MANİSA’DA YUNAN VE ERMENİ ZULMÜ
NACİ YENGİN
Kurtuluş günlerini kutlamak her milletin, her şehrin en milli hakkıdır. Kurtuluş günlerinin kutlanmaması, içinin boşaltılarak kutlanması milletin milli hafızasının her geçen gün yok olduğunun da bir göstergesidir!
Ülke olarak kurtuluş günü bulunmayan bölge ve şehrimiz yok gibidir. Bu durum şimdiki nesil için bir gurur kaynağı olarak görülse de Kurtuluş Savaşını yaşayan ve kurtuluşun ne anlama geldiğini, hangi badirelerden geçerek kurtuluşun gerçekleştiğini bilenler için, içinde binlerce acı, dram, gözyaşı ve ağıt barındıran buruk bir sevginin adıdır!
Şimdilerde kurtuluş günlerini çok fazla hatırlayanımız yok maalesef! Ancak Ege bölgesi için söylemek gerekirse Eylül ayı kurtuluş ayıdır dense yeridir. Zira Afyondan başlayarak kaçmaya, yakıp yıkmaya, talan, hırsızlık, yağma, vahşetlerle kendi medeniyetlerinin ne menem bir barbarlığa sahip olduğunu gösterircesine İngiliz, Fransız destekli Yunan ve Ermeni çetelerinin gerçekleştirmiş olduğu katliam, tecavüz ve insanlık dışı uygulamalar köy, kasaba, şehir ve vilayet demeden Türklüğü yok etme şeklinde devam etmiştir. Ta ki 9 Eylül 1922’de İzmir’i yakıp kendilerini bekleyen İngiliz, Amerikan, Fransız gemilerine binip kaçana dek!
İşgal acılarını yaşayan insanları konuşturmak güç olmuştur yıllarca. Ağızlarını bıçak açmamış vahşetin etkisi altında konuşamaz ve yaşadıklarını hatırladıklarında aynı acıları yaşar gibi olmaklığın verdiği korku ve sancıyla susmuşlar, susmuşlardır. Ancak dönemin ileri gelenleri, gazeteci, yazar ve yaşananların gelecek nesillere aktarılması, unutulmaması, unutturulmaması gerektiğine inanan birkaç ileri düşünceli insanlar yaşananları tek tek yazmış ve tarihe, bize ve yarına ışık tutmuştur. Yere düşen Al Sancağı yerden kaldırmak, Mushaf’ı öpüp başına koymak kadar; vatan kadar kutsi olan bir çalışma ifa etmişlerdir.
Şehrine hizmet edenler medeniyetine, kültürüne, diline, imanına ve geleceğine hizmet eder. Bir milletin şehri demek aynı zamanda o milletin mimarisi, dili, sanatı, aşı, işi ve hayata bakan yüzüdür. Milletler benliklerini şehirlerinden yükselen iman ve milli hasletlerden alırlar. Şehrini öğrendiğimiz insanlara karşı aklımızdan iyi kötü bir kanaat hâsıl olması bundandır. “Memleketin neresi gardaş” ifadesi Anadolu insanının ilk tanışma merasimidir adeta!
Şehrine hizmet edenler arasında şehrin milli manevi, kültürel meziyetlerini; medeniyete kattığı yüce değerlerin yaşatılması için çaba harcayanlar için ne kadar söz söylense, hatta heykelleri şehrin önemli merkezlerine dikilse azdır!
Bunlar arasında Şehzade Şehrinin yıkılıp yakılmasına şahitlik etmiş, yazmış, araştırmış Kamil Su, Halide Edip Adıvar, F Rıfkı Atay, M Nuri Yörükoğlu gibi ender insanlar vardır.
M Nuri Yörükoğlu’nun “Manisa Yangını” kitabı şehir için bulunmaz bir hazine sayılmalıdır. Yeni Saruhan gazetesinde 1329’da tefrika ettiği “Siyah Kitap” adlı eserin tamamlayıcısı durumundaki “ Manisa Yangını” kitabını Manisalıların okuması, okutması boynunun borcu olmalıdır!
“ Yunan’ın katil bombalarıyla tahrip ettiği viraneler arasında için için ağlayarak, derin derin inleyerek yazmaya başladığım “ Siyah Kitap’ta Yunan mezalimini tesbit etmeye çalışıyorum” cümleleriyle başlayan “Manisa Yangını” kitabı en az Manisa’nın kurtuluş etkinlikleri yapmak kadar, hatta ondan daha da önemlidir! Kurtuluş etkinliği yapmak için öncelikle milli şuur gereklidir! Milli şuurdan yoksun olan insanların kurtuluş etkiliği yapması geçit töreninden ve resmi mevzuata uymaktan öteye geçemez.
“ Ulucaminin kapıları açılmış, halk içeriye toplanmaya başlamıştı.(…) Ulucami, Göktaşlı, Danişmenthalil mahallelerinden gelenlerin miktarı bilhassa çoktu.”[1]
“Gün Batıyor, Bütün Şehir Yanıyor. (…) Yangının şiddeti, Spil’in dik ve yalçın kayalarıyla vadi ve sırtları kızıl ışıklarıyla aydınlatıyordu.”[2]
M Nuri Yörükoğlu gibi Manisa Yangınını, işgal acılarını kaleme alan yazarlar arasında 13 yaşındayken işgali yaşayan acıların şahidi olan Kamil Su “ Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları”[3], Falih Rıfkı Atay, satırlarına "Henüz çürümeyen cesetler ve neredeyse henüz tüten yangınlar içinden geçiyorduk. Yanıp külleri savrulan Manisa’ya, cetlerimizin şehrine iki eli böğründe bakakaldık. Yunanlar çekilişlerinde yok edici bir tahrip yapmışlardı. Yanmayanlar, vakit bulup da yakamadıkları, yaşayanlar fırsat bulup da öldüremedikleri idi. İki millet arasında yalnız birinin arta kalacağı bir boğazlaşma geçmiş olduğunu görüyorduk. Yunanlar Batı Anadolu’yu Türkler için oturulmaz bir çöle çevirmek istemişlerdi…"[4]Şeklinde not düşecektir.
James Loder Park, Yunan bozgunuyla Anadolu’dan çekildikten kısa bir süre sonra bölgeye yaptığı gezi sonrası durumun vahametini anlatan şu açıklamayı yapar: “Manisa neredeyse tamamen yangında silindi. 10.300 ev, 15 cami, 2 hamam, 2.278 dükkân, 19 otel, 26 villa(konak) imha edildi!”[5]
Yakma, yok etme ve talanın ötesinde vahşet, katliam, ırza geçme… Akla hayale gelmeyecek işkencelerin her türlüsünün Manisa ve çevresinde Yunan ve Ermeniler tarafından uygulandığı anlaşılmaktadır. "Daha acısı 3500 kişi ateşte yakılmak ve 855 kişi kurşunlanmak suretiyle öldürülmüştü. Üç yüz kızın ırzına geçilmişti. Sadece bir mahalleden 500 kişi götürülmüştü. Ölü veya diri oldukları hakkında bir bilgi alınamamıştır."[6]
Hatırlatma: Manisa’da bir mezalim anıtının olmaması düşündürücüdür! Manisa’ya Kurtuluş Savaşı Müzesinin yapılması elzemdir.
[1] M Nuri Yörükoğlu, Manisa Yangını, Manisa, 2002, s. 117
[2] M Nuri Yörükoğlu, age, s.131
[3] Kamil Su, Manisa Ve Yöresinde İşgal Acıları. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay, İst, 1982
[4] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1984, s. 331, Ayrıca bak. Feridun M. Emecen, Tarihin içinde Manisa, Manisa Belediyesi, 2006, s. 6
[5] Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İst. 1994; Bahsi geçen James Loder Park, İstanbul'da dönemin Amerika Birleşik Devletleri Konsolos Yardımcısıdır.
[6] Teoman Ergül, Kurtuluş Savaşında Manisa, 1919-1922, Manisa, 1991, s. 337.