Bir türlü anlayamamışımdır hafta sonlarında soluğu süpermarketlerde alanları!
Şehrin stresinden uzaklaşmak isteyenlerin bir başka strese doğru yelken açmaları ne kadar çelişkili ise bu tür insanların hayatları da düşünceleri de çelişkilerinden ibarettir aslında!
Hayatımızı çelişkilerinden kurtarmak ve bizleri boğan, nefes almamızı engelleyen zincirlerden kurtulmak için bir başka zincire ram olmak; gönüllü kölelikler taşıyan ruhunun bir tezahürü olsa gerek!
Her ne kadar özgürlüklerimizi geri almak ve ailemizle, eş dost birkaç saatliğine baş başa zaman geçirmek isteyip bir yerlere kaçmak istediğimizde kendimizi bir başka çıkmazda bulur ve aile, eş dostla iletişim kuramadan metropolün ortasında kaldırımlarda, AVM’lerde, sinema salonlarında çağdaş insanın köleleştirildiği merkezlerde dolaşır ve gerisin geri alışkanlıklarımıza döneriz!
Sahte mutlulukların insanı büyük şehirleri fethetmiş, kölelik zincirlerinden kurtulmuş gibi görünse de kendisiyle taban tabana zıt bazı değerlerin daha bir bağımlısı, kölesi olduğunun farkına varamadan yaşamayı alışkanlık haline getirir çoğu zaman!
Ve hayat bu minvalde bir ömür boyu devam edip gider!
Bu dayatılmış çağdaşlık kapitalizmin liberal insanlara yüklediği bir hayat tarzıdır aslında! Böyle olmamızı, böyle yaşarsak ne kadar çağdaş insan olacağımızı da fısıldarlar bir yandan!
Çağdaşlık, birilerinin kölesi olmakla eşdeğer olabilir mi?
Belki de hep bu düşünceler değil midir ki benim gibi bazı insanları daha çok tabiata, doğal çevreye ya da hayatın özüne çeker?
İnsan özünün peşinde koşar muhakkak!
Marketler, alış veriş merkezleri, tüketim çılgınlığı… Dayatılan popüler kültürün çağdaş değerleri…
Her şey ama her şey bir yana hayatın farklı tatlarının da bulunduğunu anlamanın yolu şehrin birkaç kilometre dışına çıkarak kendinizi dinlemektir çoğu zaman!
Bu gün hülyalı, tertemiz ve en tabii düşüncelerle ailecek çıkıp şehrin birkaç kilometre ötesinde bizleri bekleyen dağlara, bayırlara, tarihi çeşmelere uzandık.
Muradiye’den üniversitenin sol tarafından kıvrılarak Yağcılar Beldesi yoluna saptık. Biraz da üniversiteyi çevreleyen köylerde yaşayan insanlarla diyalog kurmaktı amacımız.
Yağcılardan saparak birkaç kilometre daha gidip Beydere Köyüne ulaştık. Ancak mutlu bir tesadüf bizi bekliyordu bu köyde! Üç yıl önce tanıştığımız ve 1949’da Manisa’ya gelip yerleşen Hürgenç ailesi ile karşılaşmak ne güzel bir tesadüftü!
Atabay Hürgenç!
Bir tarih, yaşayan bir abide!
Özbekistan’da 1932’de Hürgenç’te doğan Atabay Hürgenç’in gençliği Özbekistan’da Sovyet zulmü altında geçmiş! Ancak ne olduysa Sovyet Rusya’nın II. Dünya Savaşında Türkistan Türklerinin zorla askere alınmaya başlamasıyla başlamış. Savaşta Sovyet ordusundayken Almanya’ya esir düşen bazı Türk askerleriyle birlikte- ki bunlar arasında halen Manisa’da yaşayan Azerbaycan Türklerinden Safter Bakülü’de vardır.- Almanya’nın elinden kurtulup Türkiye’ye gelmişler.
Manisa’ya yerleşen Atabay Hürgenç Manisa’da evlenmiş. Halen çocuk ve torunlarıyla Manisa’da yaşamaya devam ediyor.
Beydere’de onu ve ailesini görmek bizim için sürprizdi. “Dağ dağı değil insan insana kavuşur.” atasözünü bir kez daha yaşayarak tanık olmuştuk.
Dönüş yolunda dikkatimizi çeken ve hangi devlet ve hangi tarihten kaldığını henüz bilemediğim bir çeşme. Gerçi buralarda sık aralıklarla çeşme ve hayvan börtü böceğin su içmesi için yapılmış su yalakları var.
Hayat sadece insanlardan ibaret değildir.
“Hayatın dengesini korumak hayatta kalmanın birinci koşuludur.” felsefesi çevre insanının modern insana öğreteceği en önemli hayat derslerinden birisi olsa gerek!
Hayat en büyük öğreticidir öğrenene. Şehrin ortasında kalakalmış insanların paniklemeleri, stresleri ve hayattan-kendilerinden kaçma çabaları hep hayatta daha mutlu yaşama çabasından kaynaklanmıyor mu?
E, o zaman çok fazla çaba harcamadan etrafımıza bakmak ve hayatın özü olan çevrenin sesini dinlemek en doğru hareket olsa gerek!