MESİR, BAYRAM MI FESTİVAL Mİ?
NACİ YENGİN
Manisa'da 1537'den bu yana Mesir Bayramı kutlanır.
Mesir macununa da Nevruz Bayramında saçıldığı için Nevruziye Şekeri denir.Bu yıl 476 kez kutlanan "Mesir Bayramı" etkinlikleri son yıllarda "Mesir Festivali" olarak kutlanıyor.
Oysa festival bize özgü bir kavram değil! Batı dünyasında dini günler için kutlanmaya başlanan karnavallar son yıllarda Türkiye'de festival adıyla kutlanmaya başladı. Hâlbuki "Mesir Bayramı" ve "Mesir Festivali" kavramlarının anlam itibarıyla birbirinden çok farklı olduğunu bilmek gerekiyor.
Birisi bize özgü: Milli, yerli ve dini bir hüviyet taşırken festival batıya özgü bir bakıma insanın ve hazzın meta olarak kullanıldığı bir geleneğin temsilcisi...
Her ne kadar son yıllarda şehir turizmini canlandırmak, şehri tanıtmak ve Mesir markasını uluslararası hale getirmek gibi bir amaca yönelerek Mesir Bayramından çağdaş Mesir Festivaline geçildiği; çağın gereklerine uyulduğu fikri genel geçer olarak dillendirilse de anlatmaya ve festivalle bayramı ayırmaya çalışarak dikkat çekmeye çalıştığımız husus Manisa’nın iç ve dış turizmini canlandırırken kökleri unutmanın tehlikeli olacağı yönündedir!
Karnaval kültürü, karnaval hayat tarzı ve karnaval eğlenceleri ancak filmlerde gördüğümüz bir olgudur. 90 sonrası uluslararası ekonomik değer anlayış ve algısının hayat tarzımız olmaya başlamasıyla birlikte milli değerlerin, milletin mayası olmuş kadim kültürlerin alt üst olduğunu görüyor ve Avrupa’nın tecrübelerini yaşamak gibi bir zorunluluğumuzun olmaması gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
"Karnaval, festival Batılı'nın hayatında belirli dini günlere dayanır." "Festival ve karnaval, her şeyden önce kadın ve erkeğin uzun yüzyıllardan beri ayrı kompartımanlarda yaşadığı, eğlendiği bir mekân olan kentlerimizde görülmez. Çünkü bizim kentlerimizde kadınla erkek belli merkezler dışında henüz beraber yaşamaz, hukuki bağlarla birlikte olanlar günün az kısmını bir arada geçirirler."
“Festival ve karnaval, kadının ve erkeğin; hayatın her safhasını birlikte yaşadıkları mekânlar ve zamanlara ait bir olgudur."[1]
Batı medeniyeti ile bizim medeniyet arasında taban tabana zıt bir hayat, inanç, kültür ve ekonomik anlayışlar görülmesine rağmen iki yüz yıl içerisinde Batının bilimsel, siyasi, teknolojik ve ekonomik üstünlüğüne paralel olarak gelişen Batıyı örnek alma ve onun ürettiği her tür “değer”in doğru ve “mutlaka kabul edilmesi gerektiği” görüşü günü kurtarmaya çalışanlar için kısa vadeli bir kurtuluş reçetesi gibi duruyorsa da özünde milli benliği yok edici, millet olgusunu ortadan kaldırıcı kodlar taşıması yönüyle zararları olumlu yönlerinden daha çok olan kabuller olduğu görülmektedir…www.tarihistan.org
[1] İlber Oytaylı, Gelenekten Geleceğe, İstanbul, 2008, s.115 vd.