EVLİYA ÇELEBİ’DEN GÜNÜMÜZE MANİSA
Naci YENGİN
Not: İzinsiz alıntı yapılamaz.
Evliya Çelebiye olan ilgim gerek Seyahatname eseri ve gerekse 10 cilt boyunca anlattığı konuların ne kadar değerli olduğunu bilmemden kaynaklanıyor.
Yazmak, öğrenmek istediğiniz bir yer varsa bakmak, bilgilenmek okumak zorunda olduğunuz ilk eser yine Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi olacaktır.
Evliya Çelebi gibi yaşamak isteyip de yaşayamayanların özlemle okuduğu satırların yazarı ile biraz daha yakından ilgilenmeye başladığımda Manisa ile ilgili satırların büyülü dünyası karşısında ne diyeceğimi bilemedim.
Şunu açıkça ifade etmem gerekiyor: Manisa ile ilgili yazı yazarken kıskandığım, keşke ben de bunlar kadar şehirleri, gezip gördüğü yerleri güzel anlatabilseydim dediğim bir Evliya Çelebi bir de Ahmet Hamdi Tanpınar vardır! Her ne kadar Tanpınar Manisa’yı anlatmasa da anlattığı şehirlerin büyülü dünyası insanı o şehirlere bağlar. Gidip görmek ve hatta o şehirlerde yaşamak isteği doğar içinizde. Evliya Çelebi’nin 1671-1672’de Hacca giderken geldiği Manisa’yı anlattığı gibi!
Evliya Çelebi’nin Manisa ile ilgili satırlarını okursanız ne demek istediğimi anlarsınız:
“Sihirli Kale’nin bulunduğu puslu dağın eteğinde doğudan batıya doğru tıpkı Bursa şehri gibi kurulmuş müzeyyen bir şehirdir."
"6660 kadar güzel evlerden meydana gelmiş tamamı 60 mahalledir.”
“Baştanbaşa saraylarla süslü şehir, temiz, iki katlı, kiremit çatılı evleri ile çok hoştur. Bunlar birbiri üzerine kale dağına yapılmış haneler olup yüzleri baştanbaşa balkon ve pencere ile kaplıdır. Bu evler kuzey taraftaki ovada akan Gediz nehrine bakar. Bu ova bağ ve bostanlarla ve reyhan, gül gülistan mamur köylerle dolu, bol mahsul veren mümbit bir ovadır. Evlerin pencerelerinden bu ova seyredilirken insan hayat bulur."
"Bu şehirde sultanların, vezirlerin ve mühim şahsiyetlerin yaptırdıkları camilerle beraber tam beş yüz mabet vardır.”
“Şehrin doğu cihetinde yüksek bir mesirede bir büyük Hazreti Mevlâna tekkesi vardır. Fevkalade ferah bir Mevlevihane’dir. Semahanesi ve birçok fukara odaları ile mamurdur. Eski zamanlarda kilise imiş. Suyu ve havası lâtif, cennet bahçesi gibi güzel, dervişlerin oturduğu bir yerdir. Şehrin her tarafı buradan görülür. "
"Kalealtı Pazarı meydanında altlı ve üstlü ferah ve havadar kahvehaneler vardır. Her birinin fıskiyeli şadırvanları, havuzları olan süslü kahvehanelerdir. Burada vilâyetin bütün ileri gelenleri ve okumuş kişileri birbirleri ile tanışıp çay içerler. Her birinde dört mahfil yapılmış olup, birinde saz çalıp şarkı söyleyenler, birinde raks eden güzeller, birinde kıssa anlatan meddahlar, birinde de gazel okuyan şairler vardır. Bunlar işte böyle ilim irfan yuvası kahvelerdir.”
“Fakat Karaköy’deki kahve Kalealtı kahvelerinden daha güzeldir. Bunun dünya üzerinde emsali yoktur. Bu eşi bulunmaz kahve, cennet gibi olup kuş kafesleri ile süslüdür. "
"Vilâyet ahalisinin ekserisi kanaat sahibi, Zanaat sahibi, ibadet sahibi olup, dostluğa kıymet verirler. Halk kazancını ekseriya el tezgâhlarında Manisa Alacası isimli kumaş dokuyarak temin eder.” [1]
Evliya Çelebi’nin hayat hikâyesi birçok yönüyle ele alınmış ancak bu bilgiler bilimsel olarak tam olarak ortaya konulabilmiş değildir.
Evliya Çelebi ile ilgili olarak İstanbul Üniversitesinden Hocam Müctaba İlgürel!in yazmış olduğu makale en ciddi ve dikkat çekici olanıdır.[2]
Evliya Çelebi’nin Manisa ile olan ilgisi nedir sorusu çok anlamlı gelmeyebilir pek çok insan için! Ancak durum sanıldığının aksine Evliya Çelebi ile Manisa arasında derin bağların olduğu yönünde kesin bilgilerin bulunduğu yönündedir.
25 Mart 1611İstanbul Unkapanı doğumlu olan Evliya Çelebinin ailesi Germiyanoğulları’nın merkezi Kütahya’dan İstanbul’a gittiği bilinir. Kütahya’nın Zeregen Mahallesinde ikamet ederken İstanbul’un fethinden sonra Unkapanı’na yerleşmişlerdir. Bunun yanı sıra Evliya Çelebi ailesinin Bursa, Manisa ve (Afyon) Sandıklı’da da ev ve çiftliklerinin olduğu kayıtları mevcuttur.
Babası İstanbul Saray-ı Amire Kuyumcu başı Mehmet Zilli Efendi’dir… Annesi ise IV Mehmet dönemi sadrazamlarından Melek Ahmet Paşa’nın kızıdır. Hoca Ahmet Yesevi soyundan geldiğini büyük dedesinin Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un Fethinde Fatih Sultan Mehmet’in bayraktarlığını yapan Kütahyalı Ahmet Er’ Bey( Yavuz Özbek) olduğu bilinmektedir. Hatta Evliya Çelebinin oturduğu İstanbul Unkapanı’ndaki evin de Fatih tarafından dedesine verildiği kayıtları mevcuttur.[3]
Ekonomik durumları iyi olduğu anlaşılan Evliya Çelebi iyi eğitim almış ve devrin en iyi okullarında okuyarak önemli müderrislerden dersler almıştır. Enderun’da Arapça, Farsça…gibi 30 dil bildiği; musiki, sarf, nahiv, hat, tecvit, hafızlık, savaş eğitimi gibi alanlarda eğitim görmüştür..
Evliya Çelebinin seyahat macerası 19 Ağustos 1630 da gördüğü bir rüyayla başlar. Yemiş İskelesi Ahi Camiinde zikir halindeyken rüyasında Peygamberimizi görmüş ve “Şefaat ya Resulallah diyeceği yerde şefaat ya Resulallah” diyerek Peygamberimizin ona seyahati müjdelemesi ve Sa’d b. Ebu Vakkas’ında tavsiyesi ille başlayan seyahat macerası 40 yıl sürmüştür.
Evliya Çelebinin Mahmut adında bir erkek ve iki kız kardeşi bulunmaktadır.
Evliya Çelebiyi Manisa’ya bağlayan kız kardeşi ise1609 da doğan İnal Hatun adındaki kız kardeşidir.
Manisa bizi daha çok ilgilendiren asıl konu burada başlamaktadır.
İnal Hatun ile IV Murat döneminde Balıkesir civarında Celali İsyanlarına karışan Manisa Sancak Beyi İlyas Paşa arasında yaşanan evliliktir.
İlyas Paşa Evliya Çelebinin kardeşi İnal’ı önce Allah’ın emri ile istemiş ve İnal Hatun ile nişanlanmışlardır. Ancak İlyas Paşa Devlete karşı gelip isyan edince babası kuyumcu basışı Kütahyalı Demirci-zâde Derviş Mehmed Zıllî Ağa (ölm. Haziran 1648) bu evliliğe karşı çıkmıştır. Bunun üzerine divane aşık İlyas Paşa İnal Hatun’u kaçırarak Manisa’nın Karaköyündeki Çaybaşı’na getirmiştir.
Değerli tarihçi Yılmaz Öztuna Evliya Çelebiden naklen ablası İnal Hatun ile İlyas Paşa arasında yaşanan hadiseyi şöyle anlatır:[4]
“Ablam İnal Hâtun, Balıkesirli Solakoğlu İlyas Paşa ile nişanlı idi ki vezir (mareşal) pâyesi aldığı halde hükümete kafa tutup Celâlî oldu. Babam bir âsîye kız veremeyeceği için nişanı bozduğunu bildirdi. Ablam, Kütahya’da atalarımızdan kalma evimizde oturuyordu. Manisa (Saruhan) Sancak Beyi olan İlyas Paşa gelip Kütahya’daki evimizi bastı. Bir imam bulup cebren (zorla) ablamı nikâhladı. Sonra Sandıklı’daki çiftliğimize gitti. 7.000 baş koyun ve 300 atımızı “zevcem hâtunun çeyizidir” diyerek gasp etti. Ablamın mücevherlerine de el koydu.”
“Anadolu eyaleti beylerbeyisi Vezir Küçük Ahmed Paşa, eyaletinin en seçkin sancağı (ili) olan Saruhan’ın beyi İlyas Paşa’nın edepsizliğini duyunca Manisa’ya geldi. İlyas Paşa’yı azlettiğini bildirdi. İlyas, başı korkusundan sıvışıp bir bucağa sindi. Bir müddet sonra Kütahya’da göründü. Ablamı kandırarak Bergama’ya götürdü. Dertlenen babam, Bursa’ya geldi. Orada İnebey mahallesinde evimiz vardı. Beni ve kardeşim Mahmud’u alıp İstanbul’a geldi. Cihan hâkanı (Dördüncü) Sultan Murad Han Hazretleri’nin huzuruna çıktı. Damadı İlyas Paşa’nın kızını zorla nikâhladığını anlattı.”
Manisa Sancak Beyi İlyas Paşa’nın Yakalanması:
“Sultan Murad, bir gazablı hükümdardı. Celâlîlere zerre kadar muhabbeti (sevgisi) yoktu. Zorbalığın adını silmeye yeminli idi. Emretti. İlyas Paşa tutuklanıp yaka paça Bergama’da çiftliğinde çubuk içerken İstanbul’a getirildi. Üsküdar’da İstavroz has bahçesinde bulunan padişah hazretlerinin huzuruna çıkartıldı. Sultan Murad, Paşa’nın işini bitirmeye kesin azimli idi. Babamı da çağırıp İlyas Paşa’ya: “Bre mel’ûn, dedi; bu koca (ihtiyar) ağanın kızın zor ile nîçün aldın?”
İlyas Paşa’nın ödü koptu, eli ayağına dolaştı.
“Hâşâ pâdişâhım, dedi; alez-zor (zorla) almış olan, nâmzedim nişanlım) idi aldım, işte hüccet-i şer’iyyem (nikâh kâğıdım) deyü senet ibrâz etti.”
“Yiğit cihan pehlivanı olan Cennet-mekân Sultan Murad, (annesi Kösem Sultan’dan aldığı) iri kara şahin gözlerini, verdiği kâğıda bakmaya tenezzül etmeksizin, Paşa’dan babama çevirdi. “Nedir?” diye sorunca ihtiyar babam Paşa’nın Devlet’e yaramaz iş ettiğini öğrenince nişanı bozduğunu, Paşa’nın zorla kızını nikâhlayıp mallarına el koyduğunu, fakat af ettiğini, padişahın affedip Revân seferine götürerek hizmetinden faydalanmasını arz edip söyledi.”
Parayı Babama Geri Verdi
“Sultan Murad, “Ya böyle âsînin devlete hizmeti ne olsa gerek? Kaht-ı ricâl (devlet adamı kıtlığı) değildir” deyü Paşa’yı kapıcılar kethudâsına verdi. İlyas Paşa’nın kellesi, İstavroz Köşkü önünde, Üsküdar sahilinde mavi bir taş vardır, orada kesildi. Malı Hazîne’ye alındı. Cennet-mekân Sultan Murad Hazretleri, el konulan malından 10.000 altının babama verilmesini irâde buyurdu.”
“Öyle yapıldı. Paşa’nın ablamın tasarrufundaki servetine ise dokunulmadı. Bir yıl sonra babamla İstanbul’dan Bursa’ya vardım. Burada ablamın, Bergama’daki çiftliğinde öldüğü haberi geldi.”
O devrin tarihçileri Dördüncü Murad’ın, Celâlilik yaptığı yani vaktiyle Devlet emrine karşı geldiği için İlyas Paşa’yı idam ettirdiğini yazar.
Evliyâ Çelebi yazmasa idi, yukarıdaki detayı, İnal Hatun’un değil hüzünlü aşk macerasını, böyle bir hanımın yaşadığını bile bilmeyecektik.[5]
Evliya Çelebi’nin Manisa’ya olan özel ilgisinin altında yatan nedenlerden birisi de ablasının burada bulunmasıdır denilebilir. İnal Hatun’un mezarı Çaybaşı kabristanında bulunmaktaydı. Ancak şu anda böyle bir kabristan mevcut değildir! Çaybaşı Kabristanına ait herhangi bir iz bulunmamaktadır.
Ayrıca Evliya Çelebinin atalarından Yakup Ece’nin de Manisa’da yaşıyor olması[6] da Evliya Çelebiyi Manisa’ya çekmiş olabilir.
Evliya Çelebi “…atalarının birisinin de Saruhanoğulları beylerinden Demircioğlu Kara Mustafa’nın kardeşi olduğunu belirtip bunun mezarının Demirci’de, yine atalarından Yakup ece’nin mezarının Manisa Çaybaşı kabristanında bulunduğunu yazar ki, bundan da Manisa ve civarını niçin kendi memleketi gibi gördüğü ve neden buraya hususi bir alaka gösterdiği kolayca anlaşılabilir. Gerçekten Manisa’dan sitayişle bahsetmesi ve geniş olarak şehri anlatması, bu fikri doğrular mahiyettedir.” [7]
Evliya Çelebi 21 Mayıs 1671’de Hacca gitmek amacıyla İstanbul’dan yola çıkmış ancak geleneklerimize göre Hacca gitmeden önce akrabalarından helallik dilemek ve onların hayır dualarını, isteklerini alabilmek amacıyla uzun bir yolculuk yaparak Saruhan Sancağı topraklarına gelerek Manisa’daki ablası İnal, Yakup Ece, eniştesi İlyas Paşa ve yeğenleriyle görüşme imkânı bulmuştur.
Evliya Çelebi Manisa merkeze gelebilmek amacıyla çok farklı bir güzergâh izlemiş ve adeta Saruhan Sancağı topraklarıyla tüm Ege bölgesini karış karış dolaşarak izlenimlerini kaleme almıştır.
İstanbul, Bursa, Afyon, Uşak üzerinden Saruhan sancağı topraklarına giren Evliya Çelebi demirci, Kula- Alaşehir- Sart- Gördes-Kayacık-Akhisar-Marmara-Turgutlu-Nif’ten sonra Ulucak Köyü’ne[8] uğrayarak Şehzadelerin yaylası olarak kabul edilen Sultan Yaylası, Beyzad-ı Sani Yaylasını gezerek Manisa şehrine girmiştir.
Evliya Çelebinin Manisa hakkında ayrıntılı bilgi verdiği görülmektedir. Bizce evliya Çelebi Manisa hakkında her zaman bilgi sahibi olmuş hatta hiçbir zaman Manisa ile irtibatını kesmemiştir. Bu mümkün de değildir. Ablası, akrabaları ve yeğenlerin burada bulunuyor olması ayrıca bir evlerinin de Manisa’da olması Evliya Çelebinin Manisa hakkındaki bilgilerini derinleştirmesinde yardımcı olmuştur.
Evliya Çelebini anlattığı Manisa’da yaşamak ister insan. Cennet bahçelerine benzetilen evler ve çiçek tarlası gibi şehrin büyülü o muazzam lale kokularını duyar gibi olursunuz o dönemin Manisa’sında dolaşırken.
Manisa Kalesi, Saray-ı Amire ve günümüze kadar ulaşamayan onlarca eser Evliya Çelebinin satırlarında bir bir canlanır Manisalıların gözünde!
Evliya Çelebi de 1671-1672 yıllarında geldiği Manisa’da, Saray-ı Amire’den şöyle bahseder:
“Şehrin kuzey tarafındaki düzlükte, lâle bahçelerindendir. Dört bir tarafı tuğladan yapılmış, dört köşeli kale gibi sağlam bir yapıdır. Batı tarafına bakan bir tahta kapısı vardır. Çepeçevre cürmü 3.000 adımdır. İstanbul’dan gönderilen bostancıbaşı ve 200 sarı külahlı bostancılar bu bahçeyi daima tımar ederler. Ayrıca burada oturan eski padişahların ihtiyaçları için kullanılan altın, gümüş takımlar ve altın gümüş kaplamalı çeşme, fıskiye ve kadehler de onların idaresi altındadır. Bütün kaleleri, binaları, kurşunları ve yaldızlı âlemleri gözeterek bu cennet bahçenin tamir ve onarımı ile de alakadar olurlar. Mahsullerden elde edilen kazancı İstanbul’da terekecibaşıya gönderirler. Senelik 700 akçe mahsulünden hâsıl olur. Neferlerin vazifeleri bunları toplamaktır. Duvarlarla çevrili bu bahçe öyle ağaçlarla dolu bir yerdir ki çiçeklerin güzel kokuları burada oturan insanların iliklerine siner. Dünyayı yaratan Allah’ın kudretini göstermesi için var ettiği yüz bin çeşitten fazla çiçekli bitkilerin hepsi de bu cennete eş olarak yapılan bahçede mevcuttur. Evvelce burada hizmet gören meraklılar bu bahçeyi tarhlarla süsleyip yüz binlerce çeşit çubuk ve meyve fidanını ayrıca çınar, kavak, servi ve salkım söğüt ağaçlarını ve renk renk kokulu çiçek fidanlarını sıra sıra dikip yetiştirmişlerdir. Burası işte böyle bol ağaçlıklı, gölgelik ve duvarlarla bahçeler sultanıdır ki ne kadar methetsek sözlerimiz yine eksik kalır”[9].
Manisa Sarayı (Saray-ı Amire)Hakkındaki Bilgiler…
Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Şemailnâme-i Ali Osman’da yer alan Manisa minyatürü bu sarayın XVIII.yüzyıldaki durumunu göstermektedir.
Buna dayanılarak da sarayın ortada büyük bir kapısı bulunan revaklardan avlusuna girildiği görülmektedir.
Birinci avluda üç kuleli bir köşk ve avlunun sağ tarafında üstü tonoz, kapısı kemerli ve önünde küçük bir bahçesi olan bir köşk görülmektedir. Sarayın giriş kapısı karşısında on altı köşeli, kubbeli bir yapı görülmektedir. Buradan sarayın diğer bölümlerine geçilmektedir. Soldaki avluda ise, sokak ile bağlantılı yüksek duvarlı bir yapı vardır. Sokak yönündeki kapının üzerinde küçük bir kasır olduğu da bu minyatürden anlaşılmaktadır.
Manisa Sarayı’nın görkemli yaşantısı Sultan III.Mehmet ile birlikte son bulmuştur. Bu dönemde şehzadelerin İstanbul dışında yaşamaları yasaklanınca da Manisa Sarayı özelliğini yitirmiştir. Bundan sonra saray harap olmaya başlamıştır. Zaman zaman yapılan küçük tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmış ve son onarımını Mutasarrıf Galip Paşa 1901 yılında yaptırmıştır. Bu arada Sultan II.Abdülhamit de Anadolu’daki diğer vilayetlere gönderdiği saatlerden birisini de Manisa Sarayı’nın köşk kulesine koydurmuştur.
Kurtuluş Savaşı sırasında sarayın ahşap kısımları tamamen yanmış, yalnızca kâgir kısımları ayakta kalmıştır. Cumhuriyet döneminde sarayın eski haline getirilmesi için çalışılmış ancak, başarılı olunamamıştır.
Halkevi binası bu sarayın temelleri üzerine yapılmıştır. Günümüzde Manisa’da bu sarayla ilgili hiçbir iz kalmamıştır.
[1]Mehmet Zillioğlu Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Üçdal Neşriyat,C.9-10, İstanbul 1984, s.33-37 ; Ayrıca 1935 baskısında s.68-81 sayfalarında Manisa hakkında detaylı bilgiler bulunmaktadır…
[2] Müctabe İlgürel, ‘Evliya Çelebi’ maddesi DİA, İstanbul 11995, C.11, s.529
[3] Mücteba İlgürel, agm, DİA, C. 11, s.529
[4] Evliya Çelebi Seyahatnamesi,Tam Metin, Üçdal Neşriyat, İst. 1985,C.8,s.527vd.
[5] Yılmaz Öztuna, ‘Evliyâ Çelebî’nin ablasını kaçırması paşanın sonu oldu’, Türkiye Gazeetesi, Haftalık Durum Köşesi,23 Ekim 2010. http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=465783
[6] Feridun M. Emecen, Tarihin İçinde Manisa, Manisa Bel.Yay. Manisa 2006, s.165
[7] Feridun M. Emecen age, s.165 vd.
[8] FeridunM. Emecen, age, s.164
[9] Mehmet Zillioğlu Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Üçdal Neşriyat,C.9-10, İstanbul 1984, s.33-37 ; Ayrıca 1935 baskısında s.68-81 sayfalarında Manisa hakkında detaylı bilgiler bulunmaktadır…