“HİÇLİK” MAKAMI
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam
boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam.
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
“Hiçlik makamında!”
Hiçlikte Hiç’i bulmak diye ben buna derim.
Tarihimiz bunun gibi yüzlerce örnekle doludur.
Ancak gelin görün ki günümüz insanında bunu anlayıp algılayacak ne kapasite var ne de düşünce-mana derinliği.
Anlatılan olay Nasrettin Hoca’ya hasredilse de irfan geleneğinin engin kültürü içinde yoğrulan insanımızın genel hasletlerinden birisiydi hiçlik makamı. Ta ki irfanın yerine kültürü, mektebin yerine okulun almasına kadar. Âlimin yerine öğretmenin alması gibi değişiklikler sıradan isim değişiklikleri olmayıp medeniyet değişiminin basit göstergeleri arasında sayılmalıdır.
“Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!”
Tasavvufta her şey, “hiçlik” hâlini idrak ettikten sonra başlar.
Sartre ye göre insan ya tam özgür ya da tam köledir. Hiçlik makamı adanmanın diğer adıdır. Yüzyıllarca özgür olmak için krala, firavuna karşı mücadele eden batı toplumları aslında hiçliğin arayışındayken yüzyıllarca mücadeleden sonra kendilerini yeni efendilerinin karşısında buldu batılı insan. Kilise ve kral Batı dünyasının yeni efendisiydi artık. Kölelikten, karanlıktan kurtulmak isterken günümüze kadar devam eden çağdaş köleliğin zincirlerini boyunlarına reform hareketiyle geçirdiklerinin farkında değillerdi. Köleler Kiliseye karşı isyan etmiş ancak diğer kiliselerin zincirlerine, zindanına razı olmuşlardı.
Cellâdına gülümseyen kürek mahkûmları kendilerine batılı, demokrat ve liberal kisvelerle dünyaya örnek medeniyet tasavvuruyla kendi köleliklerini dayatmaktan hiçbir zaman geri kalmadılar.
Hiçlik, hiçbir makama kul köle olmadan gerçek makama ulaşmanın diğer adıdır. Batı ve doğu kültürlerinde hatta tüm dinlerin doğasında insanı yaradılışın sırrına erdirecek öğretiler ortaya konmuştur.
III. Selim’den itibaren sistemli olarak Batıya doğru kayan Osmanlı II. Mahmut’un reformlarıyla Batının düşünce, hayat tarzı, ekonomik, bürokratik ve hukuki yönlerini ülkesine getirme yolunu tercih ederek hiçlik makamından benlik makamına evrilmiştir. Öyle ki benlik makamı, egoizmin makamı olarak insan nefsini ön plana alan Batı kültürünün Antik Yunan-Aristo felsefesiyle yoğrulan felsefedir.
İslam medeniyetinde yaşayan son iki yüz yıllık travmaların temelinde hiçlik makamından uzaklaşıp benlik-egoizm anlayışına geçişin izlerini bulmak mümkündür.
Cumhuriyetin Osmanlıdan devraldığı miras hiçlikle yok oluş arasında bir dünyada duran bir halken Cumhuriyet döneminde Osmanlı reddi mirası üzerine inşa edilen sistemin anlayışı Batının kölelerine uyguladığı anlayışın çok da uzağında sayılamaz!
Son sözü Ömer Hayyam’a vererek bitirelim yazımızı: “Hiçlik ne varsa çevrende, sen de bir hiçsin.”