Filistin’e “Ağıt Yakmayacağım!”
“Seninle ben iki hırçın güverciniz ki bu gün
ötüp konuştuğumuz anların saadetine,
bugünkü ayrılığın hep sebeb-i felâketine
felek müsaade etti haset ve gıpta için.
Gülüp görüştüğümüz bivefa çiçeklikler
sükûn-ı rahmet ile her gün bu nağme-i izhara
ses veren gözlerdir; hüznü elemle neler neler söyler...
Neler neler diyorum yâre, açıldı efgânım...
Neler neler diyorum, hepsi... Hepsi yalan…”
Yukarıdaki satırlar yıllar önce o zamanlar dış politika yazarı olan İbrahim Karagül tarafından paylaşılmıştı.[1] Yıllardır en değerli hazinem gibi sakladım, sakladım ve hayıflandım…
Aradan onca yıl geçmesine rağmen hala taze ve hala yürekleri dağlamaya devam ediyor.
Şiiri anlamlı kılan ise Osmanlının Filistin’i kaybetmesine karşı yakılmış bir ağıt ve bir isyan oluşu.
Osmanlı devletinin Filistin’i kurtarmak amacıyla Gazze savaşı sonrası yazılmış satırlar. Şehit Hüseyin Çavuş’a ait yukarıdaki satırları okuyunca sosyal medyada, gazete köşelerinde ağıt yakan, mangalda kül bırakmayanları düşününce insanın gerçekten ağıt yakası geliyor.
101 yıl öncesine ait yukarıda satırlar sanki bugün yazılmış gibi. Öyle ki bugün biraz daha iyi anlıyoruz ki Filistin gibi Osmanlının anavatan olarak gördüğü ve bizlerin gurbet vatan olarak baktığı topraklar kan gölü olmaya devam ediyor.
Musul, Kerkük, Karabağ, Batum, Kırım… Türkistan ve daha nice öz vatan topraklarımız aynı çaresizlik içerisinde değil mi?
Bir yanda bizler öte yanda çile, gözyaşı ve katliama maruz kalan sizler ellerimiz uzanamamak, kavuşamamaktan mustarip iki göz iki çeşme bekleşen öksüz ve yetim vatan canları! Can topraklar…
Hırçın çocuklar gibi ve hasret kokan duygularla çaresiz birer zavallı edasıyla çırpınan kalplerimize söz geçiremez Filistin, Kerkük, Musul, Kırım, Ata Yurtlarının geçtiği her nağme, her şiir ve her gönülde ağlaşır ve bir daha bileniriz.
Bir daha vatan için tazelenir ve bir daha gönüllerimiz kavidir. Sert bakışlarımızla alınlarımız çatık, köklerin nefesini geleceğe götürebilmek için biz oluruz… Umudunu taşırız.
Her dem biz olunası oluruz. Aynı gövdenin, aynı hamurun ve aynı kalbin parçalarıyızdır.
Bizizdir etrafa savrulmuş ve birbirimize unutturulmuş gönüllerin er kişileri.
Bizizdir biz oluncaya kadar bizi bize bırakmayanlara ram olmuş yaşamların kör kuyularında debelenenler! Bizizdir efendilerine âşık kör gönüllüler korosu…
Ağıt yakma zamanı çoktan geçmiş olmalıdır. Ağıt 9 Kasım 1917’de kaybedilen Kudüs için yakıldı.
İsrail’i 28 Mart 1949’da tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye’nin şimdilerde ağıt yakma zamanı değildir.
Arapların İsrail’le ittifak kurduğu bir zamanda ağıt yakma zamanı değildir.
Zaman pragmatik düşünme ve ağıttan öte somut adımlar atma zamanıdır.
[1] Yeni Şafak Gazetesi, 28.02.2008