DUKAS KRONİĞİ VE FATİH SULTAN MEHMET
Gecenin diğer gecelerden farklı olacağını, olması gerektiğini umarak sabaha çıkmayı ümit etmiştim. Gecenin ortalarını çoktan geçen saatin karanlığında, çoğu zaman sabahı karşılayarak uykuya dalmayı umanlar gibiyim.
Herkes gibi yaşamayı bilmeyi, geceleri uykuya dalmayı bazen o kadar çok arzulamama rağmen yıllar var ki bu arzum gerçekleşmiş değil. Kesintisiz beş altı saat uyumak ömre bedel olsa gerek diye düşünür bazen yastığa başını koyanları kıskanır, çoğu zaman gıptayla, imrenerek bakarım bu tür insanlara. Uykunun kollarında geçen geceleri arzulayarak geçirdiğim gecelerim uykuyla sabahladığım gecelerden bir hayli fazladır. Çoğu zaman sabahın ilk ışıklarını görür, simitçilerin sesini duyarım. Ancak uykunun gelip beni benden aldığını göremem!
Uyumamam için, uykularımı yarı yoldan çeviren nedenlerim bir değil ki.
Kimlerden medet umayım! Çok şükür sağlığım yerinde, zihnim çalışıyor. Ancak bana öyle geliyor ki biraz farklı işliyor! Aklıma takılan, zihnimi meşgul eden sorular, yarım kalmış işler, nokta konmamış her cümle, tamamlanmamış her satır için uykunun feda edilebileceğine dair inancım yıllar öncesine dayanıyor. Cemil Meriç’in sesi kulaklarımda çınlıyor. Erol Güngör geliyor aklıma. Ali Fuat Başgil’in tavsiyelerini unutamıyorum.
Hâlbuki gün boyu sakin sayılabilecek zaman geçirmiştim. Yunt Dağı’nda karların arasında kardelenleri arayıp Dumanlı Dağ’ın o muhteşem karla kaplı görüntüsünde hasretimizi gidermeye çalışmıştık. Dumanlı Dağa çıkmayı gözüm kesmedi. Oğuz kar kokusunu, sert rüzgârını, serinliğini, gençliğinin iklimiyle buluşturmayı çok arzulamıştı. Dumanlı Dağa çıkmak, hele hele iki damla kar düştüğünde karlara, yılkı atlarına, Sultan Yaylasına, At Alanına ulaşmak bir hayli zor geldi gözümüze. İzmir ve Şehzade Şehrinmerkezinden binlerce araç hep birlikte hücum ediyordu karlara, sessizliğe, yalnızlığa. Dumanlı Dağ binlerce homurtunun, makinenin işgali altındaydı.
Kar, yalnızlık, kardelenler, yılkı atları şehrin, şehirlilerin çığlığı ve binlerce motorun homurtuları arasında kendilerini kurtaracak yerler arıyor; evleri, yaylaları, karları, sessizlikleri, özgürlükleri ellerinden alınıyordu! Biz de bu vahşete, homurtuya ve Dumanlı Dağ’ın çığlığına ortak olmamak için YuntDağının sakin, sessiz ve çığlıksız çağrısına doğru yol aldık.
/Aklımda Dukas Kroniğinde geçen II. Murat, Şehzade Mehmet, İstanbul’un Fethi, yazarın Türk düşmanlığına dair satırlar… İlim adamlarının DukasKroniğine bu kadar bel bağlamalarının dayanılmaz ağırlığı…/
Dağın o her zamanki gibi albenili eski halinden umduğumuzu, bulduğumuzu söyleyemem.
Şehzadelerin talim ettiği yolları aramak beyhude!
Kar uğramış ve yatıya kalmak için Dumanlı Dağ’ı kaplamış ancak kısa zamanda yağmur ve rüzgârın etkisiyle azaltmış, öbek öbek kalmış. Hala kuzeye bakan yamaçlarda, erişilemeyecek yüksekliklerde, ormanın uç noktalarında beyaz örtüleriyle gerdan kırmaya ve soğuk nefesini hissettirmeye devam ediyor. Allah ne verdiyse çam kokusunun nefeslerini derleyerek bulduğumuzla yetinip kardelenler, kır çiçekleri ve yağmur sularının buz tutmuş kaygan zeminlerinde iç sesimizi dinlemeye çalıştık. En azından ayağımız, sinemiz ve alnımızda kar soğuğunu hissetmek bile yetti.
Kulaklarımızda rüzgârın kar bestesi, dörtnala giden kişnemeler eşliğinde bir yanda Şehzade Sultan Mehmet’in dizginlediği at öte yanda DukasKroniğine karşı yaşadığım ikircikli durum. Zihnimi alıp götüren soğuk buseler eşlinde sakin bir zamanı kollamanın telaşıyla aceleciliğim beni ele veriyor. Uykularım uzun zamandır uğramıyor belki ama Dukas Kroniği, Şehzade Sultan Mehmet, Dumanlı Dağ’ın hoşluğu Yunt Dağı yetişiyor imdadıma.
Dukas’ın doğum yeri olan Foça’yı, gezip dolaştığı Aliağa’yı tepeden gören dağdan aşağılara doğru gidip izini sürmeyi düşünüyorum bir zaman. Ancak akşamın alacası düşmüş dar vaktinde buna vaktim yok. Düşüncemi başka bir zamana bırakıp kuzu sesleri, çoban köpeklerinin havlamaları arasında gözlerimizle kuzu ve koyunları sevip köpeklerden sakınarak uzaklaşıyoruz.
Kuzuların süt kokan nefeslerini duyumsamak, gözlerinde yeniden büyülenmek, sabi bir çocuğu severcesine kucaklayıp sıcaklıklarını hissetmek... Şu anda bunun mümkün olmadığını tasmalarıyla biraz daha korkunçlaşan köpeklerin koruma kalkanından anlamak mümkün.
*
Ortalık sakinleştiğinde, el ayak çekildiğinde, insanlar uykuya daldığında bir ben bir de balkondan pencereyi döven rüzgâr uyanığız.
Parktaki çınar ağaçlarının yapraksız dallarının sallandığını, çam ağaçlarından aşağıya dökülen sicim gibi yağmurun çıkardığı ses, buz kesen soğuğa karşı koymaya çalışan köpeklerin sesini duyuyor ve geceyle, uykuyla olan mücadelem devam ediyor. Geçip giden diğer yüzlerce gece gibi başlıyor gecem. /04.45
Unutmadan Dukas demişken 1400’lü yıllarda Selçuk’ta doğduğu düşünülen Dukas’ın (öl.1481) uzun yıllar Foça’da yaşadığı söylenir. O yıllarda Saruhan Beyliği ve Osmanlı arasında yaşanan çekişmelere şahit olan Dukas’un Şehzade Sultan Mehmet’in Manisa’da bulunduğu yıllarda (1443-1444, 1446-1451) şehzadeyle görüşüp görüşmediğini bilmiyoruz ama İstanbul’un Fethi, Bizans’ın durumu, Beylikler ve Osmanlı’ya dair verdiği bilgilerin hazine değerinde olduğunu söyleyelim.
Dukas Kimdir (1400-1481) ?
“Dukas Tarihi” ya da “Dukas Kroniği”* adıyla bilinen eseri dönemin en önemli kaynağı olarak kabul edilir. Dukas 1341-1462 yılları arasında yaşanan gelişmeleri, şahit olduklarını, duyduklarını ve okuduklarını kaydederek Yunanca yazdığı eserinin bizim için önemi büyüktür. Ancak bilinmelidir ki Dukas kilise eğitimi görmüş Türk düşmanı olduğunu gizlemeyen ve bunu satırlarına yansıtan bir düşünceye sahiptir. Yer yer II. Murat gibi bazı hükümdarları iyi niyetli, yardımsever şeklinde övse ve kilisenin, Rumların tepkisini çekse de azılı bir Türk düşmanı (Fatih Sultan Mehmet) olduğu aşikardır.
“Deccalden önce deccal, Hıristiyanların muhribi, haçın ve haç üzerinde mıhlanmışa inananların düşmanı olan Mehmet ise dostluk maskesine giyinerek yılan kıyafetine girmiş iblisin şakirdi gibi elçileri kabul etti…”
Dukas Kroniğini okurken kroniği Türkçeye çeviren V. Mirmiroğlu’nun da Rum oldğunu dikkatten kaçırmamak gerekiyor.
Kendisine, ilâhiyat öğrenimi de alan ve hekim olan dedesinin adı verilen Dukas muhtemelen 1400 yılı civarında Selçuk’ta doğdu ve ilk eğitimini burada aldı. Bir süre Selçuk’ta kaldı. Muhtemelen 1415’te bu bölgede cereyan eden Börklüce Mustafa liderliğindeki isyana şahit oldu. 1421 yılından itibaren Yeni Foça’daki şap işletmesini çalıştırma iznini on yıllığına alan Cenovalı Giovanni Adarno’ya kâtiplik yaptı. Ana dili yanında Türkçe ve Latince’yi de iyi derecede biliyordu, Fransızca’ya da âşina idi.
Yeni Foça’da bir evi olan Dukas’ın uzun süre burada oturduğu tahmin edilir.
1341’den başlayarak gelişen olaylar hakkında bilgi edinmesini sağladı. Dukas’ın, 1452’de Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleştirilmesi amacıyla Roma’dan İstanbul’a gönderilen Isidoros’un Sakız adasına uğradığını söylemesinden o sıralarda bu bölgede olduğu anlaşılır.
II. Mehmed’in bazı faaliyetlerini izlemek üzere Dimetoka’da bulunuyordu. 1453’te İstanbul’un fethi esnasında şehirde değildi.
Fetihten sonra Midilli’nin Cenevizli yöneticisi Dorino Gattilusio tarafından bazı işleri yerine getirmek ve hediyeler sunmak üzere sultana gönderildi (1454).
Midilli adası yöneticisi Dorino Gattilusio’nun 30 Haziran 1455 tarihinde ölmesi üzerine yeni yönetici olan oğlu Dominico Gattilusio tarafından adanın yıllık haracını ödemek için Edirne’ye gönderildi. Burada Fâtih Sultan Mehmed’in huzuruna çıkan Dukas’a, Osmanlı vasalı haline gelen bir kişinin hâkimiyetinin sultanın onayı olmadan oğluna ya da başka birine devredemeyeceği hatırlatıldı.
Dukas, Türk bölgesinde doğmuş, hayatını Latinler’den kazanan, fakat gönlü ve aklı Bizans’ta olan bir aydın profili çizer. Dukas’ın tarihi, Bizans döneminde bu alanda Yunanca kaleme alınmış pek çok eserde görüldüğü gibi herhangi bir başlık taşımaz.
Dukas’ın çalışmasını hacim ve içerik bakımından üç bölümde ele almak mümkündür. Birinci bölüm hacim olarak eserin üçte birinden fazlasını oluşturur ve 1421’de Çelebi Sultan Mehmed’in ölümüne kadarki olayları anlatır. Büyük ölçüde Tevrat’tan alınan bilgilere dayanan, dünyanın yaratılışından İstanbul’un 1204 yılındaki Latin işgalini anlatan ilk ara başlık çalışmanın girişi niteliğindedir (Karagiannopoulos, s. 394-395). 1204’ten sonra Türkler’in Batı Anadolu ve Aşağı Marmara bölgesine yerleşmeleri ikinci ara başlıkta ele alınır. I. Murad dönemini yaklaşık üçüncü ara başlık içerir. Dördüncü ara başlıktan itibaren Yıldırım Bayezid dönemine başlanır. Beşinci ara başlıktan on ikinci ara başlığa kadar Dukas anlatımı sırasında kronolojik geriye dönüşler yapar ve özellikle Sultan Orhan dönemindeki Osmanlı-Bizans ilişkilerini ele alır. Ardından tekrar Yıldırım Bayezid devrine döner. Bu bölümde anlatılan Fetret dönemiyle ilgili ayrıntılar son derece önemlidir. Dukas’ın çalışmasının ikinci bölümü 1421-1451 yılları arasındaki II. Murad dönemini içerir. Bu bölümde Dukas, II. Murad’ın başarılarına temas eder (Mustafa Çelebi olayı, Selânik’in fethi, Varna ve II. Kosova savaşları). Ardından Fâtih Sultan Mehmed’in 1451-1462 yıllarındaki faaliyetlerine geçer. Bu kısım çalışmanın üçüncü ve son bölümü olarak nitelendirilebilir. Son bölümün büyük bir kısmı İstanbul’un fethine ayrılmıştır. Dukas’ın Fetih esnasında İstanbul’da bulunmadığı eserindeki, “Savaştan sonra öyle rastgeldi, (Türkler’den) nice kişi bana dediler ki ...” ve “Bazıları da diyorlar ki ...” cümlelerinden anlaşılabilir. Bu arada eserin özellikle ilk Osmanlı tarihinin bilgi boşluklarını dolduracak öneme sahip olduğu söylenebilir. Yazmaları Paris ve Vatikan’da mevcut olan Dukas’ın tarihi ilk defa I. Bullialdus tarafından 1649’da Paris’te yayımlanmış, daha sonra 1834’te I. Bekker tarafından Bonn Bizans külliyatında ve J. P. Migne tarafından 1866 yılında Patrologiae Graeca serisi içerisinde çıkarılmıştır. Vladimir Mirmiroğlu eseri Türkçe’ye tercüme etmiş (Bizans Tarihi, İstanbul 1956), çalışmanın İstanbul’un fethiyle ilgili kısımları 1953’te modern Yunanca’ya çevrilmiştir. Aynı zamanda Vasile Grecu tarafından Rumence’ye (Historia Turcobyzantina, Bükreş 1958) ve H. J. Magoulias tarafından İngilizce’ye (Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, Detroit 1975) aktarılmıştır. Dukas’ın eserinin dönemin Yunanca’sı ve modern Yunanca’sını içeren baskısını Karalis gerçekleştirmiştir (Byzantinoturkiki Istoria, Atina 1997). Eserin Türkçe’ye ikinci ve daha dikkatli çevirisi Bilge Umar tarafından yapılmıştır (Tarih, Anadolu ve Rumeli 1326-1462, İstanbul 2008). Dukas’ın 1481 yılında hayatta bulunduğu eserinin otuz üçüncü ara başlığından anlaşılmaktadır.
Dukas’ın Hal Tercemesî
Dukas, XV. asırda yaşamış (1400-1470) bir Bizans tarihçisidir. Bu muharririn hususî hayatı hakkında malûmatımız pek azdır. Kitabında kendi şahsı için müteferrik surette kaydetmiş olduğu malûmattan başka bir şey yoktur. Hattâ küçük isminin ne olduğu da lâyıkıyla bilinmiyor. XIV. asırda İstanbul’da yaşamış olan ve İstanbul’un en maruf ailelerinden bulunan Mihail Dukas’ın torunu olduğunu tarihinde yazıyor. Müellifin büyük babası Mihail Dukas âlim ve zamanının tanınmış tabiplerinden biriydi. Ioannis Kantakuzinos ve imparatoriçe Anna arasındaki mücadeleye karışmış olduğundan hapsolunmuş ve müşkülâtla hayatım kurtararak, 12 Haziran 1345 tarihinde İstanbul’u terke mecbur olmuştur. Efes’e gitmiş ve orada o zaman hükümet süren Aydın oğlu İsa beyin teveccühüne mazhar olmuş ve ömrünün sonuna kadar, bu beyin hizmetinde bulunmuştur. Dukas’ın küçük isminin Ioannis olduğuna birkaç yerde tesadüf ettim. İstanbul şehrinin arkeoloji bakımından tarihini yazan ve bu eserini 1824 tarihinde Venedik’te bastıran İstanbul patriki Kostandiyos, kitabında (s. 190) Dukas’ın küçük adının Ioannis olduğunu yazmış olduğu gibi, Alman Frederic Kopp tarafından yazılan ve 1885 tarihinde Emanuil Galani tarafından Yunancaya terceme olunan Yunan edebiyatı hakkındaki eserde (s. 248) de Dukas'ın küçük isminin Ioannis olduğu bildirilmektedir. Daha birçok eserlerde de büyük babası Mihail Dukas’ın ismini taşıdığı zikrolunmaktadır.
Dukas’ın nerede doğduğu da belli değildir. Bazı eserlerde Midilli’de, diğerlerinde de Foça’da doğmuş olduğu ileri sürülmektedir. Gençliğinde (yani 1421 senesinde, 21 yaşında iken) Yeni Foça’nın Ceneviz valisi Giovanni Aderno’nun kâtipliğinde bulunmuş olduğunu biliyoruz. Giovanni Aderno tarafından Osmanlı tahtına çıkan Murad II’a ve vezirlerine gönderilen mektuplar, Dukas tarafından kaleme alınmıştır. Şu hale göre, Dukas’m 1400 senesinde doğduğu anlaşılıyor.
İstanbul’un fethinden evvel imparator Konstantin XI. Paleologos’un sarayında mühim bir vazifesi olduğu söylenmektedir. Fetihten sonra Dukas’ı, Midilli hükümdarı Dorio Gateluci’nin sarayında buluyoruz. Dorio’nun vefatından sonra oğlu ve halefi Dominico’nun maiyetinde bulunduğu sırada kendisine muhtelif siyasî mühim vazifeler tevdi olunmuş ve elçi olarak muhtelif yerlere gönderilmiş idi. 1455 ve 1456 senelerinde Midilli ve Limnos adalarının haraç vergisini, Fâtih’e götürmek için, Edirne’ye gönderilmiştir. Biraz sonra padişaha tazimatını arz için Edirne’ye giden efendisi Dominico’ya refakat etmiştir.
Dukas, Midilli hükümdarının hizmetinde bulunduğu sıralarda bilhassa Dorio ve Dominico Gateluci zamanlarında, siyasî fikir ve kiyaseti sayesinde efendilerini Fâtih ile iyi geçindirmişti. Bunlardan sonra gelen Nikola Gateluci, Dukas’ın nasihatlarını dinlemiyerek, Fâtih’i gücendirmiş olduğundan, Fâtih 1462 senesinde, Midilli’yi zaptetmek suretiyle, Gatelucilerin hükümranlığına son vermiştir. Midilli’nin Fâtih tarafından zaptından sonra, Dükas’ın nereye gitmiş olduğunu bilmiyoruz. İtalya’ya giderek, hayatının son günlerini orada geçirmiş olduğu ve ihtiyarlığında tarihini orada ikmal eylediği ve 1470 senesinde öldüğü zannolunmaktadır.
*Dukas (2013), İstanbul'un Fethi, Dukas Kroniği (1341-1462), Çev V. Mirmiroğlu, Kabalcı Yay. İstanbul
FACEBOOK YORUMLAR