Üç asırdan fazladır İslam dünyasının içinde bulunduğu ataletin kaynağı ve bu ataletten nasıl kurtulması gerektiği konusunda ilim ve fikir sahiplerinden ziyade siyasiler konuşmuş ve icraatın başı olarak bu hakkı kendilerinde görmüşlerdir. Bu hastalığımız Cumhuriyet sonrası sona ereceği yerde daha da gemi azıya alarak devam ede gelmiştir!
Cumhuriyet döneminde Atatürk sonrası ülkeyi yöneten kadroların özellikle milli duruşu sergileyen ilim ve fikir adamlarıyla yıldızlarının çok da barışık yaşadığı söylenemez.
XVII. Yüzyılla birlikte aleni hale gelen merkez çevre çatışması Fatih Sultan Mehmet’le başlayan Türkmen-devşirme mücadelesinin devşirmeler lehine gelişmesi bu döneminde kendini kabul ettirmiş ve devşirmeler merkezi ele geçirmişlerdir. Merkezle sınırlı kalmayan devşirme hâkimiyeti devletin tüm katmanlarında söz sahibi olmuş, ekonomiden medreseye, edebiyattan sanat ve kültürel anlayışa kadar; Türk gelenekleri ve anlayışının yerine Arap, Acem ve İsrailiyat anlayışının almasına kadar varmıştır! O zamana kadar hâkim olan Maturidi-akılcı anlayış yerini nakilci, tevilci ve daha çok Arap ve İran menşeli tefsir-tekke-medrese anlayış ve yaşam şekline evrilmiş görünmektedir.
Milli kodlarımızı harekete geçirme ve öz benliğe dönüş hareketini başlatmak amacıyla hareket eden II. Abdülhamit’e karşı çıkanların Batıcı düşünür ve devletlerle birlikte İslamcı çevreler olması dikkat çekicidir!
Atatürk’ün reformlarının bir amacı da öz benliğe yabancı olan anlayış ve yaşam-düşünüş-reflekslerden kurtulma arayışı olarak görülebilir. Ancak aynı dönemde bile eski anlayışın ne kadar dirençli olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Atatürk’ün ölümüyle kökleşmiş atlalet anlayışının devamı olarak görülebilecek dirençli yapı ve bürokrasi geleneği hâkimiyetini devam ettirmiş görünmektedir!
Türkiye’de hala devam eden sağ, sol, İslamcı, milliyetçilik ve muhafazakârlık, anlayışlarında Osmanlı reflekslerinin derin izlerini görmek mümkündür.
Osmanlı son dönem eseri olarak hayatiyetlerini devam ettiren ideolojilerin ortaya çıkışında Osmanlı sistemini elinde bulunduran ve merkezin gücüyle çevreyi dışlayan kitlelerin günümüze olan yansımalarını araştırmak ilginç sonuçlara gebedir!
Her fikir ve ideoloji bir anlayış ve tarihi derinliğe yaslanarak varlığını sürdürmeye çalışır. Millete ait özellikleri bünyesinde barındırmayan fikirlerin zaman içinde yok olmaya başlamasında taşıdığı kültürel kodlarıyla o milletin karakterine uyup uymamasının büyük etkisi vardır. Bu nedenle “sol” olarak kabul edilen fikir ve hayat modellerinin Türkiye gibi ülkelerde çok fazla rağbet bulmamasının altında Osmanlıdan itibaren yüzyıllardır süregelen bir merkez-çevre çatışmasını aramak hiç de yabana atılır bir düşünce değildir! “Sol” ve günümüz “Batıcı- liberal” çevrelerin Osmanlıdan tevarüs eden atalet anlayışıyla hareket ederek merkezi ele geçirmek için hangi iktidar gelirse gelsin mevzilerini ve bürokratik güçlerini kaybetmeme pahasına iktidar yanlısı görünmeleri dikkate şayandır!
Osmanlının yıkılış evresini anlamak için XVII. Yüzyılı-Duraklama dönemini anlamak gerekir. Duraklama döneminin kodlarıyla hareket edildiğinde Osmanlının yönetim, bürokrasi, askeri, ekonomik, eğitim ve dini reflekslerinin tahlili yıkılma dönemini daha sarih bir şekilde anlamaya yardımcı olacaktır. Öyle ki günümüz İslam dünyasının içinde bulunduğu durum Osmanlının durdurulmasının şifreleriyle doludur.
İngiliz tarihçi ve istihbaratçı Arnold Toybee’in ifadesine göre "Osmanlı durdurulmuş bir medeniyettir… Ölmüş bir medeniyet değildir.”Osmanlı medeniyetinin tek varisi olan Türkiye’nin yol yakınken önünün kesilmesi, hatta parçalara ayrılması amaçlanmaktadır. Bu açıdan bakılmadan yapılacak değerlendirmeler havada kalmaya mahkûmdur! Gerçeği görmeyenler günümüzde Irak, Afrika, Türkistan, Suriye, Irak, İran, Türkiye gerçekliğini anlayamazlar… Bunu anlamanın yolu da Osmanlı’yı anlamaktan geçer.