GİTME ZAMANI
Naci YENGİN
Cümleler kar etmiyorsa
söz bitmişse
gitme kararı yüksek sesle söylenir olmuşsa
canını sevdiğim dünya terör örgütlerinin saltanatını devam ettirmeye yarıyorsa!
O zaman susmak kar etmez.
O zaman çekip gidesin gelir.
Kimselerin olmadığı ıssızlığın ortasında çığlık atarsın sesini duyan olmaz.
Çığlık atarsın; çığlığını tuşlara ve satırlara kahır dolu harflerle bir ok gibi atarsın kimsecikler duymaz! Sahip çıkan olmaz!
Sesim sana da yetişmiyorsa ve üstelik Babil kulende vaaz veriyorsan ne işin olur kalabalıkların ortasında? Yalnızlığı yaşayıp bağırıp çağırmaya mecalin kalmaz diyesin gelir!
Bazen gitmeniz gerekir
Er yüreklilerle gitmek!
Nereye, hangi gönlün ülkesine gidilecek?
Meçhule açılan yelken rüzgârı beklemeye başlamışsa rüzgârın şişirdiği atlastan yelkenler bir gün yola çıkacaktır!
İnsanlar, insan olduğunu unutmuşsa,
İnsanlık vahşi çılgınlıklar içinde debelenip duruyorsa,
Kapitali bol olanlar hala saltanat sahibiyse,
Onur, şeref, şan, ar, namus ve milletin tüm değerleri ayaklar altına alınmışsa, gitmek gerekir!
Hayal ülkelerine gitmek...
Sonsuzluğun ortasında gök grisi olmayan renklerin ülkesine!
Mat renkler bürünen, bukalemun insanların yaşamadığı diyarlara,
Hasat mevsimlerinde yeni derlenmiş düşler ülkesinin de olduğunun bilincinde olanlarla gitmek gerekir!
"Yunus gibi deniz içinde balık,
Yusuf gibi kuyu içinde gece-gündüz,
Yakup gibi Yusuf için ağlayıp inlesek,
Bu iş ile ya Rab, seni bulur muyuz?" [1]
Gidersek arkamıza bakar ve gitmekten vaz geçer miyiz?
Daha önce gidenler nasıl gittiyse gitmek gerek...
Yahya Kemal’in, ‘Sessiz Gemi’ye binerek gidişini düşünürüm:
“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Çok seneler geçti, dönen yok seferinden.“ satırlardan aldığımız manevi hazzın doyumsuz ahengini yaşar gibi gitmek…
Sıfır üçte, dokuz şiddetindeki depremlere ayarlı saatlerimiz bizi uyandırmadan gitmek.
“İnsan ruhunu anlamadan atomu izah etmek mümkün değildir.” diye haykıran Peyami Safa’nın kurduğu bir ülkeye gitmek!
Böyle bir ülke yalnız romanlarda mıdır?
Belki de gitmeyi şöyle tasavvur edersek neden ve nereye gidileceğini de daha iyi kavramış olabiliriz: “Bizim ebedi kalmaya namzet tarafımız, herkese, her şeye, her zamana, her mekâna şamil ve Allah’a bağlı bu “şuur üstü” bölgemizdir. Onu geliştirdiğimiz nispette “yalnızlık dramımızdan kurtuluruz.”[2]
Yalnızlık dramından kurtulmak için gitmeliyiz!
Türkistan bozkırlarından Ergenekon’a gider gibi,
Mekke’den çıkar gibi,
Malazgirt’ten Anadolu’ya girer gibi,
İstanbul surlarından Akşemseddin’le Fatih’in şehre girmesi gibi,
Çanakkale’ye gider gibi. Son seferden döner gibi!
Seferden dönen atların yeniden sefere hazırlanması gibi!
Bir gönle girer gibi gitmeliyiz.
Bazen gitmek ebedileşmenin ilk adımıdır.
Gitmek, dünyaya gelişimiz gibi, bir “hiç” olarak Huzur’a varmaksa eğer gitme zamanı çoktan gelmiştir. www.tarihistan.org