Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Kurtuluş Savaşının Son Tanıklarından Abdullah Uysal’ın Milli Mücadele Hatıraları

21 Ocak 2018 - 22:38 - Güncelleme: 25 Ocak 2018 - 12:12

 

Kurtuluş Savaşının Son Tanıklarından Abdullah Uysal’ın Milli Mücadele Hatıraları(D. 1906-Öl.21 Ocak 2018)

Naci YENGİN

[email protected]


 


Salihli Akören Mahallesi sakinlerinden Abdullah Uysal (Dayı) 21 Ocak 2018 tarihinde vefat etti. Belki de bölgenin en yaşlı insanıydı.

Vefatını öğrendiğimde ne kadar üzüldüğümü kelimeler anlatmaya yetmez. Kolay değil. 112 yaşında kim var çevrenizde. Trablusgarp, Balkan, I. Dünya Savaşı, Kuvay-ı Milliye, Kurtuluş Savaşı, II. Dünya Savaşı, Kore Savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı gibi savaşları görmüş, hatıralar derlemiş kaç kişi var hayatta?

Akören Köyünde insanların akraba olduğu söylenir. Kimisi çok yakın kimisi ise uzak akrabadır köylüler!

Oğuzlara bağlı bir aşiretin Miladi1340’lı yılında gelip yerleştikleri Kıraçdere Mevkiinden sonra XVI. yüzyılda köyün şu anda bulunduğu yere yerleşen Akören köyü sakinleri çok fazla karışım ve değişim yaşamadan 1990’lı yıllara kadar gelmiş. Ancak Abdullah Dayı ve ailesi gibi Osmanlı zamanında görevli olarak gelip de köye yerleşen birkaç aile de vardır. Ancak onların da en az ç yüz yıldır köyde oturduğu düşünülürse onların da Akören köyü sakinleriyle çoktan karışıp akraba olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

2008 tarihinde babam Mehmet Yengin’le(Menyeli Hüseyin’in oğlu) birlikte Abdullah dayının evine gidip aşağıda okuyacağınız söyleşiyi yapmış ve hatıralarını anlatmasını istemiştik kendisinden.

***

İki saate yakın bir süre babamla birlikte Abdullah dayı ile Akören Köyünde evinde yaptığımız sohbette bazen duygulu ve bazen de coşkusundan bir şey kaybetmemiş bir delikanlı bulduk karşımızda!

Babamı razı ederek Abdullah Dayı'nın yanına götürmeyi kabul ettirdiğime seviniyorum. Babama göre köyde yaşayan diğer yaşlılardan farklı birisi değil sonuçta. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Çocukluğumdan itibaren çok fazla göremediğim, anlattığı kişi hakkında daha yakından ve bizzat kendisinden bir şeyler Öğrenme yoluna gitmeliydim onun hakkında kesin bir şeyler ürettiği ve. Bu düşüncemi uygulamaya ancak kırk yaşından sonra başlamış olmam ayrı bir mesele ama iyi ki öyle yapıyor ve onu anlatılanlardan değil bizzat kendi ağzından tanımaya çalışıyorum.

Bir asrın arkasından bakarak "daha dün gibiydi" ifadesin kullanması beynin mucizevi sanatını ortaya koyuyor. Çocukluk günlerinden gençliğine, evliliğinden, çalışma hayatına ve hanımının ölümünden yalnızlaşan bir hayatın içinde torunlarıyla birlikte hayata yeniden tutunmaya... Asrın özetiydi onun için.

"Hayat bir oyun ve göz açıp kapanıncaya kadar geçen süreymiş meğerse!" “Yüz yılın sonunda bunu söylemek müthiş bir etki bırakıyor bende.  Sohbetimiz daha başlamadan bitiyor adeta!

Soracak sorularımı unutuyor ve dalıyorum sorularımın böğrüne basa basa. Soru değil daha çok Hasbihal bizimkisi. Ne de olsa akraba sayılırız uzaktan da olsa. Ona göre köyde herkes akraba. Kim kimin nesi oluyor. Kim kimlerden kız alıp onu kesin onu şeyin tanığı vermiş.

Feyzullah Çakır, rahmetli dedemin çok samimi arkadaşıydı Abdullah Dayı. Biraz da oradan bize yakınlık duyuyor ya.

"Ben Feyzullah'ın torunuyum" dediğimde, "Hee. Okuyan sen değil misin?" "Evet, ben oyum."

"Tamam, şimdi çıkardım seni." Evet, çıkarıyor ve beni hatırlıyor ve belki hala okuyan birisi olarak düşünüyor. “Okumaya giden Feyzullah'ın torunuyum ben!”

Menyeli Mehmet'in oğlu olarak duruyorum bir asırlık hafızasında. Buna seviniyorum. En azından hafızasında bir sorun yok. Ancak biraz konuşma zorluğu çekiyor. Dişlerinin de olmaması konuşma zorluğu çekmesinde epey pay sahibi.

Ben daha çok gençlik yıllarına gitmek istiyorum. O da bunun farkında olmalı ki, lafı döndürüp dolaştırıp oraya getiriyor. Ben başka konulardan bahsetsem de o buna aldırış etmeden bildiği yoldan yürümeye devam ediyor. Gençlik yıllarını anlatıyor.

Abdullah Uysal’ın gençlik yılları bir İmparatorluğun yok olmaya yüz tuttuğu ve yok olduğu yıllar. Milletin küllerinden yeniden doğduğu yıllar.

O gençlik yıllarında ki Yunan ordusunun Ege işgalinde Akören Köyünün karşısında karargâh kurarak konakladığı yıllar! Haziran 1919’dan Eylül 1922’ye kadar geçen işgal yılları!

Onun gençlik yılları ki çeteciliğin kol gezdiği, bir yandan Yunan zulmü diğer yandan eşkıyaların köyleri talana, eşkiyalığa çıktığı ne var ne yoksa alıp götürdüğü yıllar.

Abdullah Dayı kökenlerinin Konya'ya dayandığını söylüyor. Kendisi inşaat ustasıymış zamanında. Geçimini çiftçilik yaparak sağlıyorlar. Hatta babam bizim evin önündeki damın Abdullah Dayı ve Ali Dayı tarafından yapıldığını söylüyor.

Konya'dan köye gelenin ilk olarak büyük büyük dedesi Mehmet olduğunu, onun oğlu Mustafa, Mustafa'nın oğlu Abdullah ve Abdullah'ın oğlu kendisi olduğunu ifade ediyor. Böylece 350 yıllık bir mazileri olduğu ortaya çıkıyor bu köydeki hayatlarına dair.

Hatta Osmanlı Devletine dair önemli bir ayrıntıyı da ifade ederek beni utandırıyor laf arasında.

"Büyük Dedem Mehmet Konya'dan geldiğinde köylü onu cahil birisi sanmış. Ancak Dedem İstanbul'a giderek Şeyhülislam’dan köyde Cuma namazı kılınabilir ve kıldırabilir diyerek icazet almış. Ondan sonra Çevre Köyler Akören (Akviran-Ağviran) köyüne Cuma namazı kılmaya gelirlermiş."

Böylece Osmanlının önemli uygulamalarından birisinin de cuma namazı kıldıracak imamları rast gele seçmediği ve cuma imamlarının halkı aydınlatacak önemli kişiler olduğunu anlıyoruz. Ayrıca Akören Köyünün Osmanlı'da cuma kılınabilecek merkez bir köy olduğu bilgisine ulaşmış bulunuyoruz. "İğdecik, Kızılavlu, Dombaylı ... Bazı köylerde Cuma namazı kılınmaz bizim köyde kılınırdı." Diyor.

Hatıralar yumağı içerisinde kalan bir heyecanla beynini zorladığı kesin. Cümleleri bölük pörçük, ifade ederken zorlandığı kesin Abdullah Dayı'nın.

Miladi 1906 doğumlu olduğunu hatıraları da ele veriyor.(Doğum tarihinin bazıları tarafından 1912 olduğu söylenir.) Şerif Hocaların Mustafa Abdullah Dayı 8yaşındayken I.Dünya Savaşına çağrılmış. Savaş bedeli veremediği için savaşa gitmek zorunda kaldığını söylüyor. Sevkiyat Kuladan gerçekleşmiş. Konya'dan köye, ailesine ilk ve tek mektubu gelmiş asker Mustafa'nın. Para istiyormuş. Para denkleştirilip gönderilmiş. Ancak para kendisine ulaşmadan Mustafa Kafkas Cephesine Ruslarla savaşmaya gitmiş.

Şerif Hocaların Mustafa Kafkas Cephesinde Allahuekber Dağlarında diğer binlerce şehit gibi şahadet şerbetini içmiş!

"Bıymış" Abdullah Dayı'ya göre. Şehit düşenler arasında isminin yazması boşuna değilmiş! Tıpkı köyden çıkan doksan beş yiğidin ancak üçünün geri dönebildiği I. Cihan Savaşana çok şehit vermiş  köy.

I. Cihan Harbinden sonra Seferberlik başlamış.(Kurtuluş Savaşı) Bu sefer vatanı işgal eden Yunan'a karşı verilmiş çetin mücadele.

Yunan işgalinin 15 Mayıs'ta İzmir'de ile başlayan kuşatma hareketi haziran sonunda Salihli ve köylerini de sarmıştı. Kara Kazım Paşa denilen) Kazım Özalp Olabilir. NY) komutan köylere gizliden gizliye hazırlanmaları için bildiriler dağıttırmış.

"Köylerinizden çıkarabildiğiniz kadar Çete çıkarıp Yunan'ı def edelim." Diyerek köylere kömür dağıtma bahanesiyle Milli Mücadelenin gizliden gizliye hazırlıkları yapılmaya çalışılmış.

Köyden çetecilik denilen Kuvay-ı Milliye'ye katılan dört kişi olmuş. Abdullah Dayı bunların ikisini hatırlayabiliyor: Şerif Dayı ve Mehmet Gök!

Gök Mehmet denilen şahıs Abdullah Dayı'nın büyük abisidir!

Kula'da Koyuncuoğlu Çetesine Katılmışlar! Bu arada köye Yunandan başka baskın yapan bazı çevre köy ve çetelere karşı mücadele edilmiştir.

 Hatta Köye baskın yapan yedi çeteci Alaşehir'de öldürülmüş üstelik bunların başı da Çakır Emine denilen bir kadınmış! Onun da derisini yüzerek cezalandırmışlar!

Not: Kendisine Allah’tan Rahmet, Abdullah Uysal ve Halil İbrahim Uysal gibi kederli ailesi, yakınları ve onu tanıyanlarına baş sağlığı dilerim. www.tarihistan.org Naci YENGİN


 

 

Abdullah Uysal:1906-21 Ocak 2018

Reklam