İSTANBUL'DAN ŞEHZADE ŞEHRİNE
Çoğu zaman geriye dönüp baktığımızda birçok olumsuzluk görülse de İstanbul’un damağımızda bıraktığı lezzetleri yeniden ona ulaşıncaya kadar damağımızdan kaybolmasını istemeyiz!
Çelişkili bir durummuş gibi görünse bile İstanbul’a has bu durum başka bir şehre nasip olur mu bilemem. Sanırım bunda insanının kültür ve kişiliğinin oluşmasında etkili olan şehirlerin de büyük rolü var.
Nasıl olmasın ki!
Yaşadığınız kültürel ve sosyo-ekonomik çevrenin etkisinde kalmanız yalnız sizi değil üreteceğiniz her türlü artı değere etki edecektir.
İstanbul, Konya, Manisa, Erzurum, Bursa, Amasya, Trabzon, Edirne…Bu şehirlerden ilk akla gelenleridir sanırım.
Osmanlı için de bu şehirlerin ayrı bir önemi olmuş yüzyıllarca. Sancak şehirleri olarak bilinen ve Osmanlı şehzadelerinin eğitiminde birinci derece rol oynayan bu şehirlerin çekim merkezi olma özelliği günümüze kadar değişik yollarla süregelmiştir. Elbette bu şehirlerin içinde İstanbul’un yeri daha farklıdır.
İstanbul yalnız bir şehir değil bir medeniyet merkezi ve bir payitaht olması yönüyle de diğer şehirlerden farklılıklar göstere gelmiştir.
Hakkını yememek gerek. Konya, Erzurum, Manisa gibi şehirler bazı devlet ve beyliklere başkentlik yaptıkları için bölge ve mevcut medeniyete fazlasıyla katkı sağlamış ve halen de bu katkıyı sürdürmektedirler. Bir Manisa, Trabzon... Konya olmadan Anadolu Türk-İslam medeniyetinden bahsetmek eksik olacaktır.
Şehzade şehirlerinin medeniyete siyasi kültürel ve sosyo-ekonomik katkıları mutlaka ortaya çıkarılmalı ve akademik çalışmalar yapılmalıdır.
Kısa bir süreliğine bulunduğum İstanbul’da ilk uğradığımız yer Topkapı Sarayı oldu. İnsanların ruh ve düşünce dünyalarını kaplayan Fatih Sultan Mehmet ve onun dünyası çerçevesinde Topkapı Sarayında bir günümüzü Fatih Sultan Mehmet ve Osmanlı ailesiyle birlikte geçirdik. Surlar, kılıçlar, kaftanlar, miğferler, tahtlar, resimler, kaleler…İnsanlar insanlar. Siyah, beyaz, zenci… Afrikalı, Asyalı, Avrupalı insanlar…Buradan bakınca Osmanlı’nın halen yaşadığını iddia edebilirsiniz!
Topkapı Sarayını gezenler için halen üç kıtaya uzanan kollarıyla insanlara kol kanat germeye devam ediyordu Osmanlı! Malezyalı, Iraklı, Kerküklü, Japon, Kore, Kırımlı…Her yön ve kültürün çekim merkezi haliydi hala. Kutsal Emanetler…1517’den bu güne Kur’an-ı Kerim okunan mekân!
Daha sonra üniversite yıllarımızda sıkça uğradığımız Üsküdar’daki Fethi Paşa Korusuna uğrayıp denizin ve sakinliğin dinginliğini Şubatın ortasında da olsa birkaç saatliğine duyumsamak farklı bir ömür ve farklı bir dünyanın fısıltısı gibi geliyor insana. 13 milyonluk metropolde hayatta kalmak ve nefes alabilmek zorlaştıkça insanların kaçamak yapıp park, orman ya da böyle mesire yerlerine kaçabileceği yerler çok fazla yok maalesef. Olsa bile yoğun iş temposu ve mesafelerin araya girmesi ile insanların böyle yerlere sıkça uğradığını söylemek zor.
İstanbul benim için biraz da Çamlıca tepesinden İstanbul’u gözlemektir
İstanbul biraz da Çamlıca tepesinden gördüğümüzdür diyorum.
İstanbul’u uyanıkken görmenin en emin yolu Çamlıca tepesine çıkarak İstanbul’a Boğaz’a doğru avazınızın çıktığı kadar bağırabilmektir bence.
Çıkıp alabildiğince bağırıyor ve alabildiğince İstanbullu oluyoruz.
Çamlıca tepesi İstanbul’un en yüksek tepesidir de. Bu yüzden Yedi Tepeli Şehrin en tepesi dense yeridir. Ya da tepelerin sultanı demek gerekir bu tepeye.
90’lı yılların ortalarına kadar Çamlıca Tepesi Ferah Mahallesi, Ümraniye, Burhaniye…Mahalleleri elbette böyle yerler değildi. Ferah Mahallesinden Çamlıca tepesine kadar orman ve makilerden oluşan bir bölge vardı. İnsanlar çocuklarını salamazdı. Daha çok bakımsızlık ve ilgisizlik hâkimdi. Ancak şu anda öyle değil. İstanbul taşıyamadığı yükünü bazen buralara atar ve rahatlamak ister. O zaman insanların uğrak yeri bunun gibi tepeler ya da İstanbul’dan uzaklaşmadan onun kollarından ayrılmadan birkaç saatliğine de olsa onun güvenini yeniden kazanmak için kaçamak yerler aramak olur.
Çamlıca tepesinde şubatın ilk soğuğunu içimize kadar çekip sıcak saleplerimizden çıkan dumanların gölgesinde İstanbul’u yaşamaya ve onu hissetmeye çalışıyoruz.
Ey İstanbul uyan!
Biz buradayız ve seninleyiz. Kollarının arasında payitahtın en yüce tepsinde nefesini dinlemeye geldik diyerek Boğaz’a karşı haykırıyoruz…
Eski Topkapı Otogarının olduğu yeri avucumun içi gibi bilirim ancak bir şartla. Yürüyerek gitmem gerekir. Son on yılda trafik ve yolların bu denli değişmesi ve senede birkaç kez gelen bizlere her zaman sürprizler yapabiliyor.
Topkapı’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi A.Ş bünyesinde hizmet veren kültür ve tarihle buluşma mekânlarına gideceğiz.
Ayrı bir sayfa açıp farklı ruh derinliği taşıyan bir yazıyla ele almak gerek Panorama 1453, Topkapı Türk Dünyası ve İstanbul’un fethinin canlandırıldığı o muhteşem üç boyutlu sahneleri…