlamak,
* Bunun için buraya gelen halkın, sağlığını korumak ve macunu yiyenlerin 1 yıl boyunca zehirli böcek sokmalarından korumak amacıyla macunun dağıtılmasını sağlamak,
* Spil dağı eteklerine kurulmuş olan Manisa'nın Gediz ovasına kayarak halkın birbiri ile dayanışmasını sağlamaktır.
Hafsa Sultan, halktan gelen isteğin artması üzerine kâğıtlara sardırılan macunun, Sultan Camii'nin kubbe ve minarelerinden saçılmasını buyurur. Halk, her yıl 21 Martta Sultan Camii önünde toplanır ve böylece Manisa Mesir Şenlikleri doğmuş olur.
Halk arasında yaygın inanca göre, Türklerin Bahar Bayramı olarak kabul ettiği Nevruz günü bu macundan yiyenler bir yıl boyunca ağrı sızı çekmezler, yılan ve çıyan sokmalarından korunmuş olurlardı. Günümüzde Türk ülkelerinde Nevruz’un başlangıcı olan 21 Mart’ta başlayarak bir program dâhilinde kutlanan şenlikler sırasında özellikle Mesir Macunu saçım töreni yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgi görmektedir.
Gönül isterdi ki Mesir Festivalleri daha coşkulu kutlansın ve gerçek amacına hizmet edebilsin. Ancak festival programı içerisinde daha çok eğlence merkezli etkinlikler üzerinde durulmuş. Yıllardır üzerinde durduğumuz sanatsal ve kültürel etkinliklere yer verilmemiş. Karnaval havası içerisinde kutlanabilecek etkinlikler elbette şehrin eğlence coşkusu içerisinde kutlama yapmasına imkân sağlayacaktır ancak konunun uluslararası boyut kazandığı düşünecek olunursa bilimsel çalışmalarla da desteklenmesi beklenirdi bu tür programların arasında.
“Mesir Film Festivalleri”, “Mesir Sinema Etkinlikleri”, “Mesir Şiir Etkinlikleri” ve “Mesir Bilimsel Etkinlikler”… Sempozyumlar bağlamında Nevruzun da birleştirici öğesinden yararlanıp “Türk Dünyası Nevruz Konferansları”, “Merkez Efendi Tıp Bayramı Etkinlikleri” düzenlemeyi neden kimse akıl edemez yıllardır anlamış değimlim!
Binlerce yıldır kutlana gelen Nevruz ve 473 yıldır kutlanan Mesir şenlikleri kültürümüzün tarihimizin kısacası mayamızın birer parçası olmuştur artık… Bunu değiştirmek ve sadece eğlence haine getirmeye çalışmak kimsenin harcı değildir!
Mesirin Anadolu’nun mayası olduğuna dair en güzel şiirlerden birisi de şüphesiz İsmet Zeki Eyüboğlu'nun 'Mesir Bayramı Şiiridir:
“Günler uzamaya başlar ya toprak şişince
Esrimiş gibi kudurur bitkiler
Bir delişmen atılışla fışkırır yerden
Kalkar dağların ak örtüleri
Bir çapkın yeşil yağar oylumlara tepelerden
Sıçrayarak yürür buzağılar kuzular yaylımda
Tomurcuklar gülümser dal uçlarında
Güneş daha yakın gelir üstümüze
Üşütmez yağmurların en yoğunu bile,
Bulutlar gölgeliktir güneşin öfkesine
Öğle sıcağında soluyan eşkinlerin
Dinlendiği çıplak kırlarda.
Buğdaylar arpalar çavdarlar
Toprağın uzayan yeşil elleridir göğe
Temmuz sıcağını bekleyen tarlalarda
…
Gelinciklerle başlayan biten
Bütün umuşların toprağı “mesir macunu”
Erkeğin kadında düğmelenen kuşağı.
Telepuni törenidir “mesir bayramı”
Attis olmuş Adonis olmuş kime ne
Onbirlerce yılın Anadolu’sunda
Değişmeyen özün değişen adı
Gelişen güçlü bir yaşama sevincinin
Çağın gönlünce söylenen türküsü.”