Daha önce farklı tarihlerde yayınlanan Erol Güngör üzerine tefrika yazılamın bir bütün olarak okunabilmesi için tamamını tekrar yayınlıyoruz.
Erol Güngör: I
(1938- 24 Nisan 1983)
Türkiye ve Türk dünyası asırlardır atalet içinde. Türk dünyasının içinde bulunduğu ataletin pek çok nedeni var. Teknolojik yetersizlikten başlayıp ekonomiden eğitime varıncaya kadar sıralayabileceğimiz onlarca sebep bulmak mümkün. Ancak Türk dünyasının içinde bulunduğu ataletin en önemli nedenlerinin başında özgün düşünce üreten kanallarımızın kurumaya yüz tutması ve Türk dünyasına şamil projeler, teoriler geliştirme konusunda yaşanılan sıkıntılar olarak göze çarpmaktadır.
Dünden bu güne bugünden ve yarına ışık tutan düşünce insanlarının başında Erol Güngör gelmektedir.
*
Son dönemde bazı çevreler Erol Güngör’ü İslamcılık ideolojisi kıskacına almaya çalışılıyor. Ancak Erol Güngör Türk-İslam inancına iman etmiş bir Türk kadar İslam’a ve İslam dünyasına bağlıdır.
Erol Güngör milletin aklı ve hafızası olarak yaşamış ve yaşamaya devam ediyor.
Erol Güngör’den olsa olsa Türkün duruşu ve Türkün hafızası çıkarılabilir. Siyasal İslamcılık akımının öncüsü olarak Erol Güngör’ü ortaya sürmek garip bir çelişkinin; Erol Güngör’ü anlayamamanın tezahürü olsa gerektir.
Türk tarihinde siyasal İslamcılık ve siyasal sosyalizm, siyasal batıcılaşma kavramları ancak ve ancak devlet eliyle ve tepeden inmeci bir yaklaşımla benimsetilmeye çalışılan projelerdir. Millet nezdinde siyasi İslamcılık, batıcılık, sosyalizm… gibi ideolojilerin benimsenmesini bir kenara bırakınız bilinmez bile! Hatta bir ideoloji olarak Türkçülük düşüncesi bile tarih boyunca Türk milleti arasında isim olarak adlandırılan bir kavram değildir. Bu durum Türklerin milli benlik ve kimliklerine sahip çıkmadığı anlamına gelmez. Aksine Türkleri diğer milletlerden ayıran yegâne fark vatan ve bağımsızlık olsa gerektir. Türkler yaradılışları gereği Türklük idealine uygun yaşadılar. Ayrıca siyasi Türkçülük yapmak akıllarından geçmedi binlerce yıl.
Milletin vicdanında yaşayan, kültür ve inanç bütünlüğünün en güzel ifade ediliş şekli dedelerimizin kendilerini tanımlama şeklidir. “Türk milletinden, İslam ümmetinde.” ifadesi şeklinde formülüze edilen inanç motifi ruhumuza sineli bin yıldan fazladır kendimizi Türk görmüşüz. Aslına bakılırsa kendimizi Türkçü olarak görmemizde de dış etkenlerin büyük rolü yabana atılamaz! Tıpkı son yıllarda Türk’üm demek ötekileştirilme nedeni olacak kadar gemi azıya alan bazı çevrelerin bunu sadece etnisite olarak dar kalıplar içinde algılamalarına karşılık konu ile doğrudan ilgisi olmayanların kulak kesilmesine neden olmaları gibi!
Dağlı, göçebe, yörük, harmandalı, Avşarlı, Koçarlı, Dodurgalı, Karakeçili, Akkeçili… gibi isimlendirmeler belleklerde yerini almış ve günümüze kadar gelmiştir. Marco Polo’nun Anadolu için 1300’lü yıllarda ‘Turcomania’, Türkistan için ‘Great Turkey’ şeklinde isimlendirmesi millet nezdinde bir anlam ifade etmez. Gelin görün ki Türkler imani bir nas derecesinde vatanları, devletleri için yaşamak ve mücadele etmekle vazifeli görmüşlerdir.
Erol Güngör Türkiye’nin erken kaybettiği değerlerden birisi olarak fikirleriyle yaşamaya devam ediyor. Bizce O, Türkiye’nin bakiyesini, bugün ve yarınını inşa etmesinde daha çok başvuracağımız ölümsüzleşen mütefekkirlerden birisi olarak yaşamaya devam edecektir.
Türk tarihi ve Türk düşüncesi Selçuklularla birlikte çocukluk ve ilk genlik evresini atlatmış, olgunluk dönemine girerek Osmanlı gibi muhteşem bir medeniyet-sistem kurarak en az üç yüz yıl adalet dağıtmıştır. Ancak zamanla atalete yenik düşmüş, aklı kullanmayı, eğitimi, askeriye ve vatan kavramlarını milli bütünlük ve millet olgusu etrafında toparlamakta geç kalmış bir devlet olarak Cumhuriyete evrilmiş buna rağmen vatan, millet ve kutsi değerlerinin gücü sayesinde İstiklal Mücadelesini vermiş bir millettir.
Erol Güngör, Türkiye’nin talihidir. Yarını inşa etme noktasında; tarihi, kültürel, inanç ve milli reflekslerimizin ne olduğu, ne olması ve olmaması gerektiği konusunda bizlere yol gösteren eserlerle ölümsüzleşen yazarlarımızdandır.
Erol Güngör -II-
Erol Güngör ideolojilerin dar kalıpları içine hapsolacak kadar sığ birisi değildir.
İktidara yakın her düşünce köken arayışını tarihe, geçmişe yaptığı atıflarla güçlendirmeye çalışır.
İdeolojilerin kökenleri her ne kadar aynı olsa da Türk tarihinden aldıkları bazı örnek olay ve şahsiyetlere kaynaklık göstererek kendilerini, kabullendirme, taraftar bulma gayretine giren bazı çevrelerin son dönemde Erol Güngör gibi Türklüğü şiar edinmiş ancak bunu hiçbir zaman İslam’ın sınırları dışına taşımamış düşünce ve devlet adamlarına sarılmaları onların ideolojilerinin kökten yoksun olduklarını da ortaya koymaktadır.
Erol Güngör gibi Türklüğün ve Türkiye’nin yol haritasını belirleyen düşünürlere sahip çıkmak Türkiye adına sevindiricidir.
Erol Güngör gibi şahsiyetleri kamplaştırmaya çalışan bazı çevrelerin Erol Güngör gibi millet, devlet ve vatan anlayışına iman etmiş entelektüel şahsiyetlere sığınmaya çalışmalarını anlayışla karşılamak gerekir mi bunu bilemem. Bizi düşündüren ve bir yandan da mutlu eden şey Erol Güngör, Cemil Meriç, Ziya Gökalp, Enver Paşa… gibi kendilerini Türk milleti ve İslam’ın evrensel değerleri uğruna feda edecek denli “Türk milletindenim, İslam ümmetinden” diyenlere sarılmaları ve yakından tanıma gayreti içinde bulunmalarıdır.
Açıkça anlaşılmaktadır ki Türkiye ve Türk dünyasında milleti ileriye taşıyacak akıl ve ilim ehli arasında batının etkisiyle ortaya çıkan ve batıya karşı yeni tezler ortaya çıkarmaya çalışan ideoloji çevreleri arasında yetişmiş evrensel eser ve değer üretenler çok fazla yoktur! Mesele anti tez olma değil on bin yıl tez ortaya koyan Türk tarihini, milletini ve ortaya koyduğu medeniyeti anlamaya yorumlamaya çalışmaktır.
Türk düşüncesi içinde meczolan İslam’ın Kur’an ve Sünnet değerlerini bırakıp Türk’ü dışlayarak oluşturulmaya çalışılan ve yeniden palazlanmaya çalışan siyasal akımlar bilmelidir ki Selefi ve Vahabi anlayışıyla, Batının Neo liberal anlayışıyla ülkede yol almak, ekonomik, siyasi ve toplumsal çözümler ortaya koyup hayata geçirmek, kök salmak güç ve güç olduğu kadar sonuca varmayacak çabalar olarak tarihin çöplüğündeki yerlerini alacaklardır.
Türkleri Zülkarneyn olarak görmek istemeyen İsrailiyat anlayışı Emevilerden bu yana hâkim olmaya çalışmış ve baskı oluşturmaya devam etmiştir.
Zülkarneyn’in Oğuz Kağanla başladığını bilmek Hz. Nuh’tan başlayan tek tanrı inancıyla bu günlere gelen Türkleri bilmektir.
Türkleri hala Selefi anlayışıyla görmek isteyen zihniyet ve çevrelerle, Türkleri Haçlı zihniyetinin kör karanlığında gördükleri gibi görmeye çalışan Batılı düşüncenin yaklaşımları sorunlu, bakış açıları Türk milletini tarihten silme anlayışından farklı değildir.
Erol Güngör, Oğuz Kağan yolunun yolcusu, Hoca Ahmet Yesevi’nin 20. yüzyıldaki çığlığı, Yunus’un dili, Hacı Bektaş-ı Veli’nin derinliğini kavramış ve Türk tarihi, Türk milletinin en önemli mütefekkirlerindendir.
Türkiye’de saflar derinleştikçe hangi düşüncenin, yolun daha emin olduğu netleşmeye başlıyor. İnsanlar içindeki kusmukları faş ediyor. Veyl olsun Türk düşmanlarına!
Erol Güngör -III-Türkiye’nin yol haritası
Türkiye üzerine yaptığı sosyal gözlemlerini tarihi ve milli perspektiften bakan ve çözüm önerileriyle Türkiye’nin tarihten getirdiği milli- manevi değerlerin ne olduğunu, bundan sonra nasıl devam etmesi gerektiğini haykıran münzevi bir aydındı Erol Güngör. Tek başına bir üniversite ve o üniversitenin rektörüydü.
Yeterince tanınmadı, anlaşılmadı. Bu kafayla anlaşılacak, tanınacak gibi de görünmüyor! Onu çok sevdiğini, yolundan gittiğini iddia eden bazı çevreler; hele onlar hiç anlamadı!
Ziya Gökalp, Yusuf Akçuraoğlu, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Hilmi Ziya Ülken, Fethi Gemuhluoğlu, İdris Küçükömer, Oğuz Atay, Mümtaz Turhan ve Samiha Ayverdi, Erol Güngör gibi irfan köklerine dayanan aydınlara karşı olan sevgimiz, saygımız her geçen gün daha da artıyor.
Türklük ve Türkiye için üretenler her ne kadar hitap ettiği ana damarlar tarafından yeterince anlaşılmamış, hatta bazen dışlanmış olsalar da gönlümüzde, zihnimizdeki yerleri her zaman ayrıdır!
Erol Güngör gibi entelektüeller yetişmediği sürece bu ülkenin geleceğinden endişe duymalıyız! Çoğu zaman bu kadar iddialı bir söz kullanmayız. Ancak ülkenin kültür mayasıyla yetişen değişik cenahlardan kişilerin, ülke adına fikir ve pratik üreten isimlerin günümüzde azalması ya da var olanların da arka plana itilerek milletle kucaklaşmalarının önlenmesi sebebiyle yaşadığımız günlerin nasıl karanlık, kargaşa ve çözüm bekleyen yüzlerce sosyo-kültürel, ekonomik ve milli sorun sarmalıyla boğuşuyor ve çoğu zaman içinden çıkılmaz hale geliyorsa önümüzdeki dönemde bunun katlanarak artacağını Erol Güngör gibi isimleri çokça arayacağımızı üzülerek belirtmemiz gerekiyor!
Milletler kendi kahraman ve irfan ehli münevverlerinin tuttuğu meşalelerin ışığında yol almadıkça millet olma vasıfları zaman içinde ellerinden kayıp gidecek ve güdülen sürüler olarak uluslararası sistemin birer tüketim metaı haline geleceklerdir. Ancak bizden olan, ayakları yere basan münevverlerimizin belirlemiş olduğu eğitim, tarih, ekonomi, kültür, sosyal ve siyasi yapılanmalar milli ve manevi değerlerden oluşan disiplinlerin nesillere aktarılması durumunda yeniden millet olma ve milli hasletleri hatırlama imkânı doğabilecektir. Bu şartların sağlanması için öncelikle yeniden millet olabilme istek ve iradesinin var olması birinci şart olarak görülmelidir. Aksi halde Cumhuriyetin ilk döneminin düştüğü bazı hatalı durumlardan farksız; zoraki bir durum ortaya çıkar!
Yakın tarihimizdeki perdeyi aralamakla işe başlamak gerekmektedir. Bir milletin tarihiyle her türlü nahoş şartlar altında dahi olsa barışık yaşaması gerekir.
Yakın tarihiyle barışık olmayan bir sistemin milletiyle, milletin değerleriyle barışık yaşaması mümkün değildir. Bu aşamada son dönemde Osmanlıya vurgu yaparak yakın tarihi ön plana çıkarmak amacıyla birtakım çalışmaların başlatılması Cumhuriyeti kuran ve inkılâplara karşı bir rövanş düşüncesinden mi yoksa yerinden oynayan taşları yerine koyma gayretinden mi kaynaklanmaktadır bunu zaman gösterecektir.
Max Weber’in ifadesiyle hiçbir millet devrimle değişmez. Milletlerin değişimi cemiyetin değerleriyle yetişmiş aydınlarla mümkün olabilmektedir. VIII. yüzyılda İmam-ı Azam Ebu Hanefi, X. yüzyılda İmam Maturidi, XII. yüzyılda Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, XIV. yüzyılda Yunus Emre düşüncesi hangi şartlarda kurucu, diriltici bir görev üstlendiyse bizce Erol Güngör gibi düşünürlerin ortaya koyduğu misyon da aynıdır. Aynı istikamet ve aynı amaçla XX. yüzyıldan geleceğe hazırlanma görevinin altına omuz atmış ve yarınlar adına birer okul, kurucu, diriltici ortak akıl olarak görevlerini layıkıyla ifa etmişlerdir.
Erol Güngör -IV- Türkiye’nin yüz akı
Günümüzde bazı çevrelerin Osmanlıyı adeta geri çağırma seanslarına benzeyen ritüellerini andıran öykünmeleri afakîdir, arazidir! Bu tür öykünmeler içinde güçlü ve güzel bir medeniyete olan özlemi barındırıyorsa da zaman içinde tarihe olan özlemle karışarak peşin retçi ve peşin kabulcü algının da yerli yerine oturmasını sağlayacaktır diye düşünüyoruz. Bu açıdan bakılacak olursa son dönemdeki yaklaşımların içi doldurulmak şartıyla gerekli hatta ivedilikle üzerine gidilmesi gereken konular olduğunu söylemek gerekir.
Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyetin ilk yılları arasında yaşanan sancılı, sıkıntılı süreci net bir şekilde anlama gayretinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Osmanlı son dönem Batıcılaşmacı entelektüellerinden devraldığı aşağılanmış-yenilmişlik psikolojisi içinde Cumhuriyet yönetimini kuran Türk aydının aklı Ziya Gökalp ve Atatürk’ün ölümüyle daha seküler ve jakobenist bir yola girmiş görünmektedir.
Ziya Gökalp’in ardından Cumhuriyetin milli değerlere olan bakışı daha radikal değişimlere uğramıştır. Ziya Gökalp’in de savunduğu Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak üçlemesi İnönü döneminde uygulama alanından kaldırılmış yerine Batıcı-Yunancı anlayış hâkim olmuş görünmektedir.
Milliyetçi-mukaddesatçı düşüncenin fikri temelleri Osmanlı’da var olsa da yine de Ziya Gökalp’le başlatılmıştır denilebilir. Mukaddesatçılarla milliyetçilerin aynı kökten beslendikleri unutulmamalıdır.
İşin bu kertesinde Erol Güngör’ün ortaya koyduğu düşünce, pratiğe dökülen bir eylemi de vaz’etmektedir. Bu açıdan Erol Güngör yalnızca bir teorisyen değil aynı zamanda eylem adamıdır da.
Tarihin sosyolojik açıdan tahlili ve günümüz insanına yönelik yaşanan gerçekliğini uygulamaya çalışan Erol Güngör sınıfta, kürsüde ve fikri alanda yazdığı eserlerde bunun mücadelesini vermiştir.
Erol Güngör’den sonra Türkiye’de milletle düşünceyi, milletle tarihi, milletle milli değerlerin Batı karşısında alacağı tavrın nasıl olması gerektiğini yaşayarak yazan kaç kişi vardır? Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan bu liste Türkiye’nin akademik ve entelektüel seviyesinin düşük olmasından da anlaşılabilmektedir.
Türk-İslam dünyasında yeniden bir yapılanmaya ve düşünce devrimine ihtiyaç vardır. Yeni bir zihni açıklık ve yeni bir bilgelik dilini pratiğe aktaracak kültür ve medeniyet teorisine ihtiyaç vardır.
Türk kültürünün enginliği, İslam medeniyetinin inanç temelleri üzerine şekillenecek akılcılığı düstur edinen bir medeniyetin yeniden kurulması pekâlâ mümkündür. Bunun gerçekleşmemesi için hiçbir neden yoktur!
Yapılması gereken şey kararlılıktadır. Yüzyıllarca dünyaya ışık saçan Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin yücelttiği meşalenin kodlarını muhteşem mazimizden bulup çıkaracak kabiliyette entelektüellerin oluşturacağı bir üst aklın yapacağı çalışmalara milleti yöneten kadroların bu akla sonsuz ve sınırsız destek vermeleri gerekmektedir.
Arap, İran ve diğer kavimlerin İslam dünyasına şamil bir medeniyet inşa etmelerini beklemek ham hayalden başka bir şey değildir. Medeniyet inşası köklü kültürel geçmişe sahip ve medeniyet deneyimi olan, sömürge altında yaşamamış milletlere özgü bir durumdur.
II. Mahmut’la başlatılan medeniyetimizin gerilemesi ve Batıya ram olma eğilimi Cumhuriyetle birlikte bir dönem Batının tekeline geçmiş gibidir. Medeniyetin çökertilmesi İngiliz, İspanyol, Fransız, İtalyan sömürgelerinde yaşayan Arap ve diğer Müslüman unsurlar Batının hâkimiyeti altında 2. Dünya Savaşı sonuna kadar yaşamışlardır. Bu nedenle söz konusu Arap devletlerinde ve hatta söz edilecekse Arap medeniyetinde bağımsızlık, milli-dini değerler Batı tarafından şekillendirilmiş görünmektedir.
Erol Güngör’ün ortaya koyduğu özgün anlayış geleceğin yeni ve güçlü Türk tarihine ışık tutacaktır.
Türkiye’nin Erol Güngör’e ihtiyacı var
Yeniden bir medeniyet inşasının Türkiye’den Türklerden beklenmesi kadar Batı için doğal ve mantıklı bir düşünce yoktur. Bu nedenle Türkiye ve Türk dünyası üzerinde yoğunlaşan baskılar ve çevreleme girişimleri önümüzdeki dönemde şiddetini daha da arttıracaktır.
Erol Güngör gibi entelektüellerin çalışmalarına ek olarak bu düşünce çerçevesinde her kesimden aydın, siyasetçi, ekonomist, sanayici, sivil toplum kuruluşları, dış ve iç politika uzmanlarının el birliğiyle bir çatı altında toplanması gerekmektedir. Bu alanda milli bir konsensüsün sağlanacağına olan inancımız güçlüdür. Hiçbir parti, grup, cemaat, ideoloji… Ayrımı gözetmeden gerçekleştirilmesi gereken medeniyet mutabakatı oluşturulmalıdır. Türk düşünce anlayışına her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.
Türkiye üzerindeki ataleti atmak zorundadır. Ataleti üzerinden atmak tarihle, kültür ve milletle barışmak anlamına gelecektir. Milletiyle devletinin bölünmezliğini esas alan medeniyet anlayışımızın öncelikle genç beyinlere nakşedilmesi amaçlanmalıdır. Bu amaçla eğitim müfredatımız başta olmak üzere birçok alanda köklü değişikliklere ihtiyaç vardır.
Devletlerin yüce hedefler peşinde yürümeleri kitlelerin de aynı hedeflere inanmalarıyla gerçekleşecektir. Kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerin adlandırılması tarihi hafızamızda “Kızılelma”, “Nizam-ı Âlem”, “Devlet-i ebed müddet” kavramlarını hatırlatıyorsa da günümüz dünyasının gerçekliğinin farkında olarak daha çok kültürel, ekonomik, teknolojik, eğitim ve sosyal alanlarda yerelden evrensele doğru açılacak pencerelerden yapılacak çalışmaları arttırmakta yarar vardır.
Erol Güngör gibi entelektüellerimizin ortaya koyduğu çalışmalar ve hedefledikleri Türk-İslam dünyası algısında Selçuklu-Osmanlı’nın mamur hale getirdiği köklü medeniyetin üzerindeki ataleti atarak yeniden yaşanır kılınmasının mümkün olup olmadığına dair ipuçları barındırmaktadır.
Türk tarihinde ve günümüzdeki Osmanlı coğrafi hinterlandı dikkate alındığında uluslararası sistemin özelikle bu bölgeye olan ilgi, yatırım ve kaosları kışkırtma-kaoslardan yararlanma çabaları Türkiye’nin yolunu açabilecek fırsatları da doğuracaktır.
Erol Güngör’e çok şey borçlu olduğumuzu aradan geçen yıllarda daha iyi anlıyor ve onu çok arıyoruz.
Türk dünyasının tüm kütüphaneleri yakılsa, zihinlerimiz dumura uğrasa bile sadece Erol Güngör’ün eserlerinden yola çıkarak yeniden bir medeniyet dirilişinin temelleri, zemininin oluşturulabileceğini bilmemiz gerekir.
İyi ki Erol Güngör’ün ruh dünyası ve kültür kodlarını tanımış ve iyi ki onun gibi entelektüeller bu ülkede yaşamış diye övünmemiz gerekir.
Yeniden bir medeniyet tasavvurunda, şahlanış ve öze dönüş hareketinde Erol Güngör’ün eserleri bizlere önemli nefesler aldıracak ve yolumuza ışık olacaktır.
Erol Güngör’ün düşünceleri ortadadır. Başka yönlere çekmeye ve Erol Güngör gibi Türkiye’nin geçmişle bugünü ve geleceğini inşa etme noktasında önemli projeler geliştiren değerleri başka yönlere çekmeye gerek yoktur.
Erol Güngör Türkün İslam’dan aldığı manevi güçle muhteşem bir medeniyet kurduğu ve yeniden kurabileceği inancını her zaman inanmış bir aydın örneğidir.
Erol Güngör, inanmış aydınların bugünlerde anlayamayacağı kadar ileri görüşlü ve vizyoner bir diyalektik geliştirerek bir yol haritası çizmiş ve bu yolda yalnız da olsa yürümesini bilmiştir.
Erol Güngör günümüz aydınlarına, yöneticilerine uygulanması halinde güçlü bir ülkenin nasıl olunabileceğine dair kılavuz kitaplarıyla yaşamaya devam etmektedir.
Erol Güngör Üniversitesinin bir an önce kurulması gerekmektedir.
FACEBOOK YORUMLAR